- 745 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
.
Nazan Hanım, az önce eve gelen eşi Engin Bey i hiç keyifli görmemişti! Zaten son dört beş aydır kocasının durumu hep aynıydı. O güler yüzlü, konuşkan adam gitmiş, yerine asık suratlı, sinirli, içine kapanık birisi gelmişti. Kaygılı bir şekilde kocasının yanına gidip:
“Hoş geldin Engin” dedi. Sonrada 0’nu teselli edercesine
“Yeter artık. Nedir bu halin? Bak böyle yapmaya devam edersen hasta olacaksın! Allah büyük. Her şey düzelir İnşallah” dedi.
Aslında Nazan Hanım, eşi Engin Bey’in neden bu hale geldiğini çok iyi biliyordu. Ticaretle uğraşan Engin Bey’in son dönemlerde işleri iyice bozulmuş ve piyasaya bir sürü borcu olmuştu.
Annesinin yanında sessizce duran evin sekiz yaşındaki tek oğlu Kerem de babasına çekinerek bakıyordu. Eskiden olsa babası daha kapıdan girer girmez O‘na koşar boynuna sarılır, gün boyu okulda yaşadıklarını büyük bir sevinçle anlatırdı. Ama babası son zamanlarda anlayamayacağı kadar çok değişmişti! Yaptığı her şeye bağırıyor, olur olmaz azarlıyordu kendisini. Babasıyla yaşadığı o eski mutlu günlerini çok özlemişti. Artık ne akşamları babasının omuzlarını çıkıp oyun oynayabiliyor, ne de beraberce derslerini yapabiliyorlardı. Babası gelir gelmez odasına çekiliyor, annesi ve kendisiyle hiç ama hiç konuşmuyordu.
Yemekten sonra Nazan Hanım mutfakta tek başına sigara içen eşinin yanına geldi.
“Engin sana bir şey söylemek istiyorum!” dedi üzgün bir sesle.
Bu arada odasının kapısı açık olan Kerem de annesiyle, babasını dinliyordu.
Nazan Hanım konuşmasına devam etti.
“ Bugün Kerem’i doktora götürdüm biliyorsun. Doktor, O’nun çok ağır üşüttüğünü söyledi. Yazdığı ilaçları hemen kullanmaya başlamamız gerekiyormuş. Reçeteyi eczaneye götürdüm fakat ilaçlar çok pahalıydı alamadım. Biliyorum, sende Bağ kur primlerini yatıramadığın için yazdıramıyoruz da! Canını sıkmak istemiyorum, ama bu ilaçları nasıl alacağız Engin? Diye sordu çaresizce.
Engin Bey’in yüzünü ıstırap dolu bir hal almıştı. Zor anlaşılan bir sesle:
“Demek oğlanın durumu kötü öyle mi?” dedi. Sonrada “Bir saniye diyerek” yavaşça kalkıp yatak odasına gitti. Yarın ödenmesi gereken bir senet için, arkadaşından borç para almıştı. İçinden bir miktarını alıp eşinin yanına geldi.
“Nazan al bunu, yarın sabah hemen Kerem’in ilaçlarını al olur mu.” dedi ve düşünceli bir şekilde odasına yöneldi.
Ertesi sabah, Nazan Hanım yanına Kerem’i de alarak eczaneye gitti ve ilaçları alıp eve geri geldiler.
Fakat, eve geldikten yaklaşık yarım saat sonra Kerem annesine belli etmeden ilaç poşetiyle dışarı çıktı. Aradan on beş dakika geçmişti ki Kerem elleri boş bir şekilde eve geri döndü.
Akşam olmuştu. Yemekten sonra Engin Bey oğlu Kerem’e bakıp:
“Ne yaptın oğlum, ilaçlarını içiyorsun değil mi?” diye sordu.
O an Kerem’in yüzü kıpkırmızı oldu! Başını öne eğerek
“Hayır baba ben oları içmek istemiyorum çünkü çok acı. Hepsini dışarı attım zaten” dedi korkarak!
İşte o an, aylardır bunalımda olan Engin Bey kendini tutamayarak oğluna tokat attı! Hızla yere düşen kerem başını setçe yere vurdu!
Olanları seyreden Nazan Hanım şok olmuştu!
“Engin sen ne yaptın, çıldırdın mı?” diye bağırdı ve yere savrulan Kerem’i kaldırarak odasına götürdü. “Oğlum bir şeyin var mı? Bir yerin ağrıyor mu diye” telaşla sordu.
Kerem bir yandan başını tutarak içli içli ağlıyor, bir yandan da “Babam kötü birisi” değil
diye sayıklıyordu.
O gece Nazan Hanım, Kerem’in yanında yatıyordu. Odanın kapısı gecenin bir yarısında sessizce açıldı! Gelen Engin Bey’di. Yavaşça oğlunun yanına çömeldi, kahrından perişan olmuştu. Oğlunun saçlarını okşarken gözlerinden oluk oluk yaş boşalıyordu. “Allah‘ım ben böyle bir şeyi yavruma nasıl yaptım? Keşke ellerim taş olsaydı da sana değil kendime vursaydım. Affet oğlum.. Affet beni. Affet artık kendini kaybeden zavallı, ama sana canını verecek babanı.”
Bu arada Nazan Hanım göz yaşları içinde kocasını izliyordu. Aslında kocasının ne kadar merhametli olduğunu çok iyi biliyordu. Ama, şu an kötü giden işlerinden dolayı eşinin içine düştüğü bunalımın onu bambaşka biri yapmıştı, bununda da farkındaydı. Kocasına belli etmeden gözlerini kapattı ve daha da katlanan acısını içine akıtmaya başladı.
Sabah olmuştu. Az önce işe gelen Engin Bey’in telefonu çalmaya başladı. Arayan Nazan Hanım’dı. Sabah erken saatlerde Kerem rahatsızlanmış hastaneye kaldırmışlardı! İlk muayeneyi yapan doktor, Kerem’in başına aldığı ağır darbeden dolayı beyin kanaması geçirdiğini söylemişti.
Yirmi dakika sonra, Engin Bey çıldırmışçasına hastaneye gelmiş, hızla merdivenleri çıkıyordu. En sonunda oğlunun yattığı yoğun bakım ünitesine geldi. Fakat, bu sırada ağlayarak feryat eden Nazan Hanım’ın söylediklerine inanamadı! İnanmak istemedi!
,Nazan Hanım acı içinde:
“Gitti yavrum, gitti Kerem im” diye haykırıyordu!
O gece canlarının bir parçasını, hastanenin en soğuk odasına koyup yasla evlerine döndüler.
Kahrından ayakta durmakta zorlanan Engin Bey, oğlunun odasına girdi. Masada gülerken çekilmiş oğlu Kerem’in resmi duruyordu. Titreyen elleriyle aldı, hıçkırıklara boğulmuştu gene. Resmi öpüp koklamaya başladı. Bir müddet sonra resmi yerine bırakırken gözüne oğlunun günlüğü takıldı. Oğlu en son yazını dün yazmıştı. Kalan son takadiyle okumaya başladı:
“Babam, dün ilk kez bana tokat attı! Biliyorum işleri çok kötü para kazanamıyor, o yüzden hiç mutlu değil. Olsun ben onu çok seviyorum. Aldığım bütün harçlıkları Onun için biriktiriyorum. Bunlarla babamın borçlarını ödeyip, onun omuzlarında eskisi gibi oynamak istiyorum. O yüzden, dün annemin aldığı ilaçları zorda olsa eczaneye geri götürdüm. Onların parasını da canım babamın borçlarını ödemek için biriktireceğim.”
YORUMLAR
Mustafa Bey yine içten ve samimi bir yazıydı. Hayatın gerçeklerini öyle güzel anlatıyorsunuz ki. Yaşadığınızı düşünmeden edemiyorum. Malesef bu gibi olumsuz durumlar, en çok çocukları etkiliyor. anlatımınız akıcı ve çok güzel. kutluyorum.. sevgiler...
Mustafa Sakarya
Bu olaylar o kadar çok ki... Psikologların, sosyologların, davranış bilimcilerin halkı bu yönde aydınlatmaları gerekirken, yazık ki bu görevi yazarlarımız üstleniyor; kurgu ya da gerçek öykülerle bilinçlendirmeye çabalıyorlar.
Güzel ve ders dolu bir öykü idi... Kutlarım...
Selamlar...
Mustafa Sakarya
ADAŞIMIN AHVALİ BENİ ÜZDÜ.
KENDİ YAZDIĞIM "GARİPLER" ADLI ÖYKÜYÜ HATIRLADIM.
GÜZEL KURGU.
TEBRİKLER.
Mustafa Sakarya
hayatın içinden ülkem gerçekleridirki
duyarlı bir yürek gerçeğe birebir bir
kurguyla bize sunmuş...ve yorum yapan tüm dostlar gibi
duygulanmamak elde değil...
teşekkürler kardeşim seni okumak inan büyük keyif.
her dem sevgive saygılar.
Mustafa Sakarya
Yaşlılık belirtisi midir,sulugözlülük müdür bilmiyorum.Normal midir onu da bilmiyorum.Ama ağlama günümüz olduğu kesin.
Her ay eksilen (Kapatıp,kaçan) tanıdığım atelyeler görüyorum.İşyerinden makine kaldıran "icra" yı seyreden çocukları azarlıyorum.Alacağını alamayan işçilerin,işyeri sahibine bıçak dayadığını biliyorum.6 ay önce , bir başkasının işyerinde, kendisini astığını biliyorum.Bulunduğum sanayi sitesinden görünen küçük kesitler bunlar.Ya görünmeyenler...Öykünüzde anlattığınız binlerce ailenin yaşadığı...Eşler,çocuklar...
Kriz teğet geçiyormuş...
Kimi?
Kaleminiz daim olsun.Varolun hep.
Selam,saygı.
kurtoviç tarafından 1/28/2010 11:11:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
öffff mustafam........kurguda olsa.......burktu beni......sulu gözlüyümdür.......bence yaşlılığın en güzel belirtisi gözyaşlarının bir bahaneyle akması ......sağol bunuda başardın.....kalemin eşsiz......sayfanı çok seviyorum...bu zor günlerde
o güzel uslubunla ...hem...güldür hem ısıt bizi.....saygılar.....
Mustafa Sakarya
Etkikendim...
Öyle çok ki, işlerin olumsuz gidişatından dolayı ,babasının omuzunda oynamayı unutan çocuk sayısı.
Annesinin ,babasının sıcacık elini tutup, doyasıya gülmeyi, eğelenmeyi umutla bekleyen, çoçuklarla doldu etrafımız...
Dilerim kimse, Kerem'in durumunu yaşamasın...
Yazdıran yüreğinize, kaleminize sağlık
Selamlar ve saygılar
Mustafa Sakarya
Bu gün galiba ağlama günümüz. Günümüzde çokca yaşanmaya başlayan olayların en kötü şekilde sonuçlananı bu olsa gerek.
Dilerim kurgu olsun. Fakat bu tür huzursuzluklar, günümüzün gerçekleri olmaya devam ediyor. Ne yazık ki...