- 928 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Haramın Hayalini Kurmadan Yaşamak
Dünyanın yana yana beklediği, milenyum dediğimiz içinde muhteşemlikler umduğumuz 21. yüzyıla kavuşalı on sene oldu. Özellikle 20. yy son on yılı içinde teknoloji hızla gelişmeye başladı. Cep telefonu, bilgisayar kullanım sayısını artması, internet v.s. gibi hızlı iletişim araçları, insanoğlunun hayatına kolaylıklar getirdi. Bunlar gerçekten de insanoğlu için birer nimetti. Ancak bu ve buna benzer teknolojik yenilikler aynı zamanda sorunlarda oluşturmaya başladı. Teknolojinin ilerlemesine karşı, ahlaki ve sosyal yapı bozulmaya başladı. Bir nevi sosyal ahlaki yapı teknoloji ile aynı yönde, ancak bozularak ilerlemeye başladı. Sosyal ahlaki yapı, soylu insanlar yerine soysuz insanlar üretmeye başladı. Gerek bireyler olarak birbirimizden ve gerekse yaşadığımız toplumdan şikayet eden insanlara döndük. Ana baba evlattan, evlat ana babadan, yönetilen yönetenden, yönetende yönettiğinden şikayet eder oldu. Gerek bireyler olarak, gerek yönetenler olarak toplumsal ve bireysel ahlaki yapıya yatırım yapmadık. Aksine kendi nefs ve çıkarlarımız uğruna az buçuk var olan ahlak ve adalet kavramını usul usul eritip yok etmeye başladık. Bunun sonucu olarak da huzursuz ve gergin yaşamaya başladık. Kaygının huzursuzluğun adı stres oldu. Niçin bu kadar kaygılı ve huzursuz bireyler ve toplum olduk sebebini bilen var mı?
Her çok azdan, toplumda bireylerin bir araya gelmesinden oluşur. Gerek bireyler arasında gerekse toplumu yöneten örgütlü veya örgütsüz gruplar arasında çatışma var ise huzursuzluk kaçınılmaz sondur. Bireyler yaptığı işten haz almadan verimsiz bir şekilde çalışırlar. Verimsiz çalışmada toplumun gelişip büyümesine katkı sağlamaz. Bireyler huzursuz olunca kavgacı, kavgacı olunca da küçük veya büyük mutsuzluklar olmaktadır. Mutsuz, huzursuz insanların bol olduğu bir toplumda huzurlu bir yaşam sürmek akıl işi değildir.
Bu toplumu ben sen o… kısaca bizler oluşturuyoruz. Toplum bugün bozuk veya bozulmaya yüz tutmuşsa burada hepimizin az yada çok katkısı vardır. Toplum içerisinde davranış ve insanlık açısından ne haldeyiz? Bu soruyu ciddi olarak sormalı ve güzel bir toplum için kendimizi değiştirmeliyiz. Kavgacı bir insan yapısından barışçıl mutlu bir birey olmaya gayret etmeliyiz. Sorun üreten değil, gönüllere huzur getiren insanlar olmalıyız. Yozlaşan toplumun yozlaşan yobazlaşan insanları olmamalıyız. İnsanlar bize korkmadan, çekinmeden sevgi ile gelmeli. Sevgi ile gitmeliyiz. Sevgi ile açılmayacak kalp, açılmayacak kapı çok nadirdir. Eğer sevgimiz ve mutluluğumuz iflas ettiyse, huzursuz olan bir topluma bizlerde huzursuzluk katacağız. Kimileri bilerek, kimileri bilmeyerek bu huzursuzluğa düşüyor. Kimileri kötülüğün ne olduğunu bile bile bizleri o çamurun içine çekmeye çalışacak, kimileri nasihat ile engellemeye çalışacak.
