Ütopya
Kızıl çöllerimizin kıvrımlarına düşürdüğümüz güneş,
Yağmurun ilk damlasındaki hüznümüz,
Ve korkularımızın duraksızlığındaki telaş...
Kimi anlarda gövdesine sırtımızı dayamışken, soluduğumuz ağacın kokusu,
Hatta kilim tezgahında rengin üstüne başka bir renk atabilmek için, umarsızca
parmaklarımıza dolanan ipliğin vefalı dokusu...
Bir çocuğun, gökyüzünün engin derinliğine yükselen balonlara meraklı bakışındaki tebessüm,
Ve yine aynı çocuğun göğsüne, haince saplanmış şarapnel parçasının tüm düşlerini kırmızıya boyaması...
Derler ki “ütopya” hayaldir geçer, aklının ücra köşelerinden geçerse incitir. Ah, ne kadar boş ve ne kadar dolu çizilir düşlerimize, med-cezirler... Bilmezler mi insan, dalganın kıyıya tepkisi kadar yüksek ve hırçındır çoğu zaman... Vurabildiği ölçüde kendi demine ve aitsizliğine, tüm coğrafyaları altüst eder.
O an, çıkmaz sokağa kıstırılmış bir suçluya benzer zamanın gözleri, her an kaçacakmış gibi bakan, baktıkça sıkışan...
"Tarih, ütopya’yı yazmaya başladığında..." diye bir cümleye adım atmak, ilk yanlıştır. Çünkü tarihin özü, ütopya kavramının perspektif gücünden doğmuştur. Hatta ütopya, insanın yaradılışıyla ortaya çıkmış ve en yararlı besin kaynağını yine insandan almıştır.
İnsanoğlu, yaşamsal varlığını, kendi gerçekliğine bağlı olarak sürdürür. Bu anlamda ; duygusal, düşünsel ve fiziksel boyutlarda varlığının yokolma tehlikesiyle karşılaştığı anda, duygularının düşünce gücünü tetiklemesiyle, "ütopya"yı tanımaya başlar. Bu tanışma, olabildiğince yüksek karmaşıklığı içinde son derece etkin bir sadelik de taşır. Ve insan, işte tam da o vakit yapabileceklerinin sınırına doğru koşmaya başlar. Bu enerji, kabuslarla dolu rüyanızdaki tek kişilik maratonu andırır. İçinizde muazzam bir istek, alnınızda boncuk boncuk ter ve bacaklarınızdaki o yorgun titreyiş... Adeta, siz koştukça yol bitmemekte aksine giderek çok daha fazla uzamaktadır. Çok iyi bilirsiniz ki durduğunuz an, aynı coşkuyu ve enerjiyi bir daha bulamayacaksınız... Oysa gözleriniz bir yandan da geride bıraktıklarınızda kalmaktadır.
Bu yüzdendir ki çok insan, ütopya ile tanışma balosuna isteksiz gelmiş bir konuk olmayı tercih eder. Bir bakıma bu hayal şölenine nedensiz gelmiştir ama bir an önce gitmek için, salonun çıkış kapısına en yakın köşede durur. Unuttuğu bir şey vardır ki o, kapıya yakın durdukça sadece kendi gücünü inkar etmiş olacaktır.
Şimdi isterseniz gözlerimizi, penceremizdeki saksıda sakince bekleyen çiçeğe çevirelim ve parmaklarımızla saksıyı dolduran toprağa dokunalım. Toprağın, çiçekle ve saksıyla nasıl bütünleştiğini hissedebiliyor musunuz... Ya da ansızın kapı zilinin çalmasıyla beraber tüm duyularımızın yer değiştirdiği o anı düşünün. Sevincimizin yarıda kaldığı veya gözyaşlarımızı silerek kapıya koştuğumuz o anı hatırlayın.
Kim bilir belki de sizin ütopyanız, bu kısacık an’da saklıdır. İlginçtir ki an’da oluştuğu için toplumsal boyutta çok da ciddiye alınmayan "ütopya", geniş bir açıya sahiptir. Dolayısıyla ciddiyetsizlik karşısında tüm gücünü gerçeklikten
alır. Ve bizleri en çok da beklentilerimizin bittiği anlarda ziyaret etmeyi sever. Dokunamaz, göremez ve duyamayız çünkü soyuttur. Ama kesinlikle hissedebiliriz çünkü "ütopya" yaşamsal varlığımızın labirentlerinde yani ; yürek, akıl ve duyuda inşa edilir.
İçimizdeki bu önemli yapı taşını keşfettiğimiz an, yaşam ve ölüm karşımıza dikilir.
Sonraki adımda seri bir diyaloğun başladığını kim, hangi nedenle yadsıyabilir ki…
Yaşam, size neyi fısıldamaktadır ya da ölüm bir kez daha neyi anımsatmaktadır?
Cesaretinizle korkularınızın birleştiği yerde misiniz?
Yoksa hala onları birbirinden uzaklaştırma gafletinde misiniz?
Umutlarınız, gereksiz bir telaş içinde savruluyor mu?
Yatağınızdan kalktığınız andan itibaren "dün" hala aklınızda mı?
Ve “yarın”, daha şimdiden sizi olabildiğince endişelendiriyor mu?
Herşeyden vazgeçmenin ilk adımında ; sevdiğiniz tüm insanların ya da henüz tanışmadığınız bir yabancının, sevgiyle dolu bakışı, öfkesi, hüznü, acısı ve neşesi, durduk yere ansızın ilişiyor mu kirpiklerinize?
Dahası, yaşadığınız tüm olumsuzluklara rağmen sokaklarda haykırılan ; “özgürlük”, “emek”,”barış” ve” insan’ca yaşam” sloganlarının aslında size dair olduğu, hiç dikkatinizi çekti mi?
Başınızı "evet" anlamında sallıyorsanız, hoşgeldiniz!
Gözlerinizi "hayır" diye çeviriyorsanız, kendinizi bir kez daha dinleyin!
Dudaklarınızda "bilmiyorum" tereddütü varsa, hemen şimdi en sevdiğiniz ezgiyi duyumsayın ve sadece yürümeye devam edin. Çünkü eninde sonunda "ütopya" yoldaşınız olacaktır!
miNe güLtepe
YORUMLAR
Ütopik olarak adlandırdığımız, kişisel tasarı ve öngörüdür aslında. Gerçekleşebilirliği, yine beynimizde kendimizin, yakınlarımızın veya kamusal alanlarda oluşturulmuş, amalı, fakatlı sanal duvarları yıkabilmemize bağlıdır. Çok güzel bir anlatım. Yüreğine ve kalemine sağlık yoldaşım. Saygıyla.