- 3049 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HARİKALAR DİYARI (ANKARA 1)
Her şey nasiple başlar...
Nasip kalktığı an insanın yapacağı tek şey kendisine tayin edilen istikamete koyulmaktır.
Bazen denizler yarılır, bazen dağlar aşılır. Nasip çeker götürür bilinmeyeni aşikar edercesine....
Bir telefon ve çok sevgili bir dostun vazgeçilemeyecek çağrısıyla “ya bismillah” dersin
Hakk’a teslim olmuşluğunun refakatinde yollara..
Ne uykusuzluk sana engeldir ne de yorgunluklar...
Sonunda yaşayacağın sevinci düşündükçe tebessümlerin yayılır dalga dalga ufuklara...
Önce İstanbul yolları bekliyordur seni, Canının bir parçasını kendisinden alıp “vuslat diyarı”na kanatlanmak için... Öyle bir can parçasıdır ki o kanındandır... ”anne” diye seslenmek için yollarını gözlüyordur niceleri.... Özlemdir gözlerini yakarcasına sızlatan.... Ve sızıyı bitirdiği an yavrusu kollarındadır artık, İstanbul vuslata mağlup ederken anne şefkatiyle emanetini teslim almıştır..
Aldırmadan gecenin karanlığındaki sızılara ve kalabalıklara buğulu bir sabaha açılır eller. Karanlığın yerini aydınlığa teslim ettiği o mukaddes anda Ankara topraklarına ulaşmıştır zaten onda atmakta olan bedenin, yanındaki can parçası ile..
Ankara’nın bu berrak ve ışıltılı yaz sabahında bulutlar bile daha bir belirgindir bakışlarında... Tıpkı hummalı yakarışlar sonrasında gözlerden kalkan granit perdeler gibi... O perdeler ki hiçbir zindanın demir kapılarını aratmayacak kadar zalim, hiç bir firavunun zulmetini silemeyecek kadar haindir. Telaşla başlayan güzel bir gün can dostuna açtığı kollarına adım atar...
Kalp çarpıntılarındır henüz uykunun mahmurluğu ile gerinen şehri sıvazlayan... Şehir sakindir, şehir suskundur, şehir birazdan başlayacak olan canhıraş çığlıklar ve kalabalıklardan ürken bir yavrudur sanki şefkat arayan..
Öyle bir buluşmadır ki bu heder edilmiş zamanlardan intikam alırcasına hesap sorar.. Yeni baştan öyle bir uyanıştır ki defalarca yaşadıkları her harfi, her dakikası bu iki hak dostuna hakikat kapıları açar... Bir kere daha görülür küçük heyecanların bile nasıl büyük mutlulukları beraberinde getirdiği. Dost evinin kapısıdır ilk mola yeri....tatlı bir şefkatle açılır gül yüzler, ve ışıltılı gönüller eşliğinde.. Artık gün başlamıştır. Kahvaltı faslı ve sonrası heyecanlı muhabbetler, hasret gidermek adına söylenememiş nice sözün gözlerden akan billurlar eşliğinde bakışlarla ifadesi.. Billurlar ki her bir damlası bir koca risaledir hissedene...Hissedemeyene ise okyanuslar bile nafile.
Sonrası tarifi imkânsız gizli sızı ve hatıralara olduğu kadar yeni mutluluklara da gebedir... Sonrası bahar kadar gerçek hayal kadar rüyadır... saatler değil dakikalar emanete alınmış, zaman rehine verilmiştir çabuk tükenmesin diye.. Zaman kıymetlidir sarraf elindeki yakutlar misali... Uyku uyunmaz bir saniyesini boşa geçirmemek adına... Zira ziyandır aynı gökyüzünün altında aynı Zühre’nin ışıltısında geçirilecek gaflet anları. ZÜHRE demişken bu yolculuk öğretecektir ona kader birliği yaptığı dostuyla yıldızının aynı yıldız, gökyüzünün en parlak yıldızı olan “Zühre Yıldızı” olduğunu.... Ve artık gözleri her gece gökyüzünün en parlak olan yıldızına yönelecektir gönlünden kopan bir buselik selamı göndermek için... Oysa nicedir yıldızlara bakamıyordur ona seherlerde kendi öksüzlüğünü hatırlattıkları için… Yıldızlar onu yaraladıkları için. Sonra Utarit’e bakacaktır kaçamak bakışlarla sevdasına bakar gibi...
