- 1634 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Dine karsi olan Ideolojiler
Komünizm, geçtiğimiz 20. yüzyıla damgasını vurmuş bir ideolojidir. Ama bu damga, sadece baskı, zulüm, kan ve gözyaşı doludur. Tarihçilerin hesaplamalarına göre, sadece bu ideoloji nedeniyle 20. yüzyıl boyunca 120 milyon insan öldürülmüştür. Bunlar, bir savaş sırasında cephede ölen askerler değil, komünist devletlerin kendi halklarının içinden öldürdükleri sivillerdir. 100 milyon erkek, kadın, yaşlı, küçük çocuk, bebek, sadece "komünizm" denen bu soğuk, katı, sert ve vahşi ideoloji nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Dahası, komünist rejimler tarafından temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılan, göçe zorlanan, sistemli olarak kıtlıkla yüz yüze getirilen, hapsedilen, çalışma kamplarında köle olarak kullanılan on milyonlarca insan vardır. Milyonlarca insan da komünist gerilla gruplarının, terör örgütlerinin kurşunlarına hedef olmuş veya hedef olma korkusu altında yaşamıştır.
Peki bu ideolojinin kökeni nedir? Nasıl olmuştur da bu kadar kanlı ve acımasız bir dünya görüşü, dünyanın dört bir yanında taraftar bulmuş, devrimlerle iktidara gelmiş, milyonları ardından sürüklemiştir? Komünizm nereden doğmuş, nasıl büyümüş ve nasıl sona ermiştir? Gerçekten sona ermiş midir, yoksa hala dünyayı ve ülkemizi tehdit etmekte midir?
Bu kitapta bu soruların cevaplarını ortaya koyacağız.
Daha da önemlisi, büyük bir tehlikeye dikkat çekeceğiz. Komünist ideoloji geçtiğimiz yüzyılda acılara, felaketlere sebep olmuş, tüm dünya, komünist liderlerin katliamlarına, acımasızlıklarına şahit olmuştur. Peki şu an bu tehlike yeryüzünden silinmiş midir? Ne yazık ki, silinmemiştir: KOMÜNİZM PUSUDADIR!
120 milyon insanın canına malolan bu "kan dökme kuyusu" halen varlığını sürdürmektedir. Kuyunun üstü kapatılmış, etrafına kuyuyu kamufle edecek şeyler konmuştur; ama kuyu kapatılmamış bir tuzak konumundadır. Komünizm sinsice gizlenerek faaliyetine devam etmektedir. Farklı görünümlerde, farklı isimler altında varlığını sürdürmekte ve insanlığa yine geçmiştekilere benzer acıları yaşatmak için fırsat bulacağı günü beklemektedir.
Komünist ideolojinin önemli bir özelliği de son derece tutucu, donuk, katı ve renksiz bir insan ve toplum modeli oluşturmasıdır. Bunu anlamak için, öncelikle komünizmin insana bakışını hatırlamak gerekir. Komünizmin temeli olan materyalist felsefe, bir önceki bölümde de vurguladığımız gibi, insanı sadece maddeden ibaret bir varlık olarak görmektedir. İnsan ruhunun varlığı reddedilmekte, insan bilincinin sadece "hareket halindeki madde"nin bir ürünü olduğu ileri sürülmektedir. Dolayısıyla, materyalizme göre insan sadece gelişmiş bir makinedir. İnsanın sahip olduğu bütün düşünce ve duygular, bu makinenin içindeki kimyasal reaksiyonların bir sonucu olarak kabul edilmektedir.
Dahası Marxist ideolojide, insanların sahip oldukları tüm kültür ve bilincin de, maddi etkenlere dayandığı varsayılmaktadır. Komünizme göre insanın etrafındaki maddi dünyadan ayrı, bağımsız bir bilinci yoktur. Aksine, insan bilincini tamamen içinde yaşadığı maddi dünya belirler. Marx, "insanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen sosyal varlıklarıdır" diye iddia etmiştir.54 Marx’ın fikri öncülerinden Ludwig Feuerbach ise "insan, ne yiyorsa odur" diyerek aynı materyalist mantıksızlığı özetlemiştir.
