- 991 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BALIKÇI NUSRET VE KURA NEHRİ / ARDAHAN ÖYKÜLERİ 83
Çok değil canım bir kaç zaman önceydi.
Celil Ağanın ve Güven Fırının ekmekleri papatya kokuyordu.
Laz İhsan da ekmek çkarırdı. Şimdiki Foto Paşa’nın dükkanı fırındı. Rasim Ustanın yedek parça dükkanından öngeydid ediğimiz periyod.
Bir balıkçı idi ki Nusret emi dillere destandı.
Suların ve balıkların kardaşıydı; hema, hema...
Kura’ya bir gün geçikseydi, uymasaydı, randevusuna riayet etmeseydi. Kura nehri o geçeyi, bu geçeye koymazdı ki; birbirine gitsin gelsinler.
Mazaratlık yapardı. Selini basardı. Kimseyi kimseye gitmeye müsaade etmezdi.
Yağmurluğunu eğninden çıkarmayan adamı çok severdi Kura nehri. Göle’den ilk çıkış kaynağı, çocuk sidigi kalınlıkta çıkardı. Amacı, sevmek ve sevilmekti." Vara vara vardım bir gardaşa" Kura kendine kardeş tutmuştu.
Nuso Emiyi...
Tekel bayii Sarı Telat ve kardeşleri Albino idiler. Kız kardeşi ve erkek kardeşin başları beyazdı kendisi gibi. Kalpleri de ak ve paktı.
Çocuğuz, albinoyu, ne olduğunu, ne bilelim!..
Beyaz Telat dükkanda altına yüksek bir istol yaptırmıştı. Boyu ufaktı.
Tek kanal televizyon devrinde: " Taksi" dizisi vardı bilirsiniz. Danny De Vitto, cüce bir oyuncu, oynardı. De Vitto tam cüce değildi: Ardahan ağzı tabiriyle; kındıldı; kıttıl...
Beyaz Telat’ta tekel bayiinde ona boy olarak, işmenlikte benzerdi, çok okşardı onu, olsa da o kadar olur.
De Vitto dizi de "Akasya taksi durağında oynayan " Zeki Alasya gibi akıllı başlı, ahil, sahil bir adamdı. Yönetiyor... Sevk ediyor... İdare ediyordu.
Müşterileri ve itirazlarını dinliyor. Eleştiri ve ikna yöntemini uygarlık merkezi cihetinde bir güzel kullanıyordu ki değme gitsin.
" Hağın uşağıdır, değme gitsin.."
De Vitto’nun istolu da Beyaz Telat’ın istolu gibi yüksek yaptırılmıştı. Tezgaha yetişiyordular çıkması ve inmesi müşkülat arz ederdi. Fakat hakim tepeden müstahkim tereklere göz ile erim sağladıktan özge herşey denetim altında kalırdı. Şimdi gelsin; alım-satım, müşteri memnuniyeti ve hayatın zevki, severek bilmek anlamak değil miydi?
Gelsindi!.. Gelsindi!...
- Buyrunnnnn! Gözüm otuzbeşliği sen mi istemiştin? gibi.
Terekte, rafta, Kulüp rakısı, Yeni rakı, kanyaklar.
Boş bir terek, baktığında bulamazdın, bakışını koyup; gözünü bir dakika dinlendirebileydin. Doluydu, ağzına kadar tıkılıydı Beyaz Telat’ın dükkanı. Işıklı Mehmet eminin dükkanıyla at başı yarışırdı.
Işıklı emi de bunu teyit etmişti.
Bir kaç sefer demişti.
"- İsmeyil eminin hanının civarı Telat’ın mahallidir. Ağabey Balcı’nın caddesi de benden sorulur."
Zimnen Beyaz Telat’ın dükenciliğini tasdik etmişti.
Işıklı Horasan’dan gelen varlıklı ve esnaf biriydi. İlk gül ekimini evinin önünde dikmekle Ardahan’a mostra oldu. Herkes " o top gülleri" yetiştirmeğe yeltendi.
