- 1247 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİ ÖĞRETMENİ
Okullarda bugün,öğrencilerimizin Kurtuluş Savaşı’nın belli başlı olaylarını bilmediklerini,tarihin en büyük destanından habersiz yetiştirildiklerini şaşarak,acıyla görüyorum. Cahit Külebi’yi, Dağlarca’yı Orhan Kemal’i anımsamadıklarını,dahası hiç duymadıklarını görüyorum. Bağımsızlık kavramından,Türkiye’nin bir ülke olarak,yurt olarak değerinden,güzelliğinden çoşmuyor, “vatan” deyince içleri titremiyor. Onlar Bağımsızlık Gülü’nü okumamışlar, onlara bağımsızlık duygusu verilmemiş,onlar Kızamık Ağıdı’nın yazıldığı koşullardan habersizler. O zaman köylerde,şimdi gece kondularda sağlıksız,hasta,yoksul,umutsuz yaşayan insanların sorunlarını dert edinmemişler,edinemezler. Onlar hep alacaklılarmış gibi yaşar, bu ülkeye ne verdiklerini bir an olsun düşünmezler.
Onların dışında kalanların da, gözleri uzayda, elleri bilgisayar tuşlarında. Kendi küçük karanlıklarında. Ülke gerçeklerinden, ülke tarihinden habersizdirler. Çanakkale’nin, İnönü Savaşlarının, Sakarya Savaş’ının, Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın, 9 Eylül 1922’nin bir ulusun kurtuluşunda nasıl birer tarih olduğunu kavramamışlar, bu onlara kavratılmamış. Bunlar olmayınca yurt sevgisi eksik. Bunlar olmayınca insan sevgisi, komşu sevgisi, çalışan insana sevgi eksik. Bu ülke için canını verenlere sevgi yok. En küçük saygı kırıntısı bile görülmüyor.
Her sabah kalktıklarında hazır bir gökyüzü, hazır sokaklar, kentler, iyi kötü işleyen bir düzen buluyorlar. Bunun özgürlük demek olduğunu bilmiyorlar. Bu özgürlüğün gökten inmediğini seksen küsur yıl önce Anadolu insanının, çarık yiyerek, çul giyerek verdiği bir savaşla kazanıldığını düşünmüyorlar.
Düşünemezler. Çünkü bilmiyorlar. Bilmeleri için ulusumuzun o günlerini anlatan şiirlerini, romanlarını, öykülerini okumaları; oyunlarını izlemeleri gerek. Her sabah içilen antlarla kazanılmaz bu duygu. Bunların çoğunu bu gün öğretmenlerimiz de bilmiyorlar. Onların da içinde yurt, ülke deyince şiirlerle harmanlanan, romanlarla, öykülerle gözlerini dolduran bir duygu patlaması olmuyor.
Bu akşam, Ceyhun Atıf Kansu’yu yeniden okurken düşündüm bunları. Halkın içinde, Cumhuriyet’in en coşkulu doktorlarında birini, halk toprağını şiirleriyle sürmüş bilge ozanı da yeni kuşaklar tanımıyorlar, bilmiyorlar, anımsamıyorlar.
