HEY ÖMÜR
HEY ÖMÜR
İnsan, farkına varmadan nasılda yılları harcıyormuş hiç düşündük mü?
Daha dün gibi hatırlıyorum ilkokul yıllarımı,3 km yola karda, kışta sabah, akşam her gün o kadar yolu kimi zaman istemeden, kimi zaman sevinçle yürüdüğümü.
Küçüktüm, dünyayı tanımamıştım daha, bizim dünyamız küçüktü ama mutluyduk.
Hayallerimiz bile küçüktü, insan bilmediğini nasıl hayal etsin, biz ancak bildiğimizi ve görmek istediklerimizi hayal ederdik ve biz küçük şeylerle mutlu olmayı biliyorduk.
Mesela Anne Babamızdan zor bela çerçilerden aldığımız bir balon bile bizi mutlu ederdi… Çelik çomak oynamayı çok severdik, atari çıkmamış, çılgınca bilgisayar oyunlarıyla tanışmamıştık daha.
“Elim sende” der gülerdik, “birliğim birlik” der atlar, “kör ebe” der saklanırdık, oyunlar oynardık mutlulukla, bizim oyunlarımız bize hastı ve biz sanal değil, gerçek takılırdık.
Oyuncaklarımız çamurdan, tahtadan ve teldendi.
Televizyon bile yoktu yılda bir ilçeye inebilsek herkeste olmayan tek kanallı siyah beyaz televizyonu mahallece izlerdik. Sonra köye döndüğümüzde bütün mahalle çocuklarına günlerce anlatırdık. Bütün mahalle ve köy arkadaşlarımız merakla neler anlatacağımızı beklerlerdi izlediklerimizi arkadaşlarımızla paylaşmanın zevkine doyum olmazdı…
Ayda yılda bir lazım olan telefon görüşmesi için, telefon alabilmiş seçkin komşuların evine gider, telefonun kolunu bir-kaç kez çevirir, eğer santral memuresi çıkarsa (zordu ya) görüşeceğimiz telefonu söyler ve beklerdik. Çaylar, kahveler içilir ve ancak unutulmamışsa bağlanırdı. Daha çevirmeli-tuşlu telefonu görmemiş, cebimize girecek telefonları hayal dahi etmemiştik. Dedim ya bizim hayallerimiz de bizler gibi küçüktü.
Hayatımızı tümden değiştiren çok kanallı televizyonlardan sonra müthiş alet olan bilgisayarla tanıştık, İnternet’te sörf yaptık…
Çay, şeker, tüp ve gazyağı kuyruklarını gördük ve saatlerce kuyrukta bekleyenlerle ben de bekledim. Karaborsayı bile tattırdılar bana.
O zaman paralarımız bile küçüktü, ama değeri büyük.
Kıbrıs savaşını mahallede sadece bizde olan altı pille çalışan radyoda tarlada orakla ekin biçerken öğrendik. Molalarda tarla komşularımız yaşlı amcalar ajans dinlemeye gelirlerdi.
Erişkin olduk köyden çıktık indik şehre başka bir savaş bu defa; sağcı, solcu kardeş kerdeş’e düşman baba oğla küskün anları yaşadık.
Her ajansta sebepsiz yere öldürülen, kandırılmış vatan evlatlarının acı haberlerini duyduk ve gördük.
Bir sabah kalktık ihtilal olmuş, sağcılık, solculuk bıçak gibi kesilmiş o güne kadar akan kanın neden aktığını hiç anlayamadım.
O puslu yıllarda, hep özgür olmak istedim. Herkesin inandığı gibi yaşamasını ve söylemek istediğini, “birilerinin kulağına fısıldama dönemlerinin” bitmesini istedim.
Bu yıllar gurbette olmanın, darda kaldığın zaman gidecek birinin olmaması o çocukluk yıllarımda ne Annem nede Babam vardı yanım da nede dertleşecek içini dökecek bir arkadaşım vardı o acıları bire bir yaşadım.
Umutlarım vardı yıllarca, hayallerim, özlemlerim, beklentilerim… Ne çok hayalim vardı oysa ne çok umutlarım. Aşklarım, sevdalarım vardı ve hiç bitmeyecek sandığım çocukluk aşklarım.
Sonra dündük geldik memleketimize güzel umutlar ve hayallerle. İdeallerim vardı, bazı şeylere baş kaldırışım vardı. İlk siyasi görevimde coplandım neymiş benim görev belgem eksikmiş. Ve daha da hedeflerimi büyüttüm. Mutlaka siyaset yaparak bir şeyleri değiştirmeyi düşündüm…
Aşkımı, işimi, özel hayatımdan fedakârlık ederek memleketime milletime yararlı olma niyetim vardı, nasıl olsa bu her şeyi feda etmeye değer düşüncem vardı,
Her idealist insanın başına gelecek şeylerin farkına varmadan girdik baktık ki, kıskançlık, kin, nefret, istememezlik, “ben” merkezli insanların ayak oyunları, kendi çıkarlarını memleket çıkarlarından üstün tutması bizi bu sevdamızdan da vaz geçirme noktasına getirdi.
Bu arada yaşadıklarımı yazsam ne bir kitaba sığar nede bu insanlar bir daha sokağa çıkabilirler.
Bu zaman içinde ne dostluklar, ne ihanetler, ne güzel insanlar, ne kadar çirkin suratlar gördüm. Acı çektim, mutlu oldum, fakir düştüm, zengin oldum, başarılar tattım, başaramadıklarıma üzüldüm…
Tek tesellim hep dik durdum. Hiç kimseye hak etmediği değeri vermedim ve hiç kimseye basamak olmadım.
Nasıl geçtiğini anlayamadığım bu sürede anladığım tek şey fizik’en büyüdüğüm ve yaşlandığım. Her ne kadar daha hayallerim olsa da her yıl, saçlarıma düşen her ak, yüzümde inadına derinleşen kırışıklıklar, büyüdüğümü yüzüme haykırmak istiyor.
Yıllar harcamışım.
Büyümüşüm işte, hem de habersizce…
Habersizce neden büyüdüm ki?