Hayat yaşayan her insan için akıp gidiyor. İnsanlar iyi yada kötü aç yada tok bir şekilde yaşıyorlar. Maalesef artık birçoğumuz da helali haramdan ayırmadan öylesine yaşıyoruz. Oysa insanı insan yapan bu temel ahlaki ve dini değeri unuttuk mu? Yoksa unutmuş gibi mi yapıyoruz? Helal kavramını tutup bir kenara fırlatıp attık. Oysa insan denen varlık, helali haramdan ayırdığı sürece insan vasfına nail olmuyor muydu? İnsanı insan yapan unsurlar nelerdi ki? Fiziki varlığımızın diğer varlıklardan farklı olması mı? Yoksa birçok sosyo-psikoloji kitabında bahsettiği gibi yoksa sadece AKIL mıydı? Bizi asıl diğer varlıklardan ayıran temel etken neydi acaba? Akıl her insanda az yada çok vardır. Akıl yoksa zaten insanlıktan da mesul değildir. Elbette akılın varlığı en büyük delillerden bir tanesidir. Ki yaratan dahi akılı (beyini) fiziki vücudumuzda en üst tabakaya koymuştur. Fiziki vücudumuzun merkezine de kalbi koymuştur. Bu sıralama rast gele yapılmış bir sıralama değildir. Bugün akıl en büyük silahtır. İnsanlığı yok etmeye toplumları yozlaştırıp kanların akmasına neden olan en büyük silah. Zira günümüzde yetişmiş birçok ilim adamı zekalarını insanlığın yok olması için insafsızca kullanmaktadır. Bunun yanında insanlığın daha mutlu yaşaması için akıl yoran birçok ilim adamı da vardır. Bir nevi iyilik ile kötülüğün kavgası ilim dünyasında da sürüp gitmektedir. Az veya çok ilmimizle şimdi biz topluma neler katıyoruz düşünmemiz lazım.
Özellikle yirminci yüzyıldan sonra sosyal ilişkiler ve sosyal değerler bozulmaya başladı. İnsan ve toplumsal ilişkiler ne kadar bozulursa bozulsun, ilahi kudretin ne kanunları bozuldu ne de kanunları uygulanmaktan vazgeçildi. Çünkü her şeyin tek sahibi olan Allah, ne koyduğu kanunları kendisi çiğner, ne de herhangi bir varlığa çiğnetir. bu günlerde sık sık duyduğumuz ‘etme bulma dünyası’ dünyası mekanizması işlemeye başladı. İnsanlık kuruldu kurulalı bu kelime her daim hak olarak yerini bulmuştur. Ve sonsuza kadar da devam edecektir.
Bozulan toplum içerisinde manevi ilişkiler giderek azalırken maddi ilişkiler ve çıkarlar hızla artmaya başladı. Samimi içten bağlılıklar yolunup giderken, içinde haz olmayan sohbet dediğimiz laf kalabalıkları türemeye başladı. En basitinden kaçımız, çalıştığımız iş yerinde veyahut ailemizde sıcacık sohbetler eden insanlar olduk? Kaçımız özlenen, beklenen, aranan insan olduk? Yüreklerimiz sevgi ve muhabbetten uzaklaşınca hayatımızın da tadı tuzu kalmadı. Yani kısaca bizim de dünyamız ‘etme bulma dünyası’ na döndü. İyilik ekmedik ki iyilik görelim. Gönlümüz, aklımız sevgi ve muhabbetten uzaklaştıkça küf bağladı hayatımız. Küf tutan, kokan bir yüreğe sevgiyi, insan sevgisini, varlık sevgisini aşılamak artık ne kadar kolay yapılabilir inanın bilmiyorum? Şimdi verilen sevgi mayaları ne kadar tutar bilmiyorum.
Bundan on onbeş yıl öncesine kadar yamalı bir elbise ayıp sayılmazdı. Kimse elbisede ki yamalığa dikkat dahi etmez, herkes sözü sevgisi oranında ağırlanır yada horlanırdı. Şimdi bırakın yamalı elbise giymeyi, yeni nesil yama kelimesinin anlamını dahi bilmez oldu. Şimdi bir çoğumuzun dışı yaldızlı elbiselerle dolu. Oysa gönül dünyamıza kaç yamalık vurduk bilen var mı? Dışı yaldızlı içi yırtık viran olmuş, köhneleşmiş insanlar olmayalım. Köhneleşmiş yıkılmaya yüz tutmuş toplumlar olmayalım. Kalıplarımız kadar kalbimizi dilimizi güzelleştirmemiz lazım. Kalp sadece insan ömrünün süresini ölçen bir saat değildir. Kalp her şeyden önce Rahman’ın bakış yeridir. Bizler Rahman’ın bakış yerini ne kadar temiz ve güzel tutabiliyoruz? Yoksa Rahman bizden habersiz, bize bakmıyor unuttu mu bizi sandınız. Allah her insana kalbinin kazancını vermiyor mu? Allah ile, bireyler ile, toplum ile olan ilişkilerimiz düzelsin istiyorsak önce kalıbımızı değil, kalbimizi düzeltmemiz şart. Bunun için özellikle evlat sahibi insanlar evlatlarına eşlerine daha çok zaman ayırıp, daha çok sevgi ile muhabbet bağı ile bağlanmalıdır. Eğitim küçük yaşta oluyor. Atalarımız ağaç yaş iken eğilirdir diye boşuna söylemediler. Allah muhafaza ilerde yalan dolan üzerine yetiştirdiğimiz evladımızın hayatının nasıl güzel geçmesini bekleyebiliriz ki. Çünkü yalan dolan üzerine eğitim almış bireyleri değiştirmek imkansız gibi bir şeydir. Yalan, riya, hırsızlık, arsızlık v.b. gibi nefsin kötü afetleri ilaçla tedavi edilebilecek bir hastalık değildir. Bu kötü huylar insanı insanlıktan çıkarttığı gibi hayvanlıktan daha aşağı bir mertebeye düşürür. İlk eğitim çocuklarda başlanmalı. Çünkü saf ve temiz bir kalbe iyiliği işlemek çok daha kolaydır. Sevgiyle, sabırla usul usul güzel huyları evlatlarımıza öğretmeliyiz. Çünkü bu bireyler ilerde toplumu oluşturan yapı taşları olacaklar. Bu toplum hepimizse ve toplum olmadan yaşamayacaksak eğer, o zaman iyi bir toplumun oluşması için gayret etmeliyiz. İyi bireylerin olduğun bir toplum elbette iyilikler topluluğunu oluşturacaktır.
