- 521 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KAYBOLUŞUN ÖYKÜSÜ
Aylardan nisandı. Bahar bütün güzelliğiyle hissettirmişti kendini.
Kuşlar sevgi ve muhabbetle ötüşürken, çiçekler tozlarını arılara,
kokularını ise doğaya büyük bir cömertlikle ve karşılıksız
sunuyorlardı. İnsanların da cömertlikte, sevgide ve muhabbette
kuşlardan ve çiçeklerden kalır bir yanları yoktu. Sevgi ve güven
duyguları, güçlü dostluk tohumları ekmişti insanların her an bahara
benzeyen kalplerine. Bu sıcak kalpler Sevgi, güven ve dostluğun
yuvalarıdı. İşte doğa her bahar bu üç ayrılmaz arkadaşın (dostluk, güven, sevgi) eşliğinde
canlanır, güzelliğini tüm canlılarla paylaşmak için varını yoğunu
feda ederlerdi.
Yine böyle bir nisan ayının mutlu sabahında üç arkadaş kendilerinden
bir parça serpmek için çıkmışlardı doğaya. İçinde yaşadıkları
doğanın –insan kalbinin- bu doğa kadar güzel ve sıcak olması için ne
çok uğraşmışlardı. Şimdi onlar güzel kokulu çiçeklerin, güzel sesli
kuşların arasında dolaşırlarken bunları düşünüyorlardı.
Birden garip bir yaratık gördüler. O’nu daha önce buralarda hiç
görmemişlerdi. Bu garip şeyin hali de pek perişan görünüyordu. Garip
yaratık ağlayarak onlara doğru koşuyordu. Bizim kötülük bilmez üç
arkadaş hemen iyilik ellerini uzatıverdiler yabancıya. Yabancı
kendini tanıttı ilkin. Adı yalandı yabancının. Kendini bin bir türlü
dil dökerek acındırdı onlara. Çok yalnız olduğunu ve bu yüzden çok
mutsuz olduğunu söyledi yalan. Dostluk atıldı ilkin:
“Ben senin iyi bir dostun olabilirim. Ver elini bana, sen hiç üzülme
ve mutsuz olma” dedi. Sevgi ve güven dostluğa katıldılar. İçinden
kıskıs gülen yalan onların arkadaş olma teklifini kabul etti. Üçünü
de duygu sömürüsü yaparak kandıran yalan büyük bir dörtlü
olabilceklerine inandırdı onları.
Eski üç arkadaş yeni gelen arkadaşlarına yaşadıkları sıcak yuvayı
gösterdiler. Eğer onlar bilselerdi yalan ne demektir alırlar mıydı
aralarına hiç? Gerçi güven biraz tedirgindi ama sezdirmedi hiç
kimseye.
Üç arkadaşının yuvasına giren yalan çaktırmadan hiç kimseye,
beraberinde getirdiği iki tohumu serpti sevinçle. Bu iki tohum
kıskançlık ve nefretten başkası değildi. Böylesine sıcak ve temiz
bir ortamda çabuk büyüdü nefret ve kıskançlık. Öyle büyüdüler öyle
büyüdüler ki sevgi, güven, muhabbet ve dostluk adına ne varsa yemeye
başladılar. Onlar yedikçe bu güzel duyguları heybetleri daha da
arttı. Artık doğaya ve insanların kalplerine hükmeder oldular. Onlar
yüzünden insanlar birbirlerine güvenmez oldular. İnsanların kalbinde
iyilik namına hiçbir eser kalmadı. Anneler bile yavrularını sevmez
oldular onlaın yüzünden.
Yalan, kıskançlık ve nefret savaş açmışlardı dostluk, güven ve
sevgiye karşı dahası doğaya ve bahara benzeyen insan kalplerine
karşı.
her şeyin rengi beyazken siyaha dönüştü zamanla. Yalan ve tayfası
girmedik kalp bırakmadılar. Onların yüzünden topraklar kanlarla
sulandı. Denizler onların pis artıklarıyla doldu. Ağaçlar meyve
vermez oldu. Kuşlar bile artık eskisi gibi ötmez oldular.
Dostluk, güven ve sevgi bu savaş ortamında kaybetmişlerdi
birbirlerini. Birbirlerini bir bulabilseler belki daha da
güçlenecekler, yalan ve tayfasını altedecek planlar
kurabileceklerdi. Çok pişmanlardı o yabancıya el uzattıkları için.
Ama nerden bileceklerdi ki o yabancının kötülük temsilcisi olduğunu.
Çok saftılar ve hesapsızca teslim oluyorlardı her şeye.
Aylardan yine nisandı. Güven yapay bir çiçeğin yapay gölgesinde
bağdaş kurmuş otururken birden karşıdan gelen arkadaşı dostluğu
gördü. Sevinçten deli olacaktı nerdeyse. Ama yerinden kalkamadı.
Gördükleri karşısında donakalmıştı. Hayır bu olamazdı. dostluk yalan
ve tayfasıyla kolkola girmiş kahkalarla gülerek kendisine
yaklaşıyordu. Dostluk onu da çağırdı yanlarına. Güven gözyaşları
içinde reddetti. Sevgiyi sordu güven. Sahi o neredeydi? Dostluk şuh
bir kahkaha attıktan sonra:
Sevgi öldü dedi. Ben yıllarca sizi aradım ama bulamadım. Şimdi seni
buldum ama seni kolun kanadın kırılmış buldum. Ben eksik bir
arkadaşla birlikte olamam dedi ve yine gülerek ayrıldı güvenin
yanından.
Güven rüya mı gördüm diye bakındı etrafına ama maalesef gördüğü rüya
değil, gerçekti. Tek başına kalmıştı güven. Tek başına hiçbir kalbe
giremezdi ki. O olmadan da insanlar bu hallerinde kurtulamazlardı.
Kimse birbirini kıramaz, kimse birbirini öldüremez, dahası kimse bu
kadar adi ve duyarsız olamazdı olaylar karşısında.
Ağladı güven hem de katıla katıla ağladı. Kenetlendi her bir yanı. O
böyle ağlarken dostluğa benzer bir ses duydu. O’na sesleniyordu
birileri. Başını kaldırdı ve sevgi dostluğa benzer bir şeyler gördü.
Bir onlara benzetiyor bir benzetemiyordu. Gelenler güvenin
ağlamaktan kızaran gözlerine bakarak konuştular:
Biz yeni dostlarınız. Bu çağın dostluk ve sevgi duygularıyız
dediler.
Ama güven güvenmedi onlara. Çünkü gözlerinde yalandan, nefretten ve
kıskançlıktan parçalar gördü. Katılmadı onlara.
Şimdi insan kalbi soğuk, karanlık ve yapay sevgilerle doldu. Ne
zaman güven gelirse bu haneye o zaman duracak bütün kötülükler.
Güven belki ölmedi sevgi gibi. Yok olmadı dostluk gibi. Ama kolları
kırık, umutları yıkık ve harabe gibi kaldı güven.
İnsanlar gün geldi kalplerindeki karartıdan, soğukluktan ve
sevgisizlikten rahatsız olmaya başladılar. Kurtulmak için bu
durumdan durmadan güveni arayıp durdular yıllar boyu. O’nu bulabilen
kalpler sevgi ve dostluğu da yeniden canlandırabildiler.
Birbirlerini güzel kalplerde bulabildi bu üç arkadaş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.