- 746 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SEYRET ANADOLU'NUN YEŞİLLİKLERİNİ (6)
61-Eskiden çoook uzaklara ,balonlarla seyahat edilirmiş. Balonların yükselmesi yavaşlayınca, hızı devam ettirmek için, balonda seyahat eden insanlar, yiyeceklerini, giyeceklerini aşağıya atar, gerekirse sularını bile dökerlermiş. Şimdilerde bazı insanlar yukarıya ( büyük mevkilere) yükselebilmek için; haysiyet, şeref, kişilik gibi manevi ağırlıklarını, aşağı atıyorlar. Gerekirse yüzlerinin suyunu döküyorlar. Balondaki insanlar, yükselmek için içme sularını dökerken, ikbal merdivenlerini bir,bir tırmanan bazı insanlarda, en pahalı su olan YÜZÜNÜN SUYUNU döküyor. İkbale tırmanan bu insanlar, hafifleyerek, hafif adam olarak, hedefe çıkıyorlar. İlginç değil mi? Benzerlik, ne kadar enteresan değil mi?
62-Bir çok insan, özellikle sabahları, kimliklerinin fotokopisini insanların gelip geçtiği yollara yapıştıra, yapıştıra; yürümeyi adet edinmiştir. ilginç değil mi? ( Afedersiniz) Üzerinde yürümek amacıyla yapılmış yollarda,sümüklüböcek gibi, izlerini arkasında bıraka, bıraka giden bir yapıştırıcıya ,bir davranış bilimci şöyle demiş:
-Beyefendi,kimliğinizi düşürdünüz,lütfen alınız. Tabi sonrasını tahmin etmek zor değil…
Aklı başında hiçbir insan, aynaya bakıp, aynadaki yüzüne tükürmez.Ama binlerce insan, her gün, çehresi olan çevresine, tükürür.İlginç değil mi? Sakal bırakmış,namaz kılan bir çok müslüman,elinde tesbihi,kafasında takkesiyle yolun ortasına sümkürür.Sonrada; "Yeryüzü sizin için mescid kılındı" hadisini ballandıra ballandıra anlatır" Mescid kabul ettiği yeryüzüne hemde dini kostümlerin refakati altında sümkürür ve tükürür.Ne hazin değil mi?
63-Bizim insanımız;sokakta,yolda, bir dostuyla karşılaştığında, eve bir misafir geldiğinde, yaz demeden kış demeden, şapur- şupur öpüşür.Yaz günlerinde vıcık vıcık ter kokan suratları öpmenin ve tuz ihtiyacını o surattan gidermenin adına; samimiyet denir. Tuzlu suratları öpmeden asla samimi olamazsınız. Öpüşmeyi reddedenlere, her zaman olduğu gibi; kıl, çeşit, türünün son örneği,gıcık denir.Ne kadar ilginç değil mi?
64-Bizim toplumumuzun, çocuk eğitimi konusunda, kendine özgü yaklaşımları vardır.Hani büsbütün ilgisiz ve alakasız değildir.Hakkını yememek gerekir.
-Kiralık ev tutarken, ev sahibinin ilk sorduğu şey: - Kaç çocuğunuz var,kaç yaşında diye sorar.
-Evlenirken; eğer dulsanız, boşanmışsanız veya eşiniz ölmüşse, muhatabınızın ilk sorduğu soru: -Kaç çocuğunuz var, kaç yaşında olacaktır.
-İki üç yıldır evli olmanıza rağmen, çocuk yapmadıysanız, çevrenizin bir numaralı gündemi, sizin çocuklar meselesidir.
-Çocuğun misafir odasındaki konumu, anne tarafından asla göz ardı edilmez.Koltuklar şefkatle yerleştirilirken, sevgiyle okşanırken,çocuklar hiddetle odadan dışarı çıkartılır.Binlerce evde, misafir odası, çocuk odasından daha konforludur.
-Çocuğunuzu; herhangi bir şey alması için, bakkala gönderdiğinizde bakkal amca çocuğu fark ettiğini,hemen fark ettirir.Malın en kalitelisinden ve en iyisinden verir çocuğa!!!
