- 1034 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Ölümün Cevabı Yok!..
Sıcak bir yaz günü. Ağrıya yakın bir köye diyanete bağlı ve geçici görevli olarak gönderiliyoruz. Gidip gitmemek konusunda med-cezir oynarken,sonunda karar veriyorum ve bir arkadaşla yola çıkıyoruz nihayet. Yol boyunca aklımla oynaşan bir sürü dağınık düşünce, bir birleriyle söyleşip duruyorlar öylece.
Zaman zaman da" iyimi yaptım ki acaba?" diye sorup duruyorum sürekli olarak kendime. Uzun bir yolculuğun ardından,önce kasaba da misafir olarak bir süre konaklıyoruz. Bir zaman sonra, muhtarla beraber bir kaç koli eşyayı köy arabasına yükleyip, "Haydarkom" adındaki bu yere gitmek için yola çıkıyoruz. Vakit öğlene yakın bir zaman.
Yarım saatlik bir karayol seyrinin ardından patika yola sapıp, yüksek taşlarla örtünmüş dağların eteklerinden suskunca süzülüyoruz köyün tarlaları arasında. Son virajıda dönüp, yüz metrelik mesafeden köyü görebiliyoruz en sonunda. Araba tam caminin karşısındaki bu toprak evin önünde duruyor. Kocaman bir meydan burası. Güneşin kızgınlığı iyiden hissettiriyor kendini . Kokusu ve sıcaklığı tanımadığım bir yabancı gibi.
Toprağa ayağımı basıyorum nihayet. Bir an, tuhaf bir pişmanlık sarıyor içimi. "Ne kadarda yabancısıyım buraların... Allahım! Nasıl yaparım buralarda ben!.." diye soruyorum kendi kendime?..Şaşkın şaşkın etrafta gözlerimi gezdirirken,bir anda bütün çocuklar karşımda beliriyorlar aniden. Neşe dolu,cıvıl cıvıl hepside... Etrafa gülücükler dağıtıp utangaç bir ifade ile yüzüme bakıyorlar derinden. Öyleki, kalbimin en içine saplanıyor bakışları birden. Kurşunsuz vuruluyorum sanki ben.
Gözlerimdeki nem,bir ateşe dönmüştü birden...Hislerim birbiriyle çarpışıp,bana geri dönüyordu yeniden. Emindim!Tarifsiz acıyordu canım.
Şehir çocuklarından ne kadarda farklı bir halleri var. Onlar daha minicikler... Kiminin ayağı çıplak,kiminin saçları dağınık... Kiminin elinde bir çubuk,kiminin elinde kuru bir ekmek var. Esmerleşmiş tenlerinde,asil bir umut saklıyorlar. Onlar, benden daha çok şey biliyor ve bana ne çok şey öğretiyorlar. Gözlerimin umuda kilitlendiği an,çocukların gözlerinde can bulduğum o andı. Batıdan gelmiştim ama,doğuda batmış bir güneş vardı. Tıpkı bu mekan gibi, o güneşinde çok yabancısıydım.Çevirip başımı yürüdüm...
Eve doğru yöneldim sonra. Çocuklar, bir bayram sevinci içinde hala koşuşturuyorlar ardımda. Son kez yüzlerine bakıp,girdim tahta kapıdan içeriye. Kapının cırıltıtlı sesi,kulaklarımı okşayıp geçmişti.
Burası,topraktan yapılma ve çatlak çatlak duvarların üstünde kalın kalın odunlarla örtülmüş, bir kaç göz yerdi. Bir sürü oda var burada. Ama hiç birine ev denecek bir durum yoktu ortada. Başımı ellerimin arasına alıp, sırtımı yasladığım duvarın dibine yığıldım sessizce. Tam karşımda odanın penceresi vardı. Ama alt camlar buzlu olduğundan,üstteki kareden sadece dağın tepesi görünüyordu.
Kendime itiraf etmekte zorlansamda,pişmandım. Tam "dönmeliyim" diye aklımdan geçiriyordumki,kapıda bir ses belirdi...Bu sekizinci sınıfı yeni bitirmiş bir kızdı. Saçları belinden aşağıya kadar dökülmüş,yanakları çilli,yüzüme derin derin gülen insan,muhtarın en küçük kızı Ümran"dı.
