- 695 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 25
Okulların kayıt zamanı gelmiş çatmıştı. Ortaokulu Pendik’te okuyacaktım. İlhan öğretmenim evlenmişti. Üstelik Kurtköy’de değil, Pendik’te öğretmenlik yapacaktı artık.
Kayıt işimi kendi başıma halletmeye kalktım. Arkadaşım Serdar babası ile birlikte gidiyordu kayıt olmaya. Ben de onların peşine düştüm. Pendik Lisesi’nin kayıt bürosuna girdik birlikte. Nuri amcanın aldığı formlardan bir tane de ben aldım. Kendi bigilerimi doldurup onlarla birlikte görevli öğretmene uzattım. Önce ikimizin velisi de o sandılar. Fakat Nuri amca, nedenini bu gün bile çözemediğim şekilde, benim velim olmayı kabul etmedi. Benim babamın formumu imzalaması gerektiği söylendi. ’Babama imza atmayı zaten ben öğrettim. Onun yerine atarım !’ deyince güldü oradakiler. ’ Vallahi bak! Doğru söylüyorum!’ deyip, babamın imzasının nasıl olduğunu gösterdim onlara. Büyük harflerle ’MUSTAFA’ yazıyordu babam sadece. ’Olmaz !’ dediler. ’ İlle de baban gelsin!’ ’ İlhan öğretmenim gelse olmaz mı !’ diye sordum bu defa. ’Olur’ cevabını alır almaz koştum öğretmenime. Sevindi beni görünce. O da koşarak geldi adeta. Okulda öğretmenler tanıdılar onu. Beni kayıt ettirip, koruyup kollamalarını tembih etti.
Kitap listesini yazdık birlikte. Bütün kitaplarımı, defterlerimi, kırtasiye malzemlerimi ve bir de yeni çanta aldı bana öğretmenim.
Köye geldiğimde uçuyordum mutluluktan. Okulların açılmasını beklemeye falan tahammülüm yoktu. Hemen kahvenin bir köşesindeki masaya yerleşip açtım kitaplarımı. Daha o günden başladım derslerimi çalışmaya. Çay, su, sigara, kibrit için yerimden kaldıranlara falan hiç kızmadım. Gürültü, sigara dumanı umurumda olmadı. Namaz saatlerinde camiiye gittim üstelik. Müezzin İmam Ali amca vardı. Beni yanına oturtup, müezzinlik yaptırmaya başlamıştı. Güvercinler gibi uçuyordum ben o günlerde. Mutluluk böyle bir şeydi işte !
O güzel gün geldi çattı bile. Okullarımız açılıyordu . Pendik Lisesi’nin demiryoulu tarafında toplandı tüm öğrenciler. O zaman tek binaydı okul. Liseliler sabahçı, Ortaokullar da öğlenciydi. Saat on üçte derse giriyorduk biz. Müdürümüz ; Pendik Lisesi’nin gelmiş geçmiş en önemli eğitimcilerinden, Ahmet ERİŞEN’di. Güzel bir konuşma yaptı. Sert mizaçlı değildi. Öğrencileri korkutan bir yapısı yoktu onun. Daha sonra müdür yardımcısı yeni kayıt olan herkesin tek tek adını ve numarasını okuyup, sınıflarını söyledi.
En alt kattaydı sınıfım. En kısa boylu olduğum için de en ön sıraya, benim gibi kısa boylu olan, kalorifercimizin oğlu Ali ile birlikte oturduk. Ali, kıvırcık saçlı ve esmerdi. Basbayağı ’ zenci’ tipi vardı onun. Çok ilginçti ve sevimliydi üstelik. Sınıfımızın olduğu katta anne, baba ve Ahmet ağabeyi ile birlikte kalıyordu. Ağabeyi bizden iki yaş kadar büyüktü ve o da aynı okulda okuyordu.
Bir teneffüste dışarıya çıktığımda babamla karşılaştım. Elindeki pazar çantasına bütün defter ve kitaplarımı doldurup getirmişti. Hepsini birden yanımda getirmem gerektiğini , unuttuğumu sanıp bana getirmişti. Benim kadar değil, daha fazla heyecanlaydı babam. Güleçti yüzü o gün. Geri dönerken de asılmadı suratı. Beni Pendik’te ortaokulda görmek, büyük mutluluktu onun için.
Sınıf öğretmenimiz, aynı zamanda Fen Bilgisi ( Bioloji) öğretmenimiz olan Behice YALKIN’dı. Kısa boylu, zayıf, sert mizaçlı ve kırklı yaşlardaydı o. Sanırım yakın için olacak, gözlük takardı. Gözlüğünün üzerinden baktığında korkardık hepimiz. Kimseyi dövmesine, bağırmasına falan gerek yoktu ; bakması yetiyordu.
Fen Bilgisinin diğer dersleri için Fatma TUNÇAY hanım geliyordu. Tam bir anne, tam bir öğretmendi o da. Gençti üstelik. Edebiyat öğretmenimiz Nurdan ERBAY, en genç, en güleç öğretmenimizdi. Matematik öğretmenimiz Ali Rıza ALGAN, emekli bir subaydı. Tarihçimiz Nazmiye hanım , en yaşlı öğretmenimizdi. İngilizce öğretmeni Esin hanım ise, gerçek bir İngiliz hanımı görünümündeydi. Müdürümüz Ahmet ERİŞEN de Din ve Ahlâk dersimize giriyordu. Tabii bir de beden öğretmenimiz vardı : Şinasi bey.
Kurna, Kurtdoğmuş, Emirli, Kurtköy, Şeyhli, Yayalar ve Dolayoba köylerinden, toplam on bir kişiydik okula gelen. Aramızda tek kız öğrenci bile yoktu. Sonraki yıllarda Yayalar köyden Mine adında bir kız katılmıştı aramıza. Köylerimizden her saatte minibüs olmadığından, bir iki saat önceden gelirdik Pendik’e. Ayakta durmak şartı ile, bir lira yerine elli kuruş öderdik minibüse. Üç lira harçlık verirdi babam. Yüz elli kuruşa her gün lokantada bir tabak yemek yerdim. kalan elli kuruş da gazoz param olurdu. Yemek yedikten sonra doğruca okul kütüphanesine gidip ders çalışırdım. Daha ilk günlerde kendimi göstermeye başladım yine sınıfta. İlk on notumu İngilizceden aldım. İki de kız vardı çalışkan. Bir numaramız Seher KAHYÂOĞLU idi. Mahinur USLU ile ben onun peşindeydik. Bir kaç da iki yıllık arkadaşlarımız vardı. Bunlardan Gülten (ÜN) abla, sınıf başkanı oldu. Yıllar sonra ilk önce fotoromanlarda daha sonra da dizi ve filmlerde Gül ERDA olarak izlemiştim onu.
Diğer öğrenciler gibi benim de en çekindiğim öğretmen Behice hanımdı.
(Devam edecek)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Bir çocuğun dramı... Neyse ki önceki bölümlerde okuduğum acılı sahneler artık güzel karelerle yer değiştirmeye başlıyor. Bu arada, geçmişi bu kadar net hatırlayabildiğiniz için de tebrik etmek isterim.
Mustafa Sakarya tarafından 2/15/2010 9:51:35 AM zamanında düzenlenmiştir.