- 832 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
277 - EL AZİZ
Onur BİLGE
Emir Sultan Hazretleri’ni ziyaretimizde, caminin kayyumundan öğrendiğimize göre, 1368 (H.770) yılında Buhara’da doğmuş, Seyitmiş. Osmanlıların kuruluş döneminde Bursa’ya gelmiş. Adı Muhammed, lakabı Şemsüddîn, babası, adı Ali olup, Emir Külâl ismiyle bilinirmiş. Nakşibendi Yolu’nun, Nurbahşiye koluna mensupmuş. Annesi, o küçükken ölmüş. Emir Buhari, olarak tanınmakta ve baba mesleği olan çömlekçilikle gelir sağlamaktayken, Yıldırım Bayezid’in damadı olmuş ve Emir Sultan olarak anılmaya başlanmış. İlk eğitim ve öğretimini babasından almış.
Bazı kaynaklarda, babasının ona şöyle nasihat ettiği rivayet edilmekte:
"Ey oğlum! Peygamber efendimizi, babandan, anandan daha fazla sevmelisin. Soyunla öğünmemelisin, ağzından hiç yalan çıkmamalı. Her günü ömrünün son günüymüş gibi tamamlamaya çalışmalısın. İlim öğrenmekte asla erinip üşenmemelisin. Aksakallı da olsan, düşmanla cihadı bırakmamalısın. Selâm vermeden hiç bir topluluğa girmemelisin. Nikâhsız bir kadınla oturmamalısın. Kur’an-ı Kerim rehberin, hadis-i şerifler ise yol göstericin olacaktır.
Ey oğlum! Hayat her yönü ile senin için bir mekteptir. Hayra koş, kötülükten kaç. En büyük silâhın, Allahü Teâlâ’ya ettiğin duandır. Bunu asla unutma!"
On yedi yaşlarındayken babasını da kaybetmiş. Bir süre daha Buhara’da kaldıktan sonra, Mekke’ye gitmiş. Hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine’ye geçmiş. Ömrünün sonuna kadar, Peygamber Efendimizin mübarek kabrine yakın bir yerde yaşamak niyetindeymiş.
Bir rivayete göre, Medine’ye geldiğinde, Seyitler için ayrılmış bir odadan başka her yerin dolu olduğunu, söylemişler. Seyit olduğunu bildiği için, oraya gitmiş ama orada kalanlar, kendilerinin seyit olduklarını iddia ederek, yanlarında kalmasına müsaade etmemişler. Emir Sultan, kendisinin de seyit olduğunu söylemiş, inanmak istememişler. O da burada garip olduğunu, gurur ve kibirden hoşlanmadığını, Efendimizin türbesine gidip, selâm vermeyi, kimlerin selâmına cevap verirse, onların nesebinin sahih olduğunun anlaşılacağını söylemiş ve hemen orada, türbesine doğru dönerek selam veren kimsenin selamına cevap gelmemiş. Emir Buhari:
"Esselâmü aleyke ya ceddî!" dediğinde: Efendimizin sesi duyulmuş:
"Ve aleyküm selâm, yâ veledî!"
Bu olay üzerine, oradakiler; fakir göründüğü için hakir duruma düşürmeye çalıştıkları zat karşısında, utanıp özür dilemişler.
Allah-ü Teâlâ’nın El Aziz ismi vardır. Anlamı, Üstün, kuvvetli, güçlü, şerefli, hiçbir şekilde mağlup edilemeyen, her zaman mutlaka galip gelen, son derece izzetli ve yüce demektir. Hiçbir benzeri yoktur. Dilediği her şeyi yapmaya gücü yeter ve yapar. Her şeye kadirdir. Varlığını ve kudretini hiçbir güç mağlup edemez. Bu sıfatın tek sahibi, Allah-ü Teâlâ’dır. Aziz olan, Allah’tır. Allah; bu ismiyle, hak edene, hakkını teslim eder. İstediğini zelil eder, alçaltır; istediğine izzet bahşeder, aziz eder. Her şey O’nun elindedir. Haklının yanındadır.