Marxistler bu maddeci önyargıları nedeniyle, insan toplumlarını da maddi kıstaslarla değerlendirirler. Maddi bir anlam içeren "sınıf" kavramı üzerinde çok dururlar. Sınıf, bir toplumdaki farklı ekonomik tabakalardır ve Marxistler’e göre tek önemli kıstas budur. Örneğin, Maxizm’e göre, işçiler tek bir sınıfı, yani "proleterya"yı oluşturur. Kapitalistler ise "burjuvazi" sınıfını meydana getirir. Marxist iddiaya göre, her işçi aynı elverişsiz ekonomik şartlarda yaşadığına göre aynı "proleterya bilincini" paylaşmalı, her kapitalist aynı zenginlik içinde yaşadığı için aynı "burjuva" bilincine sahip olmalıdır. Bir işçinin veya bir fabrika sahibinin, kendi bağımsız karakteri veya dünya görüşü nedeniyle diğerlerinden bambaşka bir bilince sahip olabileceği kabul edilmez.55
Bu bakış açısının doğal bir sonucu, insanların belirli maddi kategorilere ayrılması ve bu maddi kategoriler içinde değerlendirilmesidir. Bir Marxist için sadece "burjuvazi", "küçük burjuvazi", "proleterya", "emperyalist", "komprador" gibi kategoriler vardır. Ve en önemlisi, bu kategoriler tamamen maddi faktörlere dayanmaktadır. Bir insan işçiyse, bir fabrikada kol gücüyle çalışıyorsa, o insanın varlığının tek belirleyicisi yaptığı bu iştir. Eğer bir tarlada çalışan köylü ise, bu kez de sahip olduğu tek bilinç, "köylü bilinci"dir.
Her komünist rejimde başköşeleri süsleyen soğuk yüzler: Lenin, Engels, Marx.
Bu bakış açısı nedeniyle Marxistler, tarihin akışını belirleyen tek etkenin "üretim biçimleri" olduğunu iddia ederler. Karl Marx’ın ünlü eseri Das Kapital, tüm tarihi, üretim biçimlerine göre yorumlayan bir çalışmadır. Marx’a göre ilk başta avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan "ilkel komünal toplum" varken, tarıma geçilmesiyle birlikte "köleci toplum" doğmuş, ardından üretim biçimindeki yeni değişikliklerle birlikte "feodal toplum" gelişmiş, makinelerin icat edilmesiyle birlikte yeni bir üretim biçimi olan sanayi doğunca da, "kapitalist toplum" ortaya çıkmıştır. Marx’ın iddiasına göre, din, devlet, hukuk, aile, ahlak gibi kavramların hepsi, üretim biçimindeki farklılıklarla doğmuş ve değişiklik yaşamıştır.
Marxizm’in bu dar görüşlü tarih teorisinin yanlışlığı, şimdiye kadar pek çok düşünür tarafından detaylı şekilde izah edilmiş ve nitekim yaşanan somut örneklerle de ispatlanmıştır. Bu nedenle burada Marxist tarih görüşünün geçersizliğini izah etmeye gerek görmüyoruz. Ancak üzerinde durmak istediğimiz önemli bir nokta, söz konusu maddeci yaklaşımın ortaya çıkardığı tutucu, donuk, katı ve renksiz insan modelidir.
Gerçekte insan ruhu, Marxistler’in sandığı gibi, maddenin bir ürünü değildir. Aksine, madde dediğimiz varlıklar ruh tarafından görülür, duyulur ve hissedilir. Dolayısıyla insan ruhunun içinde bulunduğu durumun maddi şartlar tarafından belirlenmesi mümkün değildir. İnsanın ruhu, onu yaratmış olan Allah tarafından verilmiş çeşitli özelliklere (akla, kavrama yeteneğine, duygulara, isteklere, eğilimlere) sahiptir. Bu özellikler, insanın içinde bulunduğu şartlar her ne olursa olsun değişmez, sadece farklı şekillerde ifade edilir. Tarihteki ilk insanın istek, duygu, düşünce ve mantığı nasılsa, günümüz insanınınki de öyledir. Tek değişen, kullanılan araçlardır.