"Hoşgeldiniz abla!" diyerek, içeri girdi. Sonra bana dönüp,"Size yardım etmeye geldim ben!" dedi. İçeri girer girmezde hemen süpürgeyi aldığı gibi, toprak zemini süpürmeye başladı. Şaşırmıştım. Karşımdaki bu çocuk,anlatılmaz hayat doluydu.
Kısacık bir süre içinde toparlayıp her yeri, su getirmek için köy meydanında bulunan çeşmeye koştu. Bize yardım etmekten ne kadarda çok mutluluk duymuştu. Gözlerinden okuyordum bunu. Etrafı toparladıktan sonra, derin bir tebessümle "ben artık gideyim abla... Bir ihtiyacınız olursa eğer, seslenin bana. Koşup gelirim hemen! diyerek, çıktı ve gitti.
O gidince, derin bir hesaplaşma başladı içimde. Bir süreliğine yaz kursu ve sosyal alanda hizmet için kalacaktık bura da. İçimdeki bu hesaplaşmanın adı neydi peki? Buradaki insanlar,benim din kardeşim değilmiydi. Yaşantımız ve kültürümüz farklı olsada,bizler aynı dine mensup değilmiydik. Onların ömür boyu yaşadıkları bu zorluğu,ben geçici bir süre yaşayamazmıydım peki?
Günler bir biri ardınca akıp gidiyordu. Yaşam koşulları bize göre gerçekten çok zordu. Bazan dayanılmaz bir yalnızlık yaşıyorduk. Ama,bu içimizdeki yalnızlıktı sadece. Köy halkı, çok sıcak ve candan davranıyordu bize. Misafirperver ve çok yardım sever bir halleri vardı. Bunuda her fırsatta ispat ediyorlardı samimi olarak.
Köydeki sağlık ocağında tek bir doktor veya hemşire olsun yoktu. Terör korkusu yuzünden,kimseler uzun süreli kalmıyorlarmış buralarda. Her gelen sağlıkçı kısa bir süre içinde geldiği gibi geri gidiyormuş. Okullar yakında açılacak ve öğretmenler gelecekti . Yeşim ve Eda öğretmen görev için gelmişlerdi. Birde Mustafa öğretmen vardı. Haftaiçi köyde, hafta sonu kasabada kalmayı tercih ediyorlardı.
Geleli iki ay gibi bir zaman olmuştu. Bizde, zamanla yavaş yavaş alışmıştık bu duruma artık. Her sabah erkenden başlıyordu buralarda hayat. Gün, dağların eteklerinde gelinciklerle koklaşırken,insanlarda düğün şenliği tadında bir telaş ve koşuşturma başlıyordu. Koyun ve kuzuların yaşadığı şenlik,içimizi bir hoş ediyordu. Bin tane koyun içindeki her kuzu,koşturup şirince buluyorlardı annelerini. Hayvan dahi olsa,yapması gerekeni akledip biliyordu.
Her sabah adresi belirsiz hanelerden gelen taze ekmek kokusu,mesd ediyordu insanı. Ömrüm boyunca duymadığım bu güzel koku,bir süre sonra soframda bana armağan olarak sunuluyordu. Yıllardır ölümle anılan bu topraklarda,dostluk ve insanlık hakimdi. Peki, bizi düşman kılan neydi?
Ramazan ayının ilk günüydü. Akşama az bir zaman kalmıştı. İftar için yemek hazırlamak gerekiyordu. Malzemeyi hazırlamış ve tencereye bir miktar yağ koymuştum. Tam o esnada kapı çalmıştı. Köylülerden biri,tepsinin içinde bir kaç çeşit yemek ve taze ekmek göndermişti. Bir anda art arda diğer bir kaç evdende yemek gelmişti aynı anda.
Kendi kendime, "bilsem yemek hazırlamaya koyulmazdım" diye söylendim bir an. Sonra,malzeme ziyan olmasın diye,tencerenin içine kızarması için lokmaları koymaya başladım. Tam çevirdiğim esnada,tenceredeki lokmanın patlamasıyla,kızgın yağ olduğu gibi yüzüme savruldu birden.