-Marketde veya herhangi bir kuyrukta bir çocuk varsa, onu asla yok saymayız.Tam aksine, hemen sırasına geçerek, fark ettiğimizi, fark ettiririz.
-Meşhur kadın gezeklerinde, bayanlar rahat rahat sohbet edebilmek için çocuklar;
- ya dijital bakıcıya,
-ya da sokağa kusulan çocukların, terbiyesine emanet edilir.
Ne kadar ilginç değil mi?
65-Dolmuşla bir yere giderken, defalarca omzunuza, vurulur, sırtınıza dürtülür, lütfen, rica ederim kelimeleri bile kullanılmadan. Arka tarafta oturan beyefendi veya hanımefendi, parasını şöföre uzatmanızı ister. Bu arada hitap tarzları çok enteresandır:
-Bakarmısın,
- Müdürüm,
-Şunu uzatırmısın,
-Hey şunu bir uzatsana,
-Yav şunu bir veriver.
Tüm bunlar bu toplumun davranış kalıplarını ne güzel ifade ediyor. Ne kadar ilginç değil mi? Parayı alıp şöföre vermek istemeyen yolcu, sert bakışlardan, sert ve kaba ifadelerden de nasipsiz kalmaz:
-Ne var veriversen, eline mi yapışacak, türünün son örneği, çeşit… gibi ifadelerle birde aşağılanırsınız.Ne kadar ilginç değil mi?
66- İmam hatip lisesinde okuyan bir öğrenci peygamberimizin ismini telaffuz ederken, çok hürmetkar bir şekilde elini kalbinin üzerine koyarak:
-Peygamberimiz Hazreti Muhammed (SAV) der.
Üniversiteyi bitirdiğinde:
-Hazreti Peygamber der.
Akademik kariyer yaptığında, bacak bacak üstüne atıp:
-Peygamber der, sanki asker arkadaşına hitap ediyor gibi. İlginç değil mi? Ünvanı yükseldikçe, hürmeti alçalır.ilginç değil mi?
Bir Prf. Akademik unvanı olan bir kişiyle konuşurken, ona en azından, beyefendi diye hitap eder, saygın cümlelerle hitap eder.Saygı gösterir. Ama bir buçuk milyar Müslüman’ın Peygamberi’nden ve bütün insanlığa gönderilmiş alemlere rahmet peygamberinden bahsederken, bacak,bacak üstünde: Peygamber der,ya da Muhammed der.Asker arkadaşına hitap ediyor gibi.İlginç değil mi?
67- Bizler millet olarak kıymetlerimizin dirisini değil, ölüsünü çok severiz. Sağlığında, ilgi ve alaka görmeyen, hatta sefalet içinde ölen birçok kıymetimiz, öldüğünde göklere çıkartılır. Söylemediği sözler, onun ağzından uydurulur. Nasıl olsa rahmetlinin, mezardan kalkıp itiraz etme durumu yoktur. Bir şairimiz bu durumu şöyle hicveder:[/JUSTIFY]
Sağlığında tuz bulamaz birçok insan katmak için aşına,
Öldükten sonra kitabe dikerler mezar taşına.
Hayatı algılarken ve anlamlandırırken, önceliklerimizi bir türlü belirleyemeyiz. Ne hazin değil mi? Şarkıcılara, türkücülere, futbolculara gösterilen ilgi ve alakanın, ayrılan zamanın, verilen maddi desteğin onda birini, ilim adamlarımız rüyalarında bile görmemiştir.Ne hazin
değil mi?
68-Çocuklarımızın içindeki merak, araştırma, sorgulama madenlerini, üzerine civa dökülüp kapatılan madenler gibi, kapatırız. Çocuklarımızı derin susturucularla sustururuz. Büyüklerin bulunduğu ortamda, çocuklarımızın kendilerini ifade etmelerine izin vermeyiz. Çünkü, bu anlayışa göre, büyüğün olduğu yerde küçük konuşmaz. Çocuk, yetişkinlik çağına geldiğinde, içine kapanık, konuşmuyor diye konuşturmaya çalışırız. Çok içine kapanık diye, şikayetçi oluruz. Ne kadar ilginç değil mi?