Öğleden sonrası yeni kavuşmalara gebedir. Hem gurur kaynağı olan ağabeylerinin imza günü için tebrik vesilesi olması hem de yarışma bahanesiyle onlarca dost simanın görülebileceği muhterem bir paylaşım olması adına özeldir.. Gerçi o çok bildik Ankara trafiği iyi bir sürpriz yapmış epeyce onları epeyce geciktirmiş olsa da. Bulundukları ortamdaki seviye ve kalite, beklentilerinin çok üzerindedir. Mekânın duru, mahzun ve samimi olması, onca simanın tebessüm hali ve sukutu konuşturarak hasbihal etmeleri, gösterdikleri saygı ve özlemle çoktan onure olmuşlardır bile... Kendilerinde vuku bulan geç kalmışlığın verdiği gerginlik bir anda yerini derin ve huzurlu anlara bırakmıştır... Şairler, göz nuru, yürek süruru ile dile getirdikleri şiir yorumlarını arz ederken, yarışma bir değil bir çok galibini takdim etmektedir aslında hal lisanı ile... Bundan daha güzel bir paylaşım düşünülebilir mi? ...
Oysa daha evvelde bu şehirde pek çok etkinlikte bulunmuş, hatırlamak bile istemediği pek çok an gözlerine düşmüştür….. Dudaklarındaki ibretli ve acı gülümsemeyi saklamak isterken yine saygı konuşturan çehrelerle buluşmuştur yüreği. O zaman bir kere daha anlamıştır.... Kaliteyi ortamdan ziyade katılan insanların çaba ile tertemiz niyetlerinin yarattığını. Toplantıları bahane edip, riyakar gösterilerle gizli emellerine alet ederek mekan tutanların değil, sadece kendi olarak gelen maskesiz insanların samimiyetinin belirlediğini. Çok mutludurlar..
Tatlı telaşlar, koşuşturmalar ve huzur ile gün, onları eve teslim ettiğinde yeni bir öz eleştiri ve muhasebe ortamı başlar. Gündüzdeki yüzlerin mahcubiyetleridir cevabı bulunmayan soruların anlamlı yanıtı..O mahcubiyet onları da fazlasıyla ezmiştir... Her şeye yetecek en hakiki yanıttır yaşananlar zira...
Gün daha bitmemiştir ya, o akşam kadim dostun annesi koşar gelir ziyaretlerine. Şimdi yeni bir sohbete bağdaş kurar cümleler, aynı kadirşinaslıkla gülümserken heceler... Zaman emanete alınmış olmasına rağmen bir masal gibi kayıp gider tutulamayan yanıyla. Zamanın zalimliğinden vazgeçtiği nerede görülmüş? ... Seherleri karşılar sohbetleri, nice seherler gibi. Ertesi günlerde başa başa yapılan ibretlik sohbetler de ele geçirir dışarı gitmek isteyen anları da adım atamazlar bir yere...Fakat aynı günün akşamı yine tatlı bir davetle başka bir mukaddes hanenin kapıları açılacaktır onlara. Ancak o davetle sıyrılabilirler içine girdikleri, o büyülü ve duygu dolu anların atmosferinden...
Can dostunun annesi ve babası ile yüz yüze tanışmanın o büyük heyecanını şimdi onların hanesinde yaşıyorlardır.. … Gözlerine inanamaz, karşısında güler yüzlü, nur çehreli ve tahmin ettiğinden çok daha
genç anne babalar. Anne ile zaten karşılaşmıştır ama babayı ilk defa görmektedir. Oysa o bu kadar
güzide bir evlat yetiştirdikleri için ellerinden öpmeyi düşündüğü yaşlı bir baba beklerken karşısındaki
genç adam sanki bir ağabey edasındadır... Ama genç yaşına rağmen mağrur ve onurludur duruşu.
Yine de tebessümleri ile yüreğinden kutlamıştır onları, sonsuza kadar gurur duyacakları evlatları için...
Zaman sebildir sanki, akar serin serin... ayrılık vakti geldiğinde veda ederler bu mukaddes ortama da. Fakat yol buyunca hep balkona gelip te davetsiz yuva kuran bir güvercin gözlerinin önünden gitmeyecektir.. Nasıl muhteşem bir duygu hissettiğini anımsar. Şüphesiz Allah yarattığı her şeye ama her şeye sonsuz kanat germektedir işte. Gözlerinin orada gördüğü de bunun yansımasıdır. Bir yuvasız güvercinin yavrusunu bir evin balkonunda bulunan şömine içinde hayatla buluşturması... Korunmasız yavru elbette O’nun inayetindedir ve tecellisidir gözlerle buluşan.. Şükreder içinden dolu dolu. Her zamanki gibi sahipsiz ve yapayalnız olmadığının bilinci ile.
