- 743 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
.
Ocak ayının sonlarıydı. O sene, kışın en çetin olduğu zamanlardan biri yaşanıyordu. Damlardan aşağı doğru sarkan buzların boyu neredeyse bir adam boyunu buluyordu.
İcra Müdürlüğü’nün arabası, buz tutan yolda bir süre ilerledikten sonra tek katlı, oldukça eski, çatısı tamamen karla kaplı bir gecekondunun önünde durdu. Arabadan önce haciz memuru, ardından da, elinde haciz dosyasıyla bayan katip indi. Beraberlerinde, herhangi bir mukavemetle karşılaşılırsa diye bir de polis memuru getirmişlerdi. Aradıkları adres, yani ödenmeyen senetler için haciz yapacakları ev burasıydı. Yerde uzun süredir temizlenmediği için neredeyse buzlaşmış karlara basa basa kapının önüne gelip, zile bastılar. Bir kaç dakika sonra kapıyı, soğuktan üşüdüğü her halinden belli olan on iki, on üç yaşlarındaki bir kız çocuğu açtı. Bayan katip, adının Meryem olduğunu öğrendiği küçük kıza,
“Annen ya da, baban yok mu?” diye sordu.
O sırada, içeriden güçlükle yürümeye çalışan otuz yaşlarında bir bayan geldi kapıya. Bayanın yüzünde büyük bir üzüntü ve yılgınlık vardı. Gelenleri bir teslimiyet ezikliğiyle içeri buyur etti. Evin buz gibi soğuk oluşu bayan katibin ve haciz memurunun hemen dikkatini çekmişti. Bayan katip, karşısında duran bitkin haldeki, adının Goncagül olduğunu elindeki dosyadan bildiği bayana:
"Goncagül Hanım, sanırım eşiniz müvekkilimizin işyerinden bir katalitik sobayla, bir de televizyon almış. Beş aydır da hiç ödeme yapılmamış. Size gerekli bütün tebligatlar yapılmış olmasına rağmen, hiç bir görüşme ve anlaşma olmamış ve borçta ödenmemiş. O yüzden şimdi borcu karşılayacak kadar, evdeki eşyalarınızı haczetmek zorundayız." Dedi.
Bayan katip bunları söylediği sırada içerideki odadan küçük bir bebeğin ağlama sesleri işitildi. Goncagül telaşla kalkıp,içeri odaya doğru gitti. Biraz sonra döndüğünde elinde daha dört günlük olan bir bebek vardı. Goncagül, battaniyeye sardığı bebeğiyle beraber kanepenin ucuna doğru oturdu. Bu arada gözlerinden sessizce akan yaşlar yanağına doğru süzülmeye başlamıştı. Bir eliyle bebeğini tutmuş, bir eliyle gözyaşlarını siliyordu. Başını öne eğip, ağlamaklı bir sesle konuşmaya başladı.
Bir süre sonra Goncagül’ün anlattıklarından dolayı bayan katip ve haciz memurunun gözleri dolmuştu. Bayan katip, her ne kadar buna benzer bir çok haciz işlemi gerçekleştirse de şu an gördüğü manzara ve Goncagül’ün anlattıkları içini burkmuştu. Goncagül’ün kocası, hiç bir sosyal güvencesi olmayan bir inşaat işçisiydi. Bundan beş ay önce yine bir inşaatta çalışırken, çıktığı iskelenin dördüncü katından düşüp ölmüştü. Ne Goncagül’ün, ne de kocasının doğru dürüst hiçbir yakınları yoktu buralarda. Goncagül komşuların yardımıyla, iki çocuğuna bakma mücadelesi veriyordu. Kocası ölmeden önce kışın doğacak bebeği üşümesin diye bir mağazadan katalitik soba almıştı. Ve beraberinde bir de kızı Meryem’in yalvarmalarına dayanamayarak küçük bir televizyon. Sonrada taksitlerini ödeyemeden ölmüştü. İşte haciz memuruyla , bayan katibin buraya geliş sebepleri de bu ödenmeyen senetlerden dolayıydı. Fakat şu an gördükleri acı manzara karşısında vicdanları haciz yapmaya bir türlü elvermiyordu. Bayan katip o an ne yapması gerektiğine karar veremedi. İşinin gereği olarak yapması gerekenle, vicdanı arasında gidip geliyordu. Yanında çalıştığı avukatı aradı:
"Alo, Şeref Bey, ben şu an haciz işlemi yapacağımız evdeyim. Fakat burada çok mağdur durumda bir bayan var. Eşi de beş ay önce vefat etmiş" deyip orada gördüklerini bir bir avukata anlattı. Ardından da.. "Ne yapalım?" diye sordu.