Küçükken çocukları, camiden kovarız. Sonra da, camiden kovduğumuz çocukları, camiye kazandırmaya çalışırız.Ne kadar ilginç değil mi? Bir çocuk camide telefon sesi gibi zırlasa, sille-tokat camiden atılır. Ama aynı ses, bir yetişkinin cep telefonundan çıksa,hem de namaz bitesiye kadar devam etse, kimse o adama vık demez,diyemez. Aynı olay çocuğu suçlu, yetişkini suçsuz kılabiliyor. İki yüzlülüğün bu kadarı, ne kadar hazin, ne kadar ilginç değil mi? Demek Demokrasi; güçlüler için yaşanması gereken bir hak, güçsüzler için çalışılması gereken bir ev ödevi oluyor, öyle mi? İslam dini, zerre kadar hak için ,koca devlet başkanlarına diz çöktürürken,İ slam’ın mabetlerinin, zulme alet edilmesi ne kadar hazin değil mi?
Bir camide, bir turiste yapılan en ufak bir yanlışın hesabı, fazlasıyla sorulur. Ama, camilerden sille tokat kovulan çocukların hesabı, bugüne kadar sorulmamıştır. Ne hazin değil mi? Namaz kılmaktan elbiselerinin dizleri aşınan bir çok müslüman, bir çok genci İslam’ dan soğutmakta, misyonerlerden daha başarılı olmuştur. Ne hazin değil mi?
Dikkat ederseniz, ilk çocuklar yaşamdan daha çok sorumluluk alır. Son çocuklar, daha rahat, hatta daha şımarıktır. Bunun nedeni, anne ve babaların, ilk çocukları denek olarak kullanmasıdır. Son çocukların şımarık olmasının nedeni ise, ilk çocukta yapılan hataların, son çocukta düzeltilmesidir. İlk çocukta yapılan hatalar için, son çocukda bir nevi, günah çıkartıyoruz diyebilirim. Anne-baba, anne ve babalığı biraz öğrenmeye başladığında ne acıdır ki, hayatın en büyük hataları yapılmış, kişiliğin sihirli yılları olan 0-6 yaş arası denek olarak kullanılmıştır. Ne hazin değil mi?
69-İlkokul kitaplarında; içki içmek,sigara kullanmak, kumar oynamak gibi davranışlar zararlı ve çirkin davranışlar diye anlatılır. Aynı çocuk üniversite bitirdiği zaman; içki içince, sigara kullanınca, kumar oynayınca, modern hayat yaşamış olur. Çağdaş olur…Halbuki ilkokulda iken bunlara zararlı alışkanlıklar deniliyordu. Demek ki insanlar yaşca büyüdükçe, akılca küçülüyor. Ne kadar ilginç değil mi? İlkokul sıralarında daha akıllı, üniversite çağında ise daha akılsız davranıyor.. Ne kadar ilginç değil mi?
70-Üzerine Atom bombası atılan ülkeler, yıkılmadılar, daha büyük bir güçle bilendiler. Bu acıyı sıçrama rampası yaparak, dünyanın en büyük devleri arasına girdiler. Üzerine kültür bombası atılan ülkeler ise, beyni alınmış zombilere döndüler, angurtlaştılar. Ne kendileri olabiliyorlar, ne de başkalarına yar olabiliyorlar. Ne hazin değil mi?
71-Fakir ama, duygusal rezervleri çok zengin bir genç, bir kıza aşık olur. Onu çok beğenir ve evlilik teklif eder. Gencin, bin bir kusuru bulunarak, teklifi reddedilir. Ama aynı genç, kısa yoldan, köşeyi döner. Bu sefer başarılı bir işadamı olmuştur. Bulunan kusurların hepsi kayboluverir. Çünkü o, başarmıştır. O, başarılı bir insandır. Bu sefer o genç, evlilik teklifleri alır. Ne kadar ilginç değil mi? İnsanın ihtiyaçları için bizzat insan tarafından icad edilen para, hiçbir dönem, bu dönemde olduğu kadar, insanları paralamamıştır. İnsanların efendisi haline gelmemiştir. Ne hazin değil mi?