Biz okuduğumuz okullarda onun Dünya’nın Bütün Çiçekleri şiiriyle yurdumuzu tanıdık. Onun Kızamık Ağıdı’yla köy çocuklarını bilimin aydınlığına, çağın sağlık olanaklarına kavuşturma öyküsüyle dolduk. Dünya’nın bütün Çiçekleri’nde içimiz acıyla dolardı duvarın altında kalan köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın son dileklerini okudukça.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Koy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman İsparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatimin çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
Kızamuk Ağıdıyla Dünya’nın Bütün çiçekleri, birbirinin devamı gibidir. Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirleri Anadolu’nun bütün renklerini, acısını, ışığını, karanlığını bağrında barındırır. Kurtuluş Savaş’ıyla yeni bir çağa gözlerini açan Anadolu toprağını bütün tarihiyle kucaklayan Kansu, Cumhuriyet’in erdemlerine, ülküsüne, iyilikler getireceğine bütün beyniyle kalbiyle inanır. Ülkeyi yönetenlerin devrimleri amacından saptırdıkları gerçeği karşısında da Cumhuriyet Devrimlerinin aydınlığına inancını hiç yitirmez. Bu yüzden de kendi köşesinde ahkâm kesen aydınlardan, bu halkın vergileriyle okuyup, büyük kentlerin hasta bakım odalarında hasta bekleyen hekimlerden; köye gittikten sonra ilk fırsatta ya kendi memleketine, ya da bir kente kaçmaya bakan öğretmenlerden hesap soracaktır bu şiiriyle. Toplumsal duyarlılığı gelişmemiş, bir kente kaçmaya bakan ulus yapan, bir toprak parçasını yurda çeviren gerçekleri sorgulamamış insanları sorgular şiirlerinde.
Şiirin kökleri halk şiirindedir. Bu konuda hiç gocunmaz. Halk şiirinin olanaklarını imgelerle zenginleştirir.
“Türkiye için insancı ve toplumcu bir halk yönetimi istedim hep, insana değer verilsin, insan ezilmesin, insan tüm yetenekleriyle gelişsin. Toplumun içinde özgür olsun. Öyleyse toplumda insana değer veren, insanın tüm gereksinimlerini eşitlik ve özgürlük ortamında karşılayan bir toplum olsun. Bu toplum ayrıca halk yönetimi ile yönetilsin, insanın halk içindeki yeriyle halkın insan bilincindeki yeri birbirine uysun.
Halk şiirine öykündüğümü söyleyebilirler. Ben şiire öykünmüyorum; okulum benim o şiir, şiiri o okulda öğrendim. Gerçek şiir orada, halktadır diyorum. Böyle deyince de halkın dili ile sevinçlerini sevinçlere, dertlerini dertlere bağlayarak yazıyorum. Ben aşkların, isteklerin, dileklerin ozanıyım. Ozan olarak görevimin ilk ana kaynağı çıkıyor ortaya: Halkımın yurt sevgisini, yurdu için döktüğü kanların destanını söylemek. Bir de yurdumu yaşanılacak bir toprak haline getirmek için ozanca bir işe girişmek, yaşamayı, yaşama sevincini övmek; yaşamayı ezen bir yük haline getiren bütün koşullara karşı ozanca savaşım vermek.”
Ceyhun Atuf Kansu’nun en önemli tavrı şiirlerinde beklediği gibi bir aydın oluşunda yatar. Yaşamıyla şiiri örtüşen, bunu yüksek sağlığıyla, beyin inancıyla başaran az sayıda şairden, sanatçıdan biridir o.
Cahit Külebi, Ceyhun Atuf Kansu,’nun Halk Albümüne yazdığı “Ceyhun Atuf Kansu” yazısında, onun ülkücü yanını vurgular.
“Numune Hastane’sinde Çocuk Uzmanlığı Bölüm’ünde baş asistandı. Bir gün duyduk ki Turhal’da açılan fabrikaya çocuk hekimi olarak girmiş. Bu davranışına benim gibi başkalarının da şaştığını sanırım. Bilgili ve çalışkandı. Çok tanınmış bir eğitim ve politika adamının oğluydu. İstese hastanede ya da üniversitede kalır, birkaç yıl sonra doçent, profesör olurdu. Para kazanırdı… Bütün bunları usuna bile getirmedi. Sanki kitaplarıyla, öğrencileriyle mutlu olan yoksul bir taşra öğretmeniydi.
Abartmasız denilebilir ki hiçbir düşünür ve siyasalımız, Atatürkçülük ile toplumculuğu ve halk geleneklerimizi Ceyhun’un anlayışı ölçüsünde ussal biçimde kaynaştıramamıştır.