Avukat Şeref Bey, sert ve umursamaz bir şekilde, "Almadan önce düşünselerdi. Biz önümüze gelene acırsak, bu işi nasıl yapacağız? Sen gereken işlemi yap, para edecek ne varsa hepsini yazıp, kaldırın." dedi.
Bayan katip şu an belki de hayatının en zor haczini yapmaya başlamıştı. Evde zaten doğru dürüst para edecek eşya da yoktu. Evde para edecek olan tek eşya buz gibi olan evi ısıtmaya çalışan katalitikle, küçük Meryem’in yorgana sarılıp seyrettiği televizyondu.
Akşam olduğunda, bayan katibin çağırdığı nakliye arabasının evdeki katalitiki ve televizyonu götürmesinin üzerinden saatler geçmişti. Goncagül loğusa olduğu için oldukça bitkin haldeydi. Bu arada, giden katalitikten dolayı neredeyse donmak üzere olan Meryem annesine sıkı sıkı sarılmış ısınmaya çalışıyordu. Hava karardıkça evin içi daha da buza kesmeye başlamıştı. Salonda kurulu odun sobasında yakacak bir dal odunları da yoktu. Goncagül tamamen çaresizdi. Artık aylardır kendine yardım eden komşularından bir şey istemeye yüzü de kalmamıştı. Ellerini iki yana açıp yakarmaya başladı:
"Allah’ım...Allah’ım.. Benim senden başka kimim var? Ben önemli değilim, ama şu iki yavrumun hatırı için bana yardım et. Ne olur Allah’ım.. Sen yardım etmezsen kim eder? Yalvarırım Allah’ım beni bir başıma çaresiz bırakma.."
Goncagül bir şeyler yapmalıydı yoksa çocukları soğuktan donacaktı. Kucağındaki bebeğini kızı Meryem’e teslim etti. Meryem’de tıpkı küçük bir anne gibi kardeşine sarılarak onu nefesiyle ısıtmaya çalıştı. Goncagül loğusa haliyle yerinden zar zor doğruldu. Üzerine bir şeyler giyip dışarı çıktı. Akşamın ayazında, güçsüz ve takatsiz haliyle nereye gideceğini bilmeden yerdeki karlara bata çıka yürümeye başladı. Soğuk havada herkes erkenden evine çekilmişti. Yürüdü.. Yürüdü. Ne yapacağını bilmeden deli gibi saatlerce yürüdü. Fakat bir süre sonra aklına çocukları geldi. İkisi de aç ve perişandılar. "Şimdi soğuktan donarlar" diye düşünüp bu kez de tekrar eve doğru hızlıca yürümeye başladı. Tam bahçenin kapısından gireceği sırada küçük bir odun parçası gözüne ilişti! Kalem boyundaki bu küçücük odun parçası karanlıkta ışıl ışıl parlıyor, sanki "Hadi beni al yak.. Hadi beni al yak" diyordu. İşin tuhafı Goncagül kapıdan çıkarken bu odun parçası yoktu orada. "İyi ama bu küçücük odun parçasıyla ev hiç ısınır mı ey Allah’ım? Bir dakika da yanar geçer" diye söylendi o an kendi kedine. Ama buna rağmen yine de almak istedi. Odunu almak için eğildi, odunu tutup kaldırmaya çalıştı. Fakat, şu an, bu küçük odun o kadar ağırdı ki bir türlü yerden kaldıramıyordu! Hayretler içindeydi... Güçsüzlüğünü o anki loğusalığına bağlamak istedi.. Tekrar denedi. Bu kez güçlükle de olsa odunu yerden kaldırıp, eve çıkardı. Çocukları artık buz gibi olmuş, neredeyse donmak üzereydiler. Çaresizlik içinde o bir parça odunu eline alıp, "Allah’ım bu bir parça odun belki kendini bile ısıtmaz, ama sen dilersen her şey olur" dedi ve sobaya atıp tutuşturdu. Sonrada çocukların yanına geldi. Onları kollarının altın alıp var gücüyle ısıtmaya çalıştı. Sıcak nefesini, yüzlerine, ellerine üfledi. Ama olmuyordu.. Zaten tükenmiş bedeni kendini bile ısıtmıyordu. Artık o kadar halsiz kalmıştı ki çocukların sarılı bir şekilde uykuya daldı.