72- Bazı dindar insanlar; zina eden, içki içen ve benzeri davranışları olan insanları, ayıplar, kınarlar. Ama kul hakkı yiyen, yalan söyleyen, gıybet eden, iki yüzlü davranan insanları; zina eden,içki içen insanlar kadar, yadırgamazlar. Çünkü terazilerinin ayarı kaçmıştır bir kere. Eğri teraziyle nasıl doğru tartabilirler ki? Ne kadar ilginç değil mi?
73-Bir Hıristiyan’ın Müslüman olmasına vesile olmak için, etrafında pervane oluruz. İzzet,ikram,yardım,İltifat o biçim. Amaaa, aynı gayreti bir Müslüman’ın, Müslüman kalması için sarfetmeyiz. Hatta bir çok güzellikleri olan bir Müslüman’ı, bir kusurundan dolayı ilgimizden mahrum bırakırız. Gerekirse onu dışlarız bile. Pekiyiii, bir Müslüman’ın; himmetine, ilgisine,izzet ve ikramına mazhar olmak için, illa Müslüman olmamak mı gerekiyor? illa kurtarılması gereken potansiyel bir adam mı olmak gerekiyor? Ne kadar hazin, ne kadar ilginç değil mi?
74- Aynı şehrin bir semtinde oturan insanlar; fakirlikten, sefaletten perişan bir halde yaşarken, aynı şehrin bir başka semtinde oturan insanlar ise stres atmak için, lüks tabak kırıyor ve pahalı kumaş yakıyorlar. Ne kadar hazin değil mi?
75-X ülkelerinde, pasaportlarda yazan yazılara baktığınızda, devletin garson devlet olduğunu anlarsınız.
Y ülkelerinde, pasaportlarda yazılan yazılara baktığınızda, devletin, halkına reaya, teba, maraba gözüyle baktığını anlarsınız. Ne kadar ilginç değil mi?
X ülkelerinde yargı, delillerden hareket ederek, suçluya ulaşmaya çalışır.
Y ülkelerinde yargı, zanlılardan hareket ederek, delile ulaşmaya çalışır.
Dünyanın en büyük ekonomisine sahip bir ülkede, bir yılda yapılan tatil, çok azdır.
Kaynaklarına ve sahip olduğu imkanlara göre çok zengin olması gerekirken, geri kalmış bir çok ülke, yılın yarısından fazlasını tatil olarak geçirir. Ne kadar ilginç değil mi?
76- Bazı ihtiyarlar, normal zamanlarda akşam namazını camide kılmazlar. Ramazan’da ise her gün akşam namazını, camide kılarlar. Hem de, teheccüd namazı gibi. Çocuklar pek muhterem babayı bekler. Sofraya elini süremez. Muhterem baba,akşam namazıyla da yetinmez,üstüne birde Ebvabin Namazı kılar.
Camide imamı bekletir. ( Belki de İmamının evi, uzaktadır.İmam iftar yapmak için evine gidecek, teravih için tekrar geri gelecektir. Çok bilmiş hacı! bunu asla düşünmez,görmezden gelir. Çünkü, yıllardır dinle kurduğu iletişim, şekli boyuttan öteye geçememiştir. Farkındalık rezervleri çöller gibi kurudur.)
Evde çocukları ve hanımını bekletir.