Horasan, Meşhed; Mazandran gülistan değil midir ki? Acemistan edebiyattır. Gül, gülizar ve gülistandır. Gül isimleri: Gülhatun, Gülbahar, Gülyeter, Güleser, Gülpembe, Gülhanım, Gülfidan...
Gül ve bülbül sevgisi, gül bahçeleri, imaj haritalarının belki en baş bir iki motifidir.
Gülen az, güle naz
Vardım bizim ellere,
Ağlayan az, gülen çok.
Gülen az, güle naz.....
"Evi yıkılası soğuğun, üşüğü gene baş belası."
Nusret emi:
"- Telat bir Yeni Harman ver!.."
İstoldan teprenmesine lüzum yoktu. Sağ’a kolunu seğirterek cam vitrine dizilmiş cins, cins sigaraların başına sıralı Yeni Harman’dan birini çekti.
Nusret eminin bakışları hala Selver Azeri’nin dükkanına cihet dizili vitrinin cigaralarındaydı. "Bahar" hafif, yumru ve ince sırım cigaraydı. Tor atacaktı: Yetmezdi. Yenice: Ağaların tüccar ve mal-davar sahiplerinin içtiğiydi. Parası birşeylik değildi dayanmazdı meret kalenin tarafından Kura’ya girip, buzu kıracak tor serpecekti. Dayanmazdı. Ne soğuk dumana ne de duman soğuğa başederdi.
Yeni Harman yumru ve sarı tütünden yapılamazdı. Jean Gabin; Fransız sinema sanatçısı severek içerdi kahverengi tütünleri. Bu da o markaydı, jitan gibi... bir kahverengi tütünden cigara yine vardı, evet: Gelincik oda rağbet görür bir cigaraydı.
Sert tütünü aldı. Çıktı dükkandan Nusret emi. Ateş yakacaktı. Torbasına gazete, çıra ve aş’tan, ekmekten öteberi doldurmuştu. Günaydın gazetesi eki Saklambaç’ın eski sayılarını Telat emi tıkmıştı. Çakmak taşımıyor ve haz etmemişti. Kav, malazlar kibriti alır ve yekte, yedekte kullanırdı.
Yol da oğlu Bahattin’i gördü. Çarşıda buluşacaklardı. Evde öyle planlamışlardı. Hatta Gülerek:
" - Evde ki hesap çarşıya uyar mı; Bahattin?"
Bahattin de:
" - Uyar Baba, niye uymasın." demişti.
Gülüşmüşlerdi.
Akşama, akşamlık levazımatı aldı. File dolusu al-verden sonra kale’ye doğru yöneldi. Demir, eski köprü tahtaların üstünde, yürüyerek geçti. Tahtalar kırıktı. Ayağını kalçasına değin salan oluyordu. Kırık, çıkık onlarca gırla... Ezelhan dayı’ da: "Niye Allah’ın kulu değil mi?" O da ekmek yiyecekti... Ezelhan dayı bazen ölmüşlerinin hayrına para almazdı. Olandan göynünden kopandan...El tutanın eli tutulur kabilinden.
Nusret emi kıyıya çektiği kayığında alet, edavatını saklardı. Muhafazaya almıştı böyle denebilirdi. Kimse: Hiç bir Allahın kulu birşeysine ne el vurur nede dokunurdu. Allah şahittir. Ardahanlılar ve Hallefendi’nin insanları onu beğenir hemi de severdi.
Beyaz Telat emi Ankara’ya göçtü. Soğuk hava yaramıyordu. Alagöz doğumlu olduğuna eminiz. Tanrıverdiler’den miydi? Akrabaları mıydı? Ağabeyinin ismi Hacı idi ve maliye teşkilatına uzun yıllar hizmet etti. Oğlu Mevlüt abi lise de bizden bir veya iki sınıf üsteydi. Sabahları derse geçiktiğimizde Nuretttin amca’nın çayevi- kantininde rastlaşırdık. Çaylarımızı öderdi. Ağabeylik ederdi. Bonkör gençti.