Attığım çığlık hala kulaklarımda...Şanslıydım. Çünkü,sağ elimin dış yüzü, yağın yüzüme karşı sıçramasına engel olmuştu. Ama sağ elimin üzeri tamamen yanmıştı. O an sadece yüksek bir sesle bağırdığımı hatırlıyorum. Parmaklarımda ki bütün deriler,sıyrılıp çıkmıştı. Sesimi duayan bir çocuk, bir anda herkese haber etmiş ve köyün yarısına yakını hemen gelmişti. Öyle bir telaşları vardı ki,hemen bir taksi çağırtıp, iftar vakti ilçeye ulaştırmışlardı beni. Gecenin bir bölümünü hastanede geçirmiştik o akşam..Döndüğümüzde saat 23-40 sularıydı. Elim iyileşinceye kadar beni asla yalnız bırakmamışlardı.
Buralarda sık sık elektrik kesilir, yağmur yağardı. İşte o gecelerde yalnızlık korkutuyordu bizi. Muhtar kızlarını gönderip yalnız kalmamıza izin vermiyordu.
Yine öyle bir geceydi. Muhtarın büyük kızı Nuran bizimle kalmaya gelmişti. Uzun uzun konuştuk onunla. Bir şeylere öfke duyuyordu, belliydi..."Lise"yi neden okumadın?" diye sordum ona. "Okusam ne olacaktı ki abla?" dedi bana. "Neden?" diye tekrar sordum. "Bize yaşama hakkı vermiyorlar ki" diye cevap verdi.
"Neden böyle düşünüyorsun Nuran,bu doğru değil ama" dedim. "Hayır!" dedi. Bilmiyorsunuz...Gittiğimiz her yerde dışlayıp insan yerine koymuyorlar bizi. Yanılıyorsun Nuran,böyle bir şey olamaz!.. dedim. Hayır!.. Gerçek bu dedi. Annemi hastaneye götürmüştük bir gün...Dil bilmiyor diye doktor çok azarlamıştı onu.
"Herkes aynı olmaz ki ama" dedim. Hayır abla!.. dedi. Biz daha küçüktük o zamanlar... Dağdan gelip para ve erzak istiyorlardı bizden. Babamgillerde devlete karşı oldukları için,onlara vermek istemiyorlardı. Köy evinden jandarmayı arıyorduk bizde. Onlar gelincede,siz dağdakilere yataklık ediyorsunuz diyerek,erkekleri toplayıp götürüyorlardı.
Daha sonrada askerler açık açık gelip evlerimizi basmaya başladılar. Bize zorunlu olarak sofra hazırlattırıp, yiyip içiyorlardı. Sonra, ailelerin içinden istedikleri kişileri seçip,şu karşı tepede kurşuna diziyorlardı. Benim en büyük ablam, işte tam o tepede kurşunla öldü. Bu sözü söylediği an,gözleri kıpkırmızı olmuştu ve canı çok yanıyordu.
Sonra,"biliyormusun abla, şu an gelip beni alsalar, bende çıkarım dağa"dediği an, şok olmuştum resmen. Sen ne dediğinin farkındamısın Nuran? diye sordum...Bunu nasıl söylersin ablacım? Bu devlet sizi tabii ki seviyor... Sevmemiş olsa, köye okul ve sağlık ocağı yapmış olurmuydu hiç?
İyide abla! dedi. Sağlık ocağımız var ama, tek bir doktor olsun görevini yapmıyor burada. Ayda bir öğretmen değiştiriyor okulumuz. Kimseler buralarda kalmak istemiyor. Bizim suçumuz ne peki! Kürt olmakmı?
Saatlerce konuştuk onunla. Hiç bir şekilde, samimi olarak inandıramadım onu. Bir an kabul edip,sonra hemen vazgeçiyordu fikrinden. En son dönüp, "Nurancım! Bende bir Türk değilmiyim?" diye sordum... Gülümseyerek..."Evet, Sen Türksün abla!" dedi.