İlk insanı yaratan Allah, ona da günümüzdeki insanlarla aynı özellikleri ve yetenekleri vermiştir. Bu yüzden insanlar bulundukları döneme, yüzyıla, mekana göre farklı bilinç seviyelerine sahip olmazlar. İnsanların bilinç seviyesi, kendilerine verilen düşünme yeteneğini kullanmalarına, vicdanlarını harekete geçirmelerine göre değişir. Bu gerçeğin bilincinde olan müslümanlar, kendilerini zamanla, mekanla, ortamla veya belirli ideolojik fikirlerle sınırlandırmazlar. Allah’ın Kuran’da emrettiği gibi karşılaştıkları herşey üzerinde düşünür, incelikleri kavramaya, güzellikleri görmeye çalışırlar. Allah iman eden insanların bu bilincini Kuran’da şöyle tarif etmiştir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
İşte bu sebeple Allah’a iman eden insanların ufku çok geniş olur. Daima özgür düşünürler. Bu sebeple sanatta ve estetikte uçsuz bucaksız bir çeşitlilik oluşturabilirler.
Marx ve onu izleyenler ise, bu gerçekleri kavrayamadıkları için, insan bilincini "sınıf bilinci" gibi son derece dar ve hayali bir kalıba sokmaya çalışmışlardır. Ulaşabildikleri herkesi bu hayali kalıplara göre düşünmeye ve yaşamaya zorlamışlardır. Bu nedenle de Marxizm, her yerleştiği ülkede insan ruhunun ifade biçimi olan sanat ve estetik kavramlarını dondurmuştur. Komünistler, on milyonlarca insanı acımasızca katlettikleri gibi, insanlığın sanat, estetik, bilim, düşünce gibi vasıflarını da bir anlamda öldürmüşlerdir.Halan okullarda okutulan derslerde cogu zaman bu admlarin söylesileri yer almaktadir ve bunu okuyan ögrenci zamanla komunist veya fasist yapilir ve dine karsi büyüyen genclik olusur bu adamlarda zaten bunu istemekdedir,ama insallah bu zalim ideolojiler atrik sona ermekde ve bitmeside lazim eger mutlu ve güzel bir düyada yasamak istiyorsak,tabiki dine karsi olan cok ideolojiler var fasims,empeyalism ve kapitalism gibi daha niceleri dinin olmasini istemiyorlar zaten zamanimizda artik ap acik belli olmakda ama iste yinede okullarda onlarin felsefesini okutuyorlar artik sonu gelmesi lazim ki düzgün bir nesil ortaya ciksin bu ideolojilerden arinmis bir halk olmasim lazim,insallah baska bir zamanada baska bir konu ele aliriz insallah,
saygilarimla selamlarim
Zül-Karneyn Osmanli
YORUMLAR
her ideoloji yarım yamalaktır ve bir insan tarafından benimsendiğinde benimsemeyenlere karşı kan dökülme pahasına da olsa kabul ettirilmeye çalışılır. bu insanın bir özelliğidir. görüşleri zorla benimsetme çabaları sadece komünizm de değil insanın eli olan herşeyde görebiliriz. örneğin bir dinin savaşlarla yayılışına baktığımızda kan dökülmediğini insanların acı çekmediğini çocukların ölmediğini söylemek çok safça olacaktır. gerçekte bu dünyada en çok kan din savaşları yüzünden dökülmüştür. örneğin bir yahudi için kimi insanları öldürmeyi bizzat tanrı emretmektedir. evet ideolojilerin artık sonu gelmeli ve insanlar kendisini bilimin tarafsız kollarına bırakmalılar. güzel yazı, tebrik ederim.
Sevgili kardeşim her seferinde mühim konular işliyorsun. Takdir ediyorum lakin dostana bir önri yapacağım. Biraz özetle ki kolay bir yazı okuyalım. Biliyorum mevzu derin olunca zor bir olay. Sen başarırsın. Dört beş yazı okusam evdekiler haydi bir de girecez diye başıma çullanıyor. Ben okumaktan sıkılman ama vakit yetmiyor. Saygılar kardeşim.
Bayramın mübarek olsun.