(Çocuklar, yemeğin başında evin böyüğü babanın gelmesini beklemektedir)
Pek muhterem baba böylece Takva Ehli olduğunu zanneder. İşte bir çok Ehli Dinin çocuğunun namaz kılmamasının ve gizli,gizli oruç yemesinin ve hatta dinden soğumasının en büyük nedeni, kendini Takva Ehli zanneden DİNİ-DAR babaların; dengesiz,tutarsız tutumlarıdır. Ne kadar ilginç değil mi? Muhterem baba, bu yaptıklarından dolayı büyük sevap umar. Ne kadar ilginç değil mi? Bazı insanlar DİNİ-DAR olmayı, DİNDAR olmakla karıştırıyorlar. Ne kadar hazin değil mi?
-Bazı insanlar özellikle, ezan okunup bittikten bir müddet sonra, camiye gelir. Cemaatin saf olacağı ve farz kılacağı yere, mihrabın tam önüne durarak, namazın sünnetini kılmaya başlar. Halbuki cemaat sünneti bitirmek üzeredir. Farza duracaktır. Bir kişi yüzünden en az on kişi bekler. Kimse ona bir şey demez. Çünkü o, caminin ağasıdır. Bağışladığı birkaç kuruş para karşılığında camiyi, bidat merkezi haline getirir. Çeşit,çeşit tiyatro çevirir. O Mukaddes Mabedin içinde, basitliğini,egosunu ve tatmin eder. Ne kadar ilginç değil mi?
-Bazı insanlar, camiye girerken ayakkabılarının altından suları damlata, damlata camiye girerler.
Sonra ayakkabılarının altından damlayan sularla yıkanan halıların üzerinde, huşu ve huzu içinde namaz kılar ve secde ederler. Ne kadar ilginç değil mi?
-Bazı insanlar, Cuma namazı için camiye girdiklerinde, en arkada durmayı alışkanlık haline getirirler. Ama aynı insanlar, tiyatro ve sinemaya gittiklerinde en önden yer bulmaya çalışırlar. Ne kadar ilginç değil mi?
-Eskiden alimlerimiz, müzik eşliğinde kılınan Namazların hükmünü tartışmışlar. O alimlerimiz, bugün yaşasalardı, cep telefonlarından yayılan fon müziği eşliğinde kılınan Namaza acaba nasıl bir fetva verirlerdi? Ayrıca Namaz sevgisiyle, sarımsak ve tütün sevgisini birleştirebilmiş; sarımsakperestlerin, tütünperestlerin kokusal saldırıları altında, içimiz dışımıza çıka,çıka kıldığımız Namazlara, nasıl bir fetva verirlerdi? Kendileri böyle bir ortamda, acaba nasıl Namaz kılarlardı? Camiye Namaz kılmak için gelen bir Müslüman, onlarca Müslüman’ın, bazen yüzlerce Müslüman’ın ibadetini sabote etmeden Namaz kılamıyor. Ne kadar ilginç değil mi? Kim demiş dinde reform olmaz diye. Birçok Müslüman Namazın şartlarına; geğirmeyi, sarımsak kokusunu, tütün kokusunu ve fon müziğini eklemiş durumda. Bu durumu ne acıdır ki, kabullenmiş durumdayız. Kimse bu durumun önüne geçemiyor.
Ne kadar ilginç değil mi?
77-Bir genç kız gelin olduğu evde, büyük acılar yaşar. Her gün dayak,küfür,hakaret ve acı içinde inim,inim inler. Çaresiz kalan kız, babasına bir mektup yazar. En kısa zamanda gelip, kendisini bu işkenceden kurtarmasını ister. Artık dayanamayacağını, içinde yaşam sevincinin kalmadığını belirtir. Mutlaka gelmesini ister. Bu şekilde arka arkaya birkaç mektup yazar. Babadan tek cümlelik, tek bir mektup gelir:
-Donun nerde çıktıysa,canında orda çıkacaktır.
Bu cümlenin manası çok açıktır. Baba kızına yardım edemeyeceğini, onun alın yazısının böyle olduğunu, bu hayatı çekmesi gerektiğini emretmektedir.