İsmeyil eminin hanı diye geçen; memaliki emlak-i metrukeden handır. Atlar, at arabaları, yaylılar buraya bağlanırdı. Üstü lokantaydı, dükkandı. Sıkça alınır satılırdı. Kiracılarıysa kimler, kimlerdi ki: Telat’tan sonra restoran açıldı. Devr, devr derken Hoçuvanlı Süfyan dayı, uzun bir zaman zarfına sığmayacak boyda restoran çalıştırdı. Oğlu Jokey ile işletmeyi yürüttüler. Ön ve arka cadde de iki restoran yaman etti. Bozkurtların restoran ve Süfyan’ın restoranı. Ekrem abi hem aşçı hemi işletmendi. Garaja arka kapıyı açtı. Yolcu ve şöförler ingildetircesine mekanı çalıştırıyordu. Yemeğin hepsi, çorbalar keza ızgaralar ve hamur işiler, sulu ve tatlılar...
Yarım asılı kat’a el yıkama yerinden çıkılırdı. Garajdan Haşim Avşarların caddeye lokantanın içinden geçerdik. Ekrem Abi, Gölebertli Enver dayı, Mirza abi, ufak kardaşı bişey demezdiler. Kestirme yol bulmuştuk. Altgeçit, üstgeçit, bu da yangeçitti.
Posof’a kalkacak: Posta arabasını bir "tango" adam bekliyor. Yemeğini yedi. Kahvesini yudumluyor şimdi. Fırın kebabını beğenmişti. Sulu ve parmak iriliğinde et ve aynı kıyımda doğranmış patates ile yapılırdı. Ardahan spesiyali gibiydi. Başka şehirlerde yapılır mı? Yoksa bunu Urfalı Sadık usta mı getirmişte rücah etmişti?
Teyp, walkman yok. Tango adam, deliler gibi çılgıncasına dinlediği Terry Jacks’in "Seasons In The Sun" şarkısını Türkçeye çeviriyordu. Defterine baş köşeden yazarak çeviriyordu.
Şarkıyı yazan: Jaques Brel, Yeniden yazan: Mc Kuen. Bir daha yeniden yazan: Terry Jacks
GÜNEŞTEKİ MEVSİMLER
SEASONS IN THE SUN
Goodbye to you my trusted friend
Elveda sana güvenilir dostum
Weve known each other since we were nine or ten
9-10 yaşımızdan beri tanırız birbirimizi
Together weve climbed hills and trees
Birlikte tırmandık ağaçlara, tepelere
Learned of love and ABCs
Aşkı ve alfabeyi öğrendik birlikte
Skinned our hearts and skinned our knees
Kalplerimizi ve dizlerimizi yaraladık
Goodbye my friend its hard to die
Elveda dostum ölmek çok zor
Jokey’in restoranı, Beyaz Telat’ın yerini yadırgamamış. Oturmuştu. İş yerleri altı ayda yerine yerleşir diye inanış vardır. Ardahan esnafı geleneksel bir maziye dayanır. Cengiz Çeliğin dükkanında nohut tanelerinden bir dizi olurdu. Loncalar evresinden intikal bir adetti.
Jokey işyerini oturttu. Süfyan efendi ayrıca Mal Al-verini yapıyordu. Dağa celep sürmüştü. Yetmiş tane tosunu Kısır dağına sürmüş ve üç çobanı başına bırakmıştı. Bomba patlamıştı. Süfyan Efendi parlayan yıldız gibi Ardahan iş camiasında tanınmağa başladı. Lokanta maaşallah giren, çıkan haddi, hesabı yok.
Süfyan efendi, sabah erden Mal-meydanına ufak al-verini yapar, ekstra malları da dağa çocuklarla uğurlardı. Öğlende lokantaya gelirdi. Jokey; sebze halinden meyve, üzüm mevsimlik ne bulmuşsa, Binali Gündoğdu’dan almıştır. Stoklamış olurdu. Ufak şeyleri de Havzer Demirci’den garsonların eline yazdığı pusula ile mutfağa yığdırır. Küçük bir toplantıyı çalışan aşbaz, komi, garson, bulaşıkçısı ile yapar öğlene hazırlanırdı.