El Aziz ismi, Kur’an-ı Kerim’de doksan bir kere, her yerde başka bir ismiyle beraber geçmiştir. İbrahim Suresi,4. Ayet’te: "..O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." buyrulmaktadır.
O; en üstün, en yücedir; şeref ve izzet sahibidir. Şanlı ve onurludur. Gayet yüksektir. İhlâs Suresi, 4. Ayet’te kendisini tanıttığı gibidir. "Hiçbir şey O’nun dengi olmamıştır." Ahlaksızlığı, küfrü, alçaklığı, isyanı, fesatlığı, zulmü; kısacası, kötülükleri sevmez. En büyük güç sahibidir. Hüküm O’nundur. Yarattıklarını, dilediği gibi sevk ve idare eder. Hiçbir yaratık, Allah’ın koruması dışında korunamaz, başarılı olamaz. Her yaratılan, acizdir ve Allah’a muhtaçtır. Eskiler:
“Kırk gün, sabah namazından sonra kırk kere ‘Ya Aziz’ diyeni, Allah hiç kimseye muhtaç etmez.” derler.
Abdest alıp, ayakkabılarımızı çıkarıp, türbeye girer girmez, ilk defa böyle bir mekâna adım atmış oldum. Soldaki kapıdan, kabrinin bulunduğu yere geçtik. Başucuna geldiğimde kendimi kaybedecek gibi oldum! Başım döndü, sadece ne okuyacağımı değil, kendimi bile unuttum! Hiçbir kabrin başında böyle bir şey hissetmemiştim! Sanki beni karşıladı. Sanki ruhaniyetiyle ruhumu kucakladı, sardı, bağrına bastı! Hissettiklerim anlatılmaz! Anlatabilsem de inanılacak gibi değil! O duyguyu yaşamamış olsaydım da birisi, bana böyle anlatmış olsaydı, inanmazdım.
Girdiğimiz ilk odaya geri döndük, orada namaz kıldık. Belki camide, bayanlara mahsus yerde kılmalıydık ama orada her şeyi unuttuk! Kurallara uymak, kimin aklına geldi? Allah affetsin! Hacda öyle değil mi? Erkek kadın ayırımı var mı? Herkes bir arada... Mahşer yeri gibi... Kabirde de öyle... Herkes bir arada... İnsan, Allah’a o kadar yakın bir haldeyken aklına, Allah’tan başka ne gelebilir? Kendisini bile unuttuğu zaman zarfında cinsiyet ayrımını nasıl düşünür!
Namaz bitince etrafıma baktım. Sadece bayanlar kalmıştı. Erkekler, namaz için camiye gitmişler.
İşin ilginç tarafı, takıntılarımı da unuttum. O kadar kişinin girip çıktığı, kirlettiği tozlu halıların üzerinde namaz kılarken, alnımı secdeye koyduğum zamanda bile en küçük bir rahatsızlık duymadım. O mekân, benim için gül bahçesiydi! Yaşarken Bursa’ya ışık saçan eren, kabrini ziyaret edenlere, ruhani varlığıyla da feyiz vermeye devam ediyor, arzu edenin Allah’a yaklaşmasına yardımcı oluyordu. O mekânda, hiçbir mekânda olamadığım kadar Allah’a yakın hissettim kendimi. Bu durum, belki benim için özel bir durumdur. Başkaları başka şeyler hissediyor olabilir. Çünkü ben, ilk defa bir evliya kabrine o derece yakın oldum. Sanki kabir açıldı, içine girdim de karşımdaydı! Ya da sanki kabrinden çıkmış da karşıma dikilmişti! İşte öyle bir şeydi. Anlatılmaz. Aşk gibi... Anlayabilmek için yaşamak lazım.
Hayatında ananas yememiş birisine ananasın tadını tarif etmek ne kadar zorsa, hissettiklerimi ifade etmekten o kadar acizim!
