HİSSELİ YAZILAR KUMPANYASI
Bir gün Mevlana’ya bir zat gelmiş demiş ki: “Sizin ününüzü duydum, sohbet meclislerinize katılmak isterim.”
Mevlana da o zata sormuş: “Sen hiç âşık oldun mu?”
O zatta: “Hayır olmadım.” demiş.
Mevlana’da: “Öyleyse git âşık ol da öyle gel.” demiş.
Hangi meclise gittiğine dikkat et, mahcup olmayasın sakın. Her gönle kanat çırpma, nefesin yetmeyebilir. Her yola girme, adres doğru olmayabilir. Neysen ona göre hareket et! Kuşsan uç, atsan koş, bülbülsen öt! Ama en iyisi ol ve fark yarat ötekilerden.
Genç, okulunu bitirdikten sonra kaymakamlığa atanır bir kazaya. Bir vakit sonra memleketine gelir, ziyarete… El öpmeye, hatır duası almaya… Orman köyüdür gittiği yer, orman köylüsüdür konuştuğu insan. Bütün kelimeler orman kokar, ormandan geçer bütün cümleler, her şey ormanlıdır burada. Yaşlı bir amcayla konuşur ilkin. Amca sorar bizim genç ve çiçeği burnunda kaymakama: “Evlat onca yıl okudun da ne oldun bakayım, de bana…”
Bizimkisi de biraz gurur, biraz sevinç ile: “Kaymakam oldu Hacı Dede…” der demesine ama demez olaydı keşke! Bizim amca hiç oralı olmaz ve dudaklarını bükerek şunları deyiverir: “Biraz daha okuyup ormancı olaydın ya!” Sahi Müslüman mahallesinde salyangoz mu satıyorsun sen! En kıymetli, en itibarlı olan şey en çok ihtiyacı olunan şeydir. Ya da en fazla muhtaç olunan kişidir. Maden ocağında bir ışık bin altına bedeldir. Açlıkta bir parça ekmek yüzlerce cevahire bedeldir. Ormanda da bir ormancı bin kaymakama değerdir.
İnci horozun ağzında bir miktar buğdaydan daha az değerlidir!
Her insan kendi ikliminin lisanını konuşur, kendi toprağının kokusun taşır. Hani Mevlana der ya:
“Can konağını aramadaysan, cansın,
Bir lokma ekmek istiyorsan, ekmeksin.
Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir,
Neyi arıyorsan, osun sen...” Körler diyarında gören gözün kıymeti yoktur, bunu asla unutma! Hırsızlar ülkesinde doğru olmak suçtur, kazı beynine. Okuma yazma bilmeyenlerin diyarında şair olsan ne yazar! Aç kalırsın. Doğrucu Davut geldi, açın kulağınızı, dikin gözlerinizi. Pür dikkat kesilin her söze… Her bedene uyan libastır ağzımda dökülen!
Nesin sen sahi? Para mısın 24 saat peşinde koştuğun! Kimine göre el kiri, kimine göre alın teri, kimine göre baba yadigarı, kimine göre mutluluk, kimine göre kaos… Olmazsa olmazı yaşamın kimine göre, saadeti münazaraların; “Para ile saadet olur mu olmaz mı” diye… Sahi nesin sen!
Futbol musun tribünleri doldurduğun ve yekavaz çığırdığın. Tekmili küfür, tekmili hakaret! Kimine göre bir oyun, kimine göre bir eğlence kimine göre kitlesel bir uyutma mekanizması… Kimine göre geri kalmışlığın göstergesi, kimine göre vitrini dünyanın.
Hani anlatılır ya: Köyün çobanı okul kazanmış, şehre gitmiş… Zamanı gelince okul bitmiş ve tekrar köye dönmüş. Bir sohbet esnasında koyun pisliğini kastederek babasına sormuş: “Baba bu ne?”diye…
Babası da biraz kızgınlıkla, biraz sitemkârane, biraz da dahiyanece : “Bunlarla zamanında misket yapıp oynadığını ne çabuk unuttun a oğlum!” diye kapak yapmış, okumuş oğluna. Sahi okumak yeterli mi arif olmak için. Sahi bildiğini bilmezden gelme, var mı yok mu burada?
Kızılderili bilge der ki: “…biraz bekleyelim… Çok hızlı gittik. Ruhlarımız geride kaldı.” Ruhunu satanlar, bir daha geri dönebilirler mi asıllarına? Özlerine bir daha dönebilirler mi varlıklarını satanlar? Sahi Kızılderili birisine; “Sen beyazsın diyebilir miyiz?” böylesine beyaz yalanlarla kendi iğrençliklerimizi orta dökebilir var olan bir şeyi inkâr edebilir miyiz? Ruhlarını geride bırakanlar, satanlar, pazarlayanlar size söylüyorum: “Sahi nesiniz siz, kimsiniz?”
Ruhunu şeytana satanlar bir daha geriye dönmeyi akıl etmeyenlerdir.
Ruhunu geride bırakıp gidenlerse birer haymatlos’tur yani vatansız.
Ne olursan ol ama kendi türkünü söyle… Afrika’da çocuklar doğduğunda bütün kabile o çocuğun etrafında toplanır o an o çocuğun türküsünü söylemeye başlardı. Ve o çocuk ömrü boyunca o türküsü ile tanınırdı. O türküsü ile sevinir o türküsü ile üzülürdü. Öldüğünde de o türküsü ile defnedilirdi.
Sahi bizim türkümüz neydi?
Neleri yitirdik başkası olurken!
Bir bakın arkanıza; bıraktıklarınıza, keşkelerinize, pişmanlıklarınıza, ulaşamadıklarınıza, olduğumuz şeye, olamadığımıza, beklentilerimize, inkâr ettiklerimize.