Bende mi çok kötüyüm peki? diye tekrar sordum...Hayır!.. Sen çok başkasın abla" diye devam etti. Hayır!.. "Ben çok başka değilim" dedim. Bütün Türkler aynı. Ama tabii ki iyiside olacak,kötüsüde. Bu ülke bizim..! Hepimizin..! Öyle değilmi? Anlamıyormusun Nuran,bizi parçalayıp, bölmek isteyenler var! Buna izin veremeyiz! Vermemeliyiz!
Bir senin düşünmenle olmaz abla diye ısrarla devam etti. Öyle çok aldatıldık ki,askerler gelip evlerimizi bastı...Yaktı yıktı...İnsanlarımızı kurşuna dizdi...Bunları nasıl unutalım biz...Bize başka bir şans vermediler. Bundan böyle özgürlüğümüz için bizde dağlarda mücadele edeceğiz...
Üzerine daha fazla gitmek istemedim...Fikri değişmeyecek gibi görünüyordu...Bir zaman sustum...Sonra gözlerinin içine bakıp ona dedimki, dağa çıkınca ilk olarak ne yapacaksın Nuran...Bunu biliyormusun peki ? "Onların yaptıklarını yapacağım abla" dedi...Onların yaptıkları, öldürmek!.. Öyle değilmi? diye sordum yeniden... Başını kaldırdı ve gaflet içinde yüzüme baktı. Bana verecek bir cevabı yoktu. Sonra tekrar sordum...
Söylermisin bana Nuran,dağa çıkınca ne yapacaksın? Silahındaki ilk kurşunla, benimi öldüreceksin sen! Susmuştu...
Ölümün cevabı yoktu....
Büyük bir aldanış... İnsan kardeşini öldüremezdi...Bunu Nuranın gözleri bana söyledi...
Not...
Yıl 2005.....Günlükten notlar....Paylaşımım her hangi siyasi bir içerik taşımıyor arkadaşlar....O günde yaşanıp kalemden dökülmüş duygu ve izlenimlerdir.....Özellikle belirtmek istedim....
duamla......Mehtap Hümeyragül DALLI.....
YORUMLAR
..başatan sona okudum dikkatle ..aslında sonlarına doğru anafikri vurgulaycı ifadeleri artırabilseydiniz ve insanların neden birbirlerine karşı önyargıyla davrandığını ve anlık değerlendirmelerle ömürlerin nasıl heba edildiğini bir kaç cümleyle daha iyi aktarabilseydiniz; bu güzel hatıra yazısı ,güzel bir yazı olmaktan çıkıp çok da güzel mesajlar veren harika bir hikaye olurdu...
...kaleminiz müsait güzel hikayeler yazmaya.. Nuran inşaallah gönlünü aydın edecek bir yol seçmiştir..Doğu gerçeği hakikaten çok farklı..insanlar ekonomik şartlar altında ezilirken bir de terör belası ekseninde etnik ayrışmaya sevk edilmeye çalışılıyorlar...bugün Türkiyede artık gerçekler gizlenemiyor..maalesef gözbebeğimiz ordunun içinde kendi milletine sırf menfaatleri ve iktidarları devam etsin diye ne kadar tuzak kurmak isteyen insanlar olduğunu gördükçe, Nuran'ın dediklerinin az çok doğruluğuna inanmamak mümkün olmuyor..belki de birileri kasten kardeş bildiğimiz kürtleri dağa çıkarmak ve devlete düşman etmek için bu oyunları tezgahladılar..camileri bombalamayı ,kendi jetimizi düşürmeyei ,insanları sırf namaz kılıyor diye zindanlarca çürütmeyi düşünen zihniyetten her şey beklenir...maalesef bazıları menffatleri uğruna ya da ülke üzerinde kurdukları tahakkümleri ve iktidarları zedelenmesin diye ne hain planlar yapmışlar ve zaman zaman da uygulamışlar da biz farketmemişiz...maalesef ,Rahmetli Necip Fazıl'ın Yahudiler için söylediği söz içimizdeki milletini düşman bilen zihniyetteki insanlar içinde geçerli ,ne demişti Üstat :
'Yahudiler mi dediniz ,onlar yumurtalarını pişrmek için bile dünyayı ateşe atan lanetlilerdir...' içimizdeki hainler maalesef ,Yahudilerden de beter..en azından Yahudiler ,ülkelerinin bekası için dünyayı ateşe atıyorlar ..canavarlıklarını kılıfı var..ya içimizdeki hainler ne yapıyor, üç beş azınlığın hakimiyeti devam etsin diye ,kendi milletine ne tuzaklar kuruyorlar..insan okurken bile ürperiyor ve kanı donuyor..bunları planlayanlar değil Müslüman ve Türk ,insan bile olamaz diye düşünmeden edmiyor insan...