Artık tahammül gücünü yitiren kızcağız, kendini beş katlı binadan atarak intihar eder.Ama ne intihar. Kız öyle bir atlar ki, tepesi üstü yere çakılır. Şimdi hep birlikte düşünelim lütfen. Kan tahlili için elimize toplu iğne batırıldığında canımız yanıyor. Bir insan bu kadar canından bezdirilmese, hayat gözünde sıfırlanmasa, tatlı canına kıyarmıydı? Ne kadar hazin değil mi?
Kızın cenazesi memleketine gönderilir.Aradan birkaç ay geçer, ortalık yatıştıktan sonra, yeni bir gelin getirilir. Gelin, intihar eden kızın küçük kardeşidir. Ablasının acılar içinde kıvrandığı, cehennem hayatı yaşadığı bu eve, babası tarafından ikinci bir kurban adayı olarak sunulur. Hem de Evlilik adı altında. Ne kadar hazin, ne kadar ilginç, değil mi? Tarihen sabittir ki, atom bombasından yaralıda olsa, kurtulmayı başaranlar olmuştur. Ama lanet gelenek ve lanet törelerden kurtulmayı başaran yoktur. Ne kadar hazin değil mi?
78- Bir üniversite öğrencisi, kendisini çok seven bir arkadaşının, davetine icabet etmek için, yola çıkar. Arkadaşı köyde yaşamaktadır. Üniversite öğrencisi akşama doğru köye ulaşır. Yemekler yenilir, çaylar içilir. İki dost saatlerce sohbet eder. Muhabbet bittikten sonra, ev sahibi, misafirine yatacağı odayı gösterir. Allah rahatlık versin diyerek odadan çıkar. Gecenin yarısına doğru misafir genç, ihtilam olur. Misafir genç bu olaydan dolayı utanır, arkadaşının bu olayı bilmesini istemez. Gecenin yarısında büyük bir cesaretle, evden çıkar, köyün yakınından geçen ırmakta, buz gibi suda yıkanır. Zangır, zangır titreyerek tekrar kaldığı odaya geri döner. Gündüz olunca arkadaşından izin alarak şehre döner. Bu genç ilerleyen yıllarda, akademik kariyer yaparak Prf olur. Ne var ki, o gece, derdi kapmıştır. Zatürre olur. Ömür boyu bu hastalıkla yaşar. Profesör, bu olayı öğrencileriyle paylaştığında, öğrencileri:
-Hocam, neden arkadaşınıza söylemediniz, keşke söyleseydiniz, diye sorarlar.
Hoca şöyle cevap verir:
-O şartlarda böyle bir şey söylemem doğru olmazdı. Arkadaşımın aklına kötü fikirler gelebilirdi. Çünkü, ben bekardım, arkadaşım ise evliydi. Bir dedikoduya mahal vermemek için söylemedim der. Ne kadar ilginç değil mi? Renkli televizyonlara avuç,avuç para veren, düğünlerde akla hayale gelmedik israf yapan insanımız, misafir odasına küçük bir duş koymayı düşünmez. Çünkü,öncelikleri arasında değildir. Ne hazin değil mi?
79-Oruç, bedeni ve ruhu terbiye eder. Ama oruç tutan bazı insanlar, bedenen şişmanlarken,ruhen zayıflar. Ne kadar ilginç değil mi? Oruç, insanı sabır yönünden geliştirir. Ama, oruç tutan bazı insanlar, Ramazan’da hiç çekilmez olur.Evde,işyerinde, günlük hayatta kırar ve döker. Akşam Ezanını, elinde sigara ve çakmakla bekleyen insanlar vardır. Ne kadar ilginç değil mi?
80-Binlerce evimiz fay hatları üzerine kurulmuştur. En ufak bir depremde, bu evler yıkılır.
Binlerce evlilik de psikolojik fay hatları üzerine kurulmuştur. En küçük psikolojik bir depremde, bu evlilikler yıkılır. Evlerimizle-evliliklerimiz arasındaki benzerlik ne kadar enteresan değil mi? Çocukken, çocuklarımız oluyor bizim. Birilerinin sırtından inmeden, birilerini sırtlıyoruz bizler. Ne kadar hazin değil mi?