Yanımdaki arkadaşlarıma, Define’ye, kimseye:
“Kabrin başucuna geldiğinizde, sizin de başınız döndü mü? Beyniniz yerinden çıktı, yükseldi, kendinizi kaybedecek gibi oldunuz mu? O baş dönmesiyle şiddetle sarsılıp, bayılıp düşecek gibi oldunuz mu?” diye soramadım.
O karşılamadan anladım ki Allah, Resulü, veli kulları ve benim gibi sıradan, aciz kulları arasında manevi bir bağ, ezeli aşinalık var; katkısız bir sevgiyle rabıta sağlandığında, Allah’a tam bir teslimiyet ve samimiyetle yaklaşıldığında, sevgililerin ruhsal boyutta buluşması, tanışması, kaynaşması mümkün... Bu olay bana; çocukluğumda, sadece adını duyduğum Tezveren Sultan ile kurmuş olduğum sevgi bağını anımsattı. Yaşı ve konumu ne olursa olsun, o benim, dar zamanlarımda ruhsal boyuttaki arkadaşım, yakınımdı. Sıkıntılı anlarımda dert ortağım, rüya kanalından yol gösterenim, ruhsal boyuttaki öğreticim, yönlendiricim, kurtarıcımdı. Allah, birimizi birimizin kurtuluşuna vesile ediyor. O bana, Allah’ı tanıma aşamamda, rüyalarımda rehberlik etti.
Bizim iki bedenimiz var. Maddi varlığımızla, annemiz, arkadaşımız, öğretmenimiz vasıtasıyla yetiştiriliriz. Ruhsal kanaldan da gönül bağıyla bağlı olduğumuz zatlar vardır. Onlarla da sevgi ara kablosunu kullanarak bağlantı kurabiliriz. Varlıklarını, yüreklerimizde hissedebiliriz.
Görmeye bilmeye ihtiyaç mı var? Tek Yaratıcı’nın yarattığı kullarız. Aynı şeye eşit şeyler gibiyiz. Güneşin ışıkları gibi dağılmış olsak da çıkış noktamızda birleşiriz. Hepimiz, biriz. Bir’den çoğalmışız. Kesret âleminde farklılıklara bürünmüş, çeşit çeşit görünmüşüz.
Görüntü, ışıkla mümkün... Gölge de ışıkla var. Aslında, gölge diye bir şey yok. O bir oyun... Işığa göre gözün aldanması... Aslında yok olanın var zannedilmesi, aczimizden. Zavallı yaratılışımızın noksanlığından...
Allah, bizi böyle aciz yaratmayabilirdi. Güç O’nda, Kudret O’nda ve de sonsuz... Bizi neden böyle dayanıksız, algılamada eksik yarattı? Aczimizi bilip, Rububiyetini kabul edip, başımızı eğmemiz için... Secdenin gereği de bundandır. Nefsimiz tarafından ilahlaştırılmamız, kulluğumuzu bilmemiz için... Kul, kulluğunu bilir, varlığını secdede sıfırlarsa, ancak o zaman, Allah’ın Rububiyetini tam anlamıyla hissedebilir. ‘Nefsini bilen, Rabbini bilir!’ aksi halde Allah’ı bilmek, marifete ermek mümkün değildir.
Allah, Muhammet Ümmetini Aziz kullarından eylesin! Âmin!..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 277
YORUMLAR
"KAŞ YAPAYIM DERKEN, GÖZ ÇIKARTMAK", ADAMIN BİRİ SELAM VERMİŞ, PEYGAMBER DE SELAMINI ALMIŞ... PEYGAMBERİN KENDİSİ BİLE BU AĞIRLIKTA BİR MUCİZE SERGİLEMEMİŞKEN, SIRADAN BİR DERVİŞ NASIL BAŞARIR? İSLAMİYETİN MEN ETTİĞİ KONULARI İSLAMİYETE MAL ETMEKTEN , HERKES VAZ GEÇMELİDİR. SAYGILARIMLA.