- 4858 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GURBETTEKİ ŞAİRİN İSTANBUL ÖZLEMİ
Uzun hapislik yılları Nazım Hikmet’i özlemek zorunda bırakmıştı. Doğayı, kadını, sokağı, evi, hareketi özlemenin rahatsız dünyasında yaşanmış olana uzaktan bakma zorunluluğu içerideki adama özgü bir yaşam biçimi belirliyordu ister istemez.
Gerçeğin bizimkilerden ayrı duyumsamalar yarattığı bir dünyanın insanı olarak kendini hiç gizlemedi Nazım.Zayıflığını da, dayanılmazlığa düşmelerini de, tepkilerini de dizelerine yansıtırken ayakta durma bilincine ters düşmediğinin bilincindeydi kuşkusuz.
Özlüyordu…Ve bereket versin özlemeyi toplumsal savaşıma aykırı görmediği için, duygusal olana “ sansür” koymayı düşünmediğini kanıtlayan şiirler yazdı.
Kimi göçmenlerin “açık hava hapishanesi” olarak nitelendirdikleri gurbetteki yaşamında bu memleket özlemi, özellikle İstanbul özlemi çoğu şiirinin özünü belirledi Nazım’ın. Geçmişte var olanla yaşadığı anın önlenmez birlikteliğini algılayarak şaşırıyor, sormaktan kendini alamıyordu.
“Fulya tarlasında mıyım
Karlı kayın ormanında mı?
Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar iki dilde
Dostlar nasıl bir araya geldiniz?
Birbirinizi tanımazsınız.
Nerde bekliyorsunuz beni,
Beyazıt ta Çınarlı kahvede mi, Gorki Parkında mı?”
Moskova da karlı kayın ormanında Kadıköy’deki Fulya tarlasını; Gorki Parkı’nda Beyazıt’ın Çınarlı Kahvesini yaşamak kendine özgü zamanı, yasaları, çağrışımları olan yeni bir evren yaratmış gibiydi Nazım’ın kişiliğinde. Çocukluğunu, yetiştiği yılları anımsarken belleğinde kalan çerçeveyi kafasının içinde “eğri bir aynadan seyreder gibi” duyuyordu çünkü. Elbet soyut bir alemde kalmıştı bu çerçevenin ögeleri. Ama nereye gitse peşini bırakmıyordu sanki.
Kendiliğinden.
Zaman ve kural tanımayarak.
“Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi
Seviyorum seni “yaşıyoruz çok şükür” der gibi.”
Paris’te, Moskova’da Pırag’ta Bakü’de, Varna’da, dünyanın hangi dillere destan kentinde olursa olsun, hangi güzelliklerle karşılaşırsa karşılaşsın, yaşamı yudumlarken, konuşurken, sevişirken, daralmış yüreğine ölüm kaygıları bastırırken İstanbul özlemi dizelerinde tutuşur Nazım’ın.
Prag’ta İstanbul’u görür:
’Pırag şehri yaldızlı bir dumandır
Viltava suyunun köpüklerine
Martı kuşlarıyla gelir İstanbul.”
Hazer denizi kıyılarında Boğaz çıkar karşısına:
“Geceleyin zifiri karanlıkta
Güneşli buğday tarlasıdır Bakü şehri,
Tepedeyim
Avuç avuç çarpar yüzüme ışık taneleri
Havada rast peşrevi Boğaziçi suları gibi akar.”
Paris’te, Moskova’da, Leipzig’te zaman olur şakaya almak ister içindeki özlemin başkaldırısını.
“Koşmaca oynayalım Güzinciğim
Sen, ben, Dino, bir de Verusam,
Koşmaca oynayalım yağmurun altında yalnayak başı kabak
Ve geçelim sen Mişel bulvarından İstanbul’u kovalayarak
Ve fır dönelim Notr Damın bahçesinde kızkulesiyle.”
“Faustun Evi” gibi şiirlerdeyse özlem, bardağı taşıran son damla gibidir.Teslim almıştır şairi
“Kapıyı çalıyorum
Ben de senet vereceğim şeytana,
Ben de kanımla imzaladım senedi.
Ne altın istiyorum ondan
ne bilim ne de gençlik.
Hasretlik cana yetti,
Pes!
Beni İstanbul’a götürsün bir saatlik.”
Nazım Hikmet’i İstanbul özlemi yakar kavurur.
“İki şey var ancak ölümle unutulur
Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
Ve koparmış ipini eski kayıklar gibi yüzer
Kışın sabaha karşı rüzgarda tahta cumbalar
Ve saç mangalın küllerinde
Uyanır uykudan büyük İstanbul’um.”
Memleketine kavuşma olanağını bulamayacağını düşünen bir insanı yörüngesine alan ruhsal durum çok belirgindir bu şiirlerde.Eski anılara, yeni yaşanmakta olana özgü çağrışımlarla verilmiştir. Ama iki duyarlılığın da derinliğinde kişisel ve toplumsal sorunsalı oluşturan ögeler yatar
Önce açıklanmamasına karşın, şairin ülke dışına çıkma zorunluluğuna tepkisini duyumsarız. Sonra bu durum, dönmesini engelleyen, yasakların bir parçası gibi görünmeye başlar.
Nazım Hikmet’in gurbetteki ruhsal durumuna engel olan sorunların temelindeki bireysel güdüler toplumsal / siyasal olgulardan soyutlanamaz elbet. Çünkü birinin varlığını ötekinin var oluşu hazırlamıştır. Bu bağlamda “ Seni Düşünüyorum” , “Beyazıt Meydanındaki Ölü” , “ Korku ” , “Şehitler ” , “ Ceviz Ağacı ” şiirleri anımsanabilir.
Ceviz Ağacı, yaratılarıyla ülkesinde yaşadığını / yaşayacağını bilen / uman bir şairin İstanbul’dan koparılmadığına inancının ifadesidir.Ve Nazım Hikmet şiirinde ayrı bir yeri vardır.
“Yapraklarım ellerimdir, kaç yüz bin elim var
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbula
Yapraklarım gözlerimdir şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbulu,
Yüz bin yürek gibi çarpar çarpar yapraklarım,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.”
YORUMLAR
istanbulu sevmek için orada yaşamaya gerek yok diye düşünürüm hep,
nice görmeyen gözler sevda şiirleri yazmışlardır şehr-i yare,
nazım hikmet istanbul için nefes almak derdi,
bende öyle düşünüyorum,
gurbet zaten ağırken basıyor bazen istanbul özlemi,
ve sarılıyoruz istanbul şiirlerine...
çok güzeldi yazınız çetin bey, rahmetlik cem karacanın o muhteşem sesi yankılandı son şiiri okur iken,
ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında...
çok güzel bir seyr yaşattınız nazım'ın gözüyle,
tebrik ve teşekkürlerimi iletirim...