...........................................................
Ve harika bir gün daha ’Sincan Harikalar Diyarı’nda...
Sürprizlerin en güzelidir gerçek dostların bu armağanı.. Böyle bir gün yaşamayı hayal dahi etmemişken,
Estergon kalesinde yenilen nezih bir öğle yemeğinden sonra kendini o diyarın içinde buluverir.
Gönlündeki duygular mahçuptur, istese bu kadarı olamaz zira. Hani “her masal mutlulukla biter ya” der gibidir gördüğü her şey ona. Zira bütün masal kahramanları ona kollarını açmıştır kendisinden esirgenen saadetler adına. Gerçek hayat kahramanlarının çaldıklarıdır sunulan ikramları. Neşeli anlar ve çocukluktur göl üzerinde yüzen kuşların günlük telaşı. Çocuklarla birlikte akşamlar nefes nefesedir hızları yanında. Güneş, beyaz bulutların şefkatle sardığı mavi gökyüzü ve silkelenen zarif tüller eşliğinde o da çocuklar gibi şendir artık... Göl bu pek mağrur misafirini nasıl hoşnut edeceğini bilememenin mahcubiyetindedir. Yeşili daha bir yeşil, alımı daha bir alımdır. Nazlandıkça nazlanmaktadır zümrüt fiskeleriyle bu pek kıymetli konuğuna... Güvercinler bir uçup bir konarlar serenat yaparcasına. Ürkmezler bu uzak diyarların mahzun yüreğinden, zira her güvercin yüreği zaten yaralı bir kadının yüreği değil midir?
Ve en mutlu anında alnına yine mahzun bir sima düşer yine yaralı bir kadına ait. O kadın ki daima dualarının altındadır, o kadın ki hatırasının en acıyan tarafıdır. Dolan gözlerini kendinden de saklamak istercesine sağına çevirir aniden. Heyhat, sağı nafile, solu nafile. Her yan ıstıraplarla dolu bir çile yumağıdır sanki. Çilesidir ömrünün önünde uzayan yollar. Yine de gülümsemeye devam eder kırık ta olsa an. Yeniden burulur gönlünde beddualar, yutkunur.. Yine de sevincine kaldığı yerden devam ederken sanki kâinat isyandadır da gökyüzü bir anda toz bulutları ile kapanıverir. Karanlık sararken her yanı son gecesine teslim eder yine de şefkati ile.
Sır yumağına vurulan gaipten bir kılıçla o son gece pek çok muammanın aydınlıkla buluştuğu gecedir.. Çözülen düğümler gözyaşları ile ıslanır. Meğer ne çok gaflete perde olarak kullanılmaya çalışılmıştır tertemiz hayatlar. Meğer ne çok cana kastetmiştir ruhunda hastalıkları barındıran yalan insancıklar! Sabrın yeniden tevekküle teslim olduğu andır. Sahi ne güzel şeydir sabır. Susmanın ne güzel olduğunu bu Başkent ziyareti ona bir kere daha kanıtlamamış mıdır? İçinde bulundukları ortam ile dışarılarının mukayesesidir gördükleri. Şükreder yine yıldızlarda buluşurken ağlayan bakışlar. Aynı gökyüzünün altında olmanın mutluluğu ile. Uykuya ram olurlarken anlaşırlar kendi aralarında bir kere daha... Sabahını teslim alan yağmurlarla Bir “ya bismillah” daha çekip her şeye yeni bir başlangıç yapmaya
YORUMLAR
İnsanın böyle dostları olmalı.
Ayrılıkta özlenen,
vuslatı için heyecanla ve sabırsızlıkla beklenen.
Hakk divanında şahitlik eden.
Uzun olmasına rağmen bir nefeste okuduğum, içinde kaybolduğum, duygu kesafeti altında ezildiğim bu yazının sadır olduğu yüreğe kaleme saygılar.
Yazıda adı geçen vefa timsali şahıslara da selam ve hürmetler.
Selam ve dua ile.
Hüseyin Gazi