İmkan-sız-lık-lar
Dudaklarıma dokun şimdi,
Kuraklığını kaybetsin çatlaklarım.
Yeniden sarıl boynuma,
Yaprakların aceleci düşüşü gibi...
Umutsuzca geldin melek,
Daha vaktim vardı oysa
Otuz’uma yeni girdim
Canımı değil, ömrümü aldın adeta.
Seçebilen mutlu kaderini, seçemeyen ellerine mahkûm gecenin. Derin bir yalnızlık içinde kaybolan duygular. Bu gün yetimhane günlüğüne sıkışık. Hangimiz dualarımızın
kabullüğünü reddederiz? Ellerimiz açıkken oysa semaya, hangimizin aklında geçmez sevgili?
Ve hep o mutlu olsun isteriz. Mutsuz olan bizleriz, bağışlanmayı hak eden onlar. Elimizde yitirilmiş kâğıtlar, bir tarafta aşk romanları ve biz hep nedense imkânsızlardayız. Çıkılması zor dağlardayız hep, adımı zor merdivenlerin eşiğinde, gidilmesi zor yolların keskin bükümlerinde ve bakılması zor gözlerin içinde buluyoruz kendimizi. Düşümüz düşünüşümüzden var oluyor ve imkânsızlıklar bu denli bırakmıyor peşimizi. Asılıyoruz yamaçlara, aşağısı uçurum! Gözlerimiz kör adeta ve biz usulca yaşlanıyoruz farkında olmadan...
Alışkanlıklar... her ne olursa olsun bir türlü vazgeçmediğimiz o alışkanlıklar. Gecenin o muhteşem güzelliğinde hele birde dolunaysa o gecenin güzelliğinin sembolü, ellerde içki kadehleri, radyoda yıllardır çıkmayan şarkımız (ve o güne rastlayan), ve eski arkadaşlarımız. Her şey olağanüstü bir bahane döngüsü, içmeliyiz ya! Her şey o gün şah, her şey o gün mat!
Sevebilen yüreğimize birde sevemeyen bir yürek ekleyince, başlasın TRT’nin o hüzzamlı Türk sanat musiki geceleri. Udlar, kanunlar ve klarnetlerle icra edilen o eşsiz müzikal gösteri. Aklımız hep imkânsızlıklardan yana. Krizin doğurduğu korkular; işten atılma, beş parasız kalma, ev geçim derdi ve bir baltaya sap olamama. Sonra hiç gelmeyen sevgili, duraklarda, sağanaklarda beklenilen ve hiçbir zaman o trenden, o otobüsten, o dolmuştan inmeyen sevgili ve onun ‘gelecek şansı’ heyecanı. Bekleme anı sıkkınlığımızın yerdeki fotoğrafı; onlarca izmarit çöpü. ve giderken yüzümüzde altmışlardan kalma savaş sonraki yorgunluk ve sanki yaralı tüm bedenimiz, acılar kalbimizin en güzel köşesinde. Gelmeyen sevgili, bulunamayan iş, eve gidememe yorgunlukları, beş parasız ‘akpil’ bitmesin kampanyalarına katılmalar. Ve hep imkânsızlıkların yoğun olarak yaşandığı o Katolik kiliseleri. Mum yakma telaşları ve duvara yapıştığı sanılan o taşlar. Hâlbuki az ileride bir seyyar taşçı, dileklerin kabul olması için avutuyor bizleri, taşlarına altına sürülen yapışkanlar. Yapışık duygular içindeyiz, olmayacağını bildiğimiz şeylere bile ‘lades’ demesini çok iyi biliyoruz. Kanıklığımız kandırılmışlığımızdan olmuyor, biz kendi kendimizi kandırıyoruz imkânsızlıklar içinde.
Ayaklarımıza kara sular inmiştir o kadar yol yürüdükten sonra, yollar hep deniz manzarası kıvamında ve son model giysilerle talan ederiz çarşı pazarları. Ve sonra simidin susamlarına bulaşır dişlerimiz, güldükçe gülerler halimize. Pişmanlıkların tek adresidir imkânsızlıklar. Pişman olmadan, pişik bir surat ifadesi ile başlarız sırıtmaya sonrada ağlarız bir deniz kenarında veya avluda, hiç olmadı kaldırım taşlarında. Milli piyangonun bize çıkmamasına söveriz gün boyu; ‘ben iki ile kaçırdım milyarları, sen iki ile benim son rakamım dört olsa şimdi altımda son model BMW vardı’ diye devam eden ve sonunda haftaya yeni bir kupon telaşı ile başlayan, rakamları bu sefer daha özenle yazan bizleriz. İmkânsızlıklarla dolu bir günün ardından sardık mı geceyi üzerimize başlar gündüz gözü ile görülmüş yalanlarımız. Sonra us’umuza düşer bir bayan. Ne olduğunu bilmediğimiz, yüzünü hiç göremediğimiz ama hep ona âşık olduğumuz bir hanımefendi. Başlar mezemizin tadı demin vermeye ve artık kadeh tokuşmaları daha sıklıkla olur.
Sarhoş olan bizler miyiz? Yoksa bizi sarhoş etsin diye mi içeriz içkileri? İmkânsızlıklara bel bağlamamızdaki neden, her daim bir çıkış yolumuzun olmaması. Eğer dört kollu tayyare bile bizi bu halimizden alı koymuyorsa vay halimize vay geçen günlerimize. Bizi yıkık eden günlerimize inat, günün sert esen lodosuna, duraklarda bekleyip de yerlere izmaritlerin en şekilli resimlerini bize itina ile çizdiren ve sonradanda gelmeyen sevgiliye inat gülümsemeliyiz güneşe. Bize bahşedilen bu güzel doğanın esrarengizliğini yüreğimizde hissetmeli ve imkânsızlıklara rağmen kahkahayla gülmeliyiz. Hayat güzel, bizleriz güzellikleri bir tabu gibi deviren. Yıkın tabularınızı ve gökyüzünü salaş maviliğine bırakın hayallerinizi. Bir kuş seçin, yalnız sizin için uçan ve bir bulut seçin şekillerinde sizi anlatan. Yaşamanın anlamını yazın satırlara ve unutmayın imkânsızlıkları büyüten bizleriz...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.