Ceyhun sentezciliğini kişisel yaşamında, toplumsal ilişkisinde ve insancı tutumunda da doğal bir davranış olarak sürdürmüştür.’
Bu yüzden Kızamuk Ağıd’ında çığlık çığlığadır ozan:
Ben gamlı donuk kış güneşi,
çıplak dallarda sessiz dinleniyordum.
Köyleri, yolları, dağı taşı
ısıtıyor, avutuyordum.
Bir köy gördüm ta uzaktan,
dağlar ardında kalmış bilmezsiniz,
kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan
yalnızlıkta üşür üşür çaresiz.
Ben gördüm bu köyü, damların altında
çocukları kızamık döküyor,
gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,
gelincikler arasından öyle masum bakıyor.
Habersiz hepsi kızamıktan ve ölümden,
kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz
ve düşmüş bir gül oluyorlar birden,
bebekler ölüveriyorlar, ölümden habersiz.
Alilerin kızı Emine’yi gördüm
öldü.. Yusufların Kadir öldü, emmisinin
Dudu öldü,
ikindiye doğru evlerine vardım.
gördüm Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü.
Bir bir saydım, yirmi üç çocuk,
ah, güllü güllü Gülizar öldü,
gördü kış güneşi, gamlı ve donuk,
daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü.
Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım,
bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye,
bu acıdan sonra nasıl doğacaktım,
nasıl dönecektim aynı köye?
İniyor ve kar altında örtüyordum,
bu çocukları, bu habersiz çocukları,
görmediniz anlatamam, ürperiyorum,
bir şey demek için açılmıştı dudakları.
Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden,
varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,
aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,
bir gün soracağım, bu çocukları soracağım.
O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde
siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?
Ben perişan, utanmış.. Bu köyün üstüne,
kahrolurken siz beyciğim neredeydiniz?
Ben. bir günde yirmi üç küçük ölünün
gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamıktan,
ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin
bir şey söyleyin uzaktan.
Ah ben gamlı kış güneşi, aydınlığın
bütün suçlarını kalbimde taşırım,
görerek ah görerek, bilerek bir yığın
karanlık gündüzün üstünde yaşarım.
Her mevsim dolanıp geldiğimde bu köye,
gücük ayda, kar örtülü bu ovada,
utancımdan, hıncımdan yaş dökerek böyle,
gamlı ve perişan, asılı duracağım havada.
İkindiye doğru bırakıp kendimi
bu küçük mezarların üstüne,
bilmiyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi,
gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne,
yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı,
ah, diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne...
Köylerde yoksul, çaresiz, uygarlığın yarattığı iyiliklere uzak çocukların gözleri dolduruyordu gecelerimizi. Her göz bir dünyaydı. Her bakış bilgilenirse dünyayı güzelleştirecek bir elmas parçasıydı.Köylere onlar için gidecektik. Nasılda büyürdü gücümüz görevimizi düşündükçe. Yurt onlar demekti, gelecek onlar.Özgürlük onların sağlığı, yoksulluktan kurtulmuş güvenli bakışı demekti.
Beni en çok etkileyen şiirlerin başında Bağımsızlık Gülü gelir. Küreselleşme safsatalarıyla Kurtuluş Savaşı’nda yurt topraklarından kovduğumuz sömürgeci güçlerin ülkemizin elini kolunu bağlayan anlaşmalarla insanımızı köleleştiren bir düzeni dayattıklarını gördükçe;aymazlıklarını,işbirlikçiliklerini, ’vatan kurtaran aslan’ edasıyla topluma yutturduklarını gördükçe, değil ulus olmanın bilincinde, insan olmanın çok uzağında durarak bir toplumu karanlık çağlara çekmek isteyen bu insanların yabancılarla kurdukları ’birlikleri’, ulusun onurunu zerrece düşünmeden uluslararası sermayenