- 1000 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
yemin olsun...
Duvarlar bir bir yıkılmaya başladı sanki üstüme. Sessizlik köşe bucak kaçıyordu çığlıklarımdan. Dünya almış başını dönüyordu çılgınca. Sensizlik başımı döndürüyordu, artık seçemiyordum kaderin bana ördüğü koyu kara geleceği… ve ben, bu ağın içinde çaresizce çırpınıyordum. Senden gelecek bir el bekleyerek… ama…
Hiç ayık gezmeyen bir sarhoş gibiydi yüreğim. Ayıldığında başlayan sızılarını dindirmek için sürekli içiyordu. Sanki meylerle söndürmeye çalışıyordu giderken bıraktığın yangını. Bütün çabaları boşunaydı, içtiği her kadehle o yangın körükleniyordu sanki. Ne yapsa ne etse söküp atamıyordu ki içindeki sensizliği.
Şimdi…
Sonu olmayan bir yolda yürüyorum, sonu var belki de… bir uçurumun başladığı nokta bu yolun sonu olur. Bense çıplak ayaklarıma batan dikenlere aldırmadan yürümeliyim bu yolda…
Evet! Sensizlik, hayatımın bittiği yerde başlamalıydı; tıpkı hayatın sende başladığı gibi… unutmadım, ben seninle gözlerimi açmıştım dünyaya; hiç unutmadım ki, bir yudum nefesi senin gözlerinden içmiştim. Ellerimden tutup yürüten sendin beni. Alışmıştım her düştüğümde sana tutunup ayağa kalkmaya, inanmıştım acıyan dizlerimin sen öpünce iyi olduğuna.
Kara gözlerinden, sımsıcak doğan güneşte ısıtmıştım ruhumu. Sensiz geçen bir günde bile mum ışığı gibi titrerdi ayazda kalan yüreğim. Gözlerim, pencerede gelişini beklerdim aç, susuz. Bir sana acıkır bir sana susardım. Her dakika bir asır gibi gelir, geçmek nedir bilmezdi. O an bütün saatler mi duruyor diye düşünürdüm. Sen geldiğinde sımsıkı sarılırdım sana; bütün özlemimi biranda bitirmek ister gibi…
Neden mi bu kadar çok sevmiştim seni?
Çünkü sen, yüreğimde usulca kopan kıyamete rağmen gelmiştin. Tam ölüyorum derken bana can verendin. Teninde dirilmişti ölü bedenim ve nefesinle yerleşmişti seni seven bu ruh, bu bedene.
Sonra gittin sen…
Bir yarımı koparıp gittin. Sol yanıma inen felçle hissetmedim önce yokluğunu meğer giderken cananı değil, canımı alıp gitmişsin. Sandım ki gelirsin, sandım ki katil değilsin; ruhumu bedenimden ayıracak kadar… Benim taptığım, uğruna ömrümü adadığım adam sen değildin sanki.
Sızlamadı mı yüreğin arkanda dağ gibi bir enkaz bırakırken. İçin acımadı mı gözümden akan yaşları izlerken oysa bir damla göz yaşım için yağmurlara kafa tutardın.
Öğrendim…
Dalgalar isyanıma ıslık çalarken öğrendim gelmeyeceğini. Gökyüzü boşaltırken sensizliği üzerime, ben iliklerime kadar üşüyordum hasretinle. Bu gidişinin geri dönüşü olmadığını rüzgar vurdu yüzüme meğer sen bana gitmek için gelmişsin.
Sustum…
Sessiz harflerle, acı acı sövdüm rüzgara. Dalgalara şikayet ettim seni. Yetmedi, dinmedi içimdeki öfkeli kasırga. Neden! bu aşk denen savaşta tek şehit bendim? Neden! sadece benim umutlarım işgale uğramıştı? Suçum seni ölümüne sevmek miydi? Senin taş kalbinin hiç suçu yok muydu?
Yokluğunla ateşten bir gömlek giydirdin bedenime. Sanki azgın alevlerin arasında tek başıma kalmıştım, bedenim değildi yüreğimdi yanan ve ben üşüyordum. Sensizlik sarmışken beni çepeçevre ben, seni arıyordum dumanların arasında. İçime çektiğim sensizlik ciğerlerimi yakıyordu. Ben, sensiz yavaş yavaş ölüyordum
Giderken sen…
Küflü bir hançer saplasaydın seni seven şu yüreğime ya da can damarımı kesip atsaydın. O zaman böyle acı çekmezdim belki. Bir kere ölürdüm, bir kere acırdı canım.
Giderken sen…
Öldürseydim keşke seni; nasıl olsa, aşk değil savaştı bu… ellerimle ayırsaydım ruhunu bedeninden. Çekip alsaydım göğsünden taş kalbini. Son kez bakan o yalancı gözlerini ellerimle kapatsaydım…
Sonra…
Diz çöküp başucuna, saatlerce ağlasaydım; oyuncağı kırılan bir çocuk gibi durup dinlenip ağlasaydım öldüğüne. Sonra ellerimle kazsaydım toprağını, gözyaşlarımı çamurlu ellerimle silip içim acıyarak bıraksaydım seni kara toprağın arasına.
Acırdım…
Belki de çok… ama senin başka kollarda olduğunu bilmek kadar acıtmazdı canımı ölümün. Her an her dakika tekrar tekrar öldürmezdi beni bu acı. Bir kere saplanırdı yüreğime ayrılık acısı ve ben bir kere ölürdüm. Seninle birlikte, senin yanında…
Ve sana yemin olsun ki…
Artık bitecek bu çok ölümlerin. Ben bir kere öleceğim… bu ölüm yavaş yavaş değil koşar adım olacak…
YORUMLAR
tebrikler
katre_i matem tarafından 1/27/2010 7:58:54 PM zamanında düzenlenmiştir.
katre_i matem tarafından 1/28/2010 12:22:14 PM zamanında düzenlenmiştir.
efsun dalya
ilgi ve özeninize teşekkür ederim....
sevgiyle....
Sonra…
Diz çöküp başucuna, saatlerce ağlasaydım; oyuncağı kırılan bir çocuk gibi durup dinlenip ağlasaydım öldüğüne. Sonra ellerimle kazsaydım toprağını, gözyaşlarımı çamurlu ellerimle silip içim acıyarak bıraksaydım seni kara toprağın arasına.
Acırdım…
Belki de çok… ama senin başka kollarda olduğunu bilmek kadar acıtmazdı canımı ölümün. Her an her dakika tekrar tekrar öldürmezdi beni bu acı. Bir kere saplanırdı yüreğime ayrılık acısı ve ben bir kere ölürdüm. Seninle birlikte, senin yanında…
Ve sana yemin olsun ki…
Artık bitecek bu çok ölümlerin. Ben bir kere öleceğim… bu ölüm yavaş yavaş değil koşar adım olacak…
.........
öyle bir çığlıktır
ki
tüm bedenindeki tüm hücreler tıkar kulaklarını..
sadece onlar duyyordur bu feryadları...
acımasızca bırakıp gidenin yüreği taş kesmiştir...
anlamsız ve kaskatı bir taşş....
tebrik ederim...
yüreğimle...
efsun dalya
kayıp kentte karanlık güneşim
susmayan çığlıklarım sebebim
senden sonra hükümsüzdür bedenim...
vakit ayırıp beni okuduğunuz için teşekkür ederim...
sevgiyle...