...Ahhh Nuranlar ve daha niceleri Rabbim sizi tuzaklardan korusun...
....unutmayalım ki herkesin bir planı varsa Rabbimizin de bir planı var ve unutmayalım ki hak er ve geç mutlaka galip gelecekti.. 'Ya galibe İllallah '...
...yazı beni çok etkiledi ve aldı götürdü yaşadığımız gerçeklere...ben yazınızda en etkilendiğim ,şiir gibi ifade ettiğiniz bölümleri aşağıya alarak ,sözlerime son veriyorum..
......................... baki selam ve dualarımla ...
kalbimin en içine saplanıyor bakışları birden. Kurşunsuz vuruluyorum sanki ben.
Gözlerimdeki nem,bir ateşe dönmüştü birden...Hislerim birbiriyle çarpışıp,bana geri dönüyordu yeniden. Emindim!Tarifsiz acıyordu canım.
Mehtap Yıldız
evet dediğiniz gibi üzerinde belki biraz oynamam gerekiyordu bu anılarımın....fakat o gün hislerimi böyle yansıtmış ruhum ve kalbim...o yüzden alalacele sayfama yazıp ve ekledim bende....birazda acaleciyim sanıyorum.....
inş daha güzellerini yazmayı Rabbim nasip eylesin....
baki selam ve duamla....
Mehtap Yıldız
duamla çoook....
Yazınızı geniş zamanda tekrar okuyacağım.
Lakin beğendiğimi söyleyebilirim.
BU kalem doğruyu yazıyor daima.
Saygılar.
Mehtap Yıldız
saygı dua ve teşekkür dileklerimle....Allah razı olsun inş...
Hislerinizi, duygu , ve düşüncelerinizi , artı gözlemlerinizi ustaca dile getirişinizi kutluyorum...
Saygılar ve selamlar
Mehtap Yıldız
çok teşekkür ettim İlknur Hanım....duamla inş....
Yazınızı okurken doğuda çalıştığım yıllar aklıma geldi. Hiç görevimizi sektirmemiştik. Köyün çocukları okusun diye aç bile kalmıştık günlerce; kar yolları kapadığında. Kardeş gibiydik.
Hep düşünürüm... Ne oldu o güzel insanlara? Nasıl kışkırtılarak bu duruma geldiler? Köyün büyükleri ile biraraya geldiğimizde, güzel sözlerle anarlardı ülkemiz insanını...
Dış güçler durmuyor. 68 de nifak sokuldu kardeş kardeşi vurdu. Şimdi nifak sokuldu aynı senaryo değişik kamplarla...
Selamlar...
Mehtap Yıldız
duamla hocam....
Sayın Dallı,
Öncelikle harika bir yazı okuduğum için çok teşekkür ediyorum.
Elbette bir insanın öldürülmesini insanlığın öldürülmesi telekkisinden dolayı savaş, katl, şiddet ve genel anlamda zulüm karşıtıyız. Ancak inanın ki söz konusu il ve bölgede pek çok insan aynı med-cezirleri yaşamıştır.
Kimisi med, kimisi de cezir saffında yer almak durumunda kalma zorunluluğunu hissetmiştir.
Evet,
İlle de kardeşlik ve ebedi kardeşlik...
Başka bir tercih hakkımızın olmadığı kanaatindeyim.
Saygılar.
Mehtap Yıldız
teşekkür ettim...duamla....