Yunus Avşar’ın dükkanında asteğmen bir dişçi muayane açmıştı. Diş çektirmeğe orada idim.
Dişçi:
- Ardahan bereketli yer ve zengin diyar. Elinde fast- food yiyen kimseyi görmedim. Herkes lokantada yiyor. Bu merakıma mucip oldu demişti. Dişimi iğne ile uyuşturmuştu, bekliyoruz. Jokeyin lokantasına yekinerek akın akın giden milleti seyrederken; gayri ihtiyari bunları mırıldanmıştı.
Lokanta da boş masa bulamazsın kaşık sesleri, çatal tıkıltısı ve Ati Ustanın siparişleri garsonlar tamamdır yerine geçen " ÇEK!", "ÇEK! " deyişi...
Tatlılar gelir yenir ve son posta garson’un sözüde:
- Çay sööyliiiyimmiiii!
- Söyle ola anasını satiiim.
Kırmızı, tavşan kanı kırmızı sıcak çay damaktaki yağı alır götürür. Son lezzeti bünyeye hapsederdi. Lavaboda el yıkanır. Hesap ödenirdi. Jokey müşterisine afiyetler diledikten başka kolonya tutar ve karanfil alsın diye tabağı uzatırdı. Müşteri pelür kağıtla ağzını sildiğinden çöpü aranmaktadır. Kürdanı, pelürü çöp kutusuna atıp çıkardı. Kapının ağzında kaldırımın başında ulu kavak vardır. Hala ona alttan başlar bakmaya ta göğe uzatanacak göz süzerler...
When all the birds are singing in the sky
Gökyüzünde tüm bu kuşlar şarkı söylerken
Now that spring is in the air
Havada bahar varken
Pretty girls are everywhere
Her yerde güzel kızlar gezerken
Think of me and Ill be there
Beni düşün ki orada olayım
We had joy, we had fun
Neşelendik, eğlendik
We had seasons in the sun
Güneşli mevsimler geçirdik
But the hills that we climbed
Ama tırmandığımız tepeler
Were just seasons out of time
Zamanı biten mevsimlerdi
Goodbye Papa please pray for me
Elveda Baba, lütfen bana dua et
I was the black sheep of the family
Kara koyunuydum ailenin
You tried to teach me right from wrong
Bana doğruyu öğretmek için çok çalıştın
Too much wine and too much song
Çok fazla şarap ve çok fazla şarkı
Wonder how I got along
Nasıl geçindiğimizi merak ediyorum
Goodbye Papa its hard to die
Elveda Baba, ölmek çok zor
When all the birds are singing in the sky
Gökyüzünde tüm bu kuşlar şarkı söylerken
Now that spring is in the air
Havada bahar varken
Little children everywhere
Her yerde küçük çocuklar gezerken
When you see them, Ill be there
Sen onları gördüğünde, ben de aralarında olacağım
We had joy, we had fun
Neşelendik eğlendik
We had seasons in the sun
Güneşli mevsimler geçirdik
But the wine and the song
Ama şarap ve şarkı
Like the seasons have all gone
Tıpkı mevsimler gibi hep gitti
We had joy, we had fun
Neşelendik eğlendik
We had seasons in the sun
Güneşli mevsimler geçirdik
But the wine and the song
Ama şarap ve şarkı
Like the seasons have all gone
Tıpkı mevsimler gibi hep gitti
Goodbye Michelle my little one
Elveda Michelle küçüğüm
You gave me love and helped me find the sun
Bana aşkını verdin ve güneşi bulmama yardım ettin
And every time that I was down
Ve her dibe vurduğumda
You would always come around
Hep yanıbaşımdaydın
And get my feet back on the ground
Ve ayağımı yere bastırdın
Goodbye Michelle its hard to die
Elveda Michelle ölmek çok zor
When all the birds are singing in the sky
Gökyüzünde tüm bu kuşlar şarkı söylerken
Now that spring is in the air
Havada bahar varken
With the flowers everywhere
Heryer çiçeklerle dolmuşken
I wish that we could both be there
Dilerim orada olabiliriz hepimiz birden
YALÇINER YILMAZ
08/02/2010- GEBZE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.