Çocuklara sonu gelmeyen uzun istek ve arzuları aşılamayınız. Çünkü insan oğlunun zamanı ömrü biter ama istekleri bitmez. İnsana sevgiyi öğretmeliyiz. Bunun için önce bizim sevginin ne olduğunu bilmemiz şart. İnsan ancak sevgi içerisinde sevgiyi öğrenir. İnsanlar yaşadıkları toplumun inanç değerlerine göre şekillenirler. Şimdi usul usul kaybetmeye başladığımız değerlerimizi inançlarımızı yeniden hatırlayıp, sıkı sıkı sarılmalıyız. Her birimiz toplumu oluşturan parçalarız. Toplum denen bu büyük gemiyi bizler oluşturuyoruz. Su alan gemilerden nasıl ki donanma olmuyorsa, kokuşmaya başlayan bir toplumda huzur olmaz. Kötü huylu bireyler ile toplumun felaha ermesi mümkün değildir. Sevgiyi öğrenen yaşatan bireylerden kavga şikayet değil, mutluluk duyulacaktır.
Doğruların yaşamasını istiyorsak eğer, öncelikle bizler doğru insan olmalıyız. Her şeye her varlığa karşı dosdoğru olmalıyız. Gerek toplumun mutluluğu, gerekse kendi mutluluğumuz için doğru insan olmazım şart. Bu nedenle yalandan, haramdan, kötülüklerden uzak duralım. İyiliği yaşaması için kötülüğün yaşamaması gerekli değil mi?
Önceden hayatın adı birlik, beraberlik, dirlik huzur idi. Şimdi adı mücadele olmuş. Kiminle neyle mücadele? Savaş mı çıktı? Gerek bizi gerekse toplumu huzura erdirmeyen işlerden uzak durmalıyız. Hiçbir iyiliği ve kötülüğü küçümsememiz lazım. Hem dünya, hem ahiret için paha biçilmez değerler kazanmak, kazandırmak istiyorsak eğer güzelliği, helali yaşatmamız şart. Bunun için birbirimizi sevmeli el ele gönül gönüle vermeliyiz.
Anne ve baba demek, evlat için her şey demektir. Duymak, görmek, bakmak, sevmek, nefret etmek demektir. Anne baba iyi bir ışık olursa eğer, yetiştirdiği yavrularının görmesine, bakmasına, mutluluğu duymasına sebep olacaktır.
Allah haramda hayır yaratmamıştır. Yalanda hayır yaratmamıştır. İnsanı öylesine yaratmamıştır. Anne babalar evlatlarına topluma ışık olmalı. Işık olmalı ki göz görsün. Körlükte, karanlıkta iş yapılmasın. Çocukların dünyaları karanlık üzerine kurulmasın.
Kıymetsiz insanlar olmayalım, çünkü kıymetsiz insanlar ne insanlığı ne de huzuru temsil edemezler. Vakit kaybetmeden başlamalıyız. Çünkü yarın çok geç olabilir. Bu güzel toplumun kirlenmesine, yozlaşmasına, içinde kardeş kavgaları barındıran bir topluma dönüşmesine müsaade etmeyelim. Helali, sevgiyi elimizin tersiyle itmeyelim. Çoğumuzun da bildiği gibi, cennet de cehennem de hak edilene veriliyor. Biz cenneti hak edenlerden olalım. Huzur ve mutluluk içinde kalmak istiyorsak gelin hep birlikte haramın hayalini kurmadan yaşayalım.
11.02.2010