KİM DAHA ÇOK İNSAN / öykü
Onu ilk ne zaman gördüm hatırlamıyorum.
İstanbul’un sokaklarında her çöp konteynerinin başında bir tanesi bulunur. Yarı belinden yukarısı konteynerin içinde kaybolmuş, bir arkeolog dikkatiyle yapmaktadır kazısını. Sonra, kocaman çuvaldan arabasına doldurur hazinelerini. Bedeni, bu devasa çuval arabanın arkasında minnacık kalana kadar sürer bu depolama işi.
Onun bir kadın olduğunu fark etmem çok sonra oldu. O da benim gibi bir kadın. Kendimi onun yerinde düşünmeye başladım. Bir ailesi olmalıydı. Çocukları…Her sabah, aynı saatte, herkesten önce işbaşı yaptığına göre bakmak zorunda olduğu birileri…
Artık sabahın köründe gördüğüm ilk yüz onunkiydi. Sanki o saate kadar tüm İstanbul’un çöplerini toplamış da, en son bizim mahalledekine sıra gelmişti. Tepeleme ıvır zıvırla dolu çuval arabasını itekleyerek önüm sıra gidişini seyrediyordum.
Bir gün, ona iyilik yapma isteğiyle yanıp tutuştum. Evde, giyilmeyen bir sürü öte beri topladım, iki büyük torbaya doldurdum. Sabah götürmek üzere kapının önüne koydum.
O sabah, elimde koca iki torbayla, bir elli metre yürümem lazımdı. Nefes nefese kalmıştım ki, baktım geliyor. Arabasını çöp bidonlarının dibinde park etti, başladı kazısını yapmaya. Yanına yaklaştım. İşini bitirmesini bekledim. Birkaç kez ayaklarımı yere sürttüm ki dikkatini çekeyim diye, oralı olmadı. İşe geç kalacağım be kadın, baksana artık, diyorum içimden. Ama o, büyük bir hazine bulmuştu sanki…Haşır huşur sesleri ve nefes alışlarından anlaşıldığına göre, kazı işi epey süreceğe benziyordu.
Torbaları bırakıp da gideyim, dedim. Ama yok, onunla yüz yüze gelmek istiyorum. Yardım yapan kişinin ben olduğumu bilsin. Bekleyeceğim. İşe geç kalmayı göze aldım. Sabırla bekliyorum.
Nihayet kafasını çıkarıp, elindeki bir sürü malzemeyi çuvalına koydu. Söze girmenin tam zamanı, ama bana bakmıyor ki. Nasıl başlasam, ne desem, diye düşünerek bir süre kaldım. Birden;
--Merhaba! dedim.
Ses yok, beni görmedi bile…
--Size birkaç şey getirdim, umarım işinize yarar, deyip torbaları, konteynerin dibine bıraktım.
Yine bana bakmadı, ama sinyal almış bir robot gibi, torbalara doğru yöneldi, şöyle bir yokladı, sonra ikisini de arabasının kenarına sıkıştırdı. Çuvalın yanında, minnacık kalan bedeniyle arkasını dönüp yola koyuldu.
Böyle çekip gitmesine izin veremezdim. Alındım çok kötü. Peşinden seslendim:
--Adın ne, nerde oturuyorsun? Sana birkaç şey daha getirmek isterim.
Hiç cevap yok. Sanki, sesimi bir tek ben duyuyorum. Sağır mı yoksa? Olabilir de… Ama öyle de olsa bana bir teşekkür bakışı bağışlayabilirdi. Kızdım, ona bunun hesabını sormalıyım, sinirli bir sesle;
--Madem adını söylemiyorsun, insan bir teşekkür eder, dedim.
O zaman olan oldu işte. Lanet olası bu son cümleyi neden söyledim ki… Durdu. İki torbayı da aldı, geri döndü, geldi, konteynerin dibine bıraktı. Bir robot gibi kısa ritmik hareketlerle yaptı bunu. Tam geri dönüp yoluna gidecekti ki; kısa, çok kısa bir an, belki bir saniye bile değil, baktı bana, göz göze geldik. Tüm bedenimle titredim. Kaldım. Öylece kaldım. Dilim ağzımda kocaman ve kupkuru.
Göz yaşlarımın yanaklarımdan akıp gittiğini anlayana kadar baktım peşinden. Ağlıyordum. Etrafta kimseler yok. Yapayalnızım. Bu sefer, katıla katıla ağlamaya başladım. Sevgilisi tarafından zalimce terk edilen biri gibiydim…
Bir dilenci olsaydı, bana: Allah razı olsun, güzel ablam; Allah seni sevdiğine bağışlasın, der; arkamdan bin türlü övgü yağdırırdı. Üstelik gözlerimin içine tüm şirinliğiyle, tüm acıklılığıyla bakardı.
Fakat o, bir kraliçe mağrurluğuyla, yardımımı geri çevirdi. Sadece bu mu? Beni ağlatan, perişan eden bu değildi. O kısacık anda, gözleriyle söylediği binlerce kelime idi. Sesini duyar gibiyim ...Bana şöyle dedi o gözler:
--Benim de senin adın gibi bir adımın olabileceğini düşünemiyorsun belli. Ama bir adım vardı benim. Şimdi kullanmıyor olsam da, vardı. Şu verdiğin iki torba bez parçası seni mükemmel insan mı yapacak sanırsın. Ben gece, çocuklarımla aç uyurken sen nerdesin? Kış kıyamette başımı sokacak bir dam bulamadığımda nerdeydin? Benim insan olup olmadığımdan bile şüphe eder gibisin. Evet, insanlığımı yitirdim ben. Açlıkla başa çıkmam için onu satmam gerekiyordu. Ya sen? Senin böyle bir sorunun yok. Peki, gerçekten benden daha mı çok insansın? Bugün, bana, insanlığımı hatırlatmaya hakkın yoktu. Yüreğim kanıyor, al bak! Benim gibi birinin aşağılandığını hissetmesi ne demek bilir misin? Şimdi, al şu bez parçalarını, beni rahat bırak!
Onu bir daha bizim mahallede görmedim. İnsan olduğunu hatırlamayacağı bir yere gitmiş olmalı. Ya ben…
YORUMLAR
çok duygulu gerçek hayatı anlatan bir yazı.Birkaç gün önce evimize yakın bir ana caddede aynen öyle kağıt toplayan bir hanım ,zayıf küçücük,yanında en çok üç yaşında gösteren bir kız ,daha doğrusu bebek ,annasiyle beraber kağıt toplamak için bu soğuk havada dışarda.İçim sızlzdı ,birçok insan zor şartlarda karnını doyuruyor. Buradan hepimize hatırlattığınız için taşekkürler..
...Bana şöyle dedi o gözler:
_ Karşılıksız bir iyilik bile yapamıyorsun! Bir de bana nezaket öğretmeye kalkıyorsun. İncindim!
Benim derdim bana yetmiş. Adımı bilsen ne olur? bilmesen ne olur? Beni kendi halime bırak, istemiyorum senin yardımını...
Kendimi o bayanın yerine koyarak ne hissederdim diye düşündüm...
Çok etkileyici düşündürücü bir öykü olmuş. Yüreğiniz var olsun . Sevgiler saygılar