Saatler geçmiş sabah olmuştu. Goncagül uyandığında ter içerisindeydi. Evin için hamam gibi sıcacıktı. Hemen koşup sobaya baktığında gördüklerine inanamadı! Sobadan gözleri kamaştıracak bir ışık saçılıyordu etrafa. Sobanın boruları sıcaktan neredeyse kıpkırmızı olmuştu. Zorlukla sobaya yanaşıp kapağını açtı. İçine baktığında, akşamdan attığı o küçücük odun parçası, halen bir yanar dağ gibi alev alev yanıyordu.
YORUMLAR
Mustafa Sakarya
Çok güzel bir öykü. Aslında bu gibi olaylar çokça yaşanıyor. Gerçek yardıma ihtiyaçları olanlara kimse yardım etmezken, Onlar kendilerini köşe bucak gizlerken, hiç ihtiyacı olmadığı halde yeşil kart alanlar. Güzelim evliliğini, babadan kalma maaşı almak için, kâğıt üzerinde bitirenleri duyup görünce, İnsanın isyan edesi geliyor. Ben boşuna sevmemişim bu kalemi. Çok güzel di yine.
Tebrikler... sevgiler...
Mustafa Sakarya
Evet ; bu iç yakan öykünün finali yoruma açık. Ben ; kadının çocuklarıyla birlikte donarak öldüğünü ve gördüklerinin ölüm sonrasıyla ilgili olduğunu düşündüm..
Mustafa Sakarya
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" demiş bir hadisinde Peygamber efendimiz.
Bu hadisi bilipte vicdanlarını rahatlatmak isteyen Goncagül hanımın komşuları, akrabaları bizi tanımayanı bizde "tanimayruk" Temel mantığıyla ayna tutmaktadırlar bize aslında.
[Saatler geçmiş sabah olmuştu. Goncagül uyandığında ter içerisindeydi. Evin için hamam gibi sıcacıktı. Hemen koşup sobaya baktığında gördüklerine inanamadı! Sobadan gözleri kamaştıracak bir ışık saçılıyordu etrafa. Sobanın boruları sıcaktan neredeyse kıpkırmızı olmuştu. Zorlukla sobaya yanaşıp kapağını açtı. İçine baktığında, akşamdan attığı o küçücük odun parçası, halen bir yanar dağ gibi alev alev yanıyordu. Ve o alevlerin içinden kendisine bakan kocasının gözü yaşlı yüzünü görüyordu.. ]
Hocam yalnız final sahnesi fazlaca yoruma açık durmuyor mu biraz. Sanki enişte bey bu işlerin müsebbibiymiş gibi alevlerin içinde. Mazallah sırat imtihanında ikmale kalmış gibi. Biraz aykırı yorum oldu, lakin finaldeki sahnenin bende bıraktığı ilk intiba bu oldu.
Güzel bir çalışma idi, tebrik ediyorum
Saygılar, selamlar
Mustafa Sakarya
Güzel duygusal bir çalışma. Ne yazıkki bu durumda olan çok insan var. Gösteriş için, eğlence için, amaçsızca harcadığımız bunca kaynaklardan bu insanlara aktarılsa eminim herkes mutlu olur. Yüce Allah (c.c.)'ın hikmetinden de sual olunmaz. O ne isterde olmazki.
Mustafa Sakarya
Okurkan içim sızladı,hikaye olsa da, gerçek hayattan bir kesit taşıyor.Çok güzel, bizleri çevremizdeki ihtiyaç sahiplerini bulup ,yardıma yönlendirmeli,saygılar.
Mustafa Sakarya
çok güzeldi sabah sabah hüzünlendim ama
değdi doğrusu yüce mevlamın işinden sual olunmazmış.
tebrikler kardeşime.
Mustafa Sakarya
KURGU BİLE OLSA,YAŞAMDAN BİR KESİTTİ OKUDUĞUM VE İÇİMİ BURKAN...EYYY İNSANLIK ÖLDÜNÜZMÜ !!! DİYESİ GELİYOR AKLIMA YALNIZCA VE ÇARESİZCE.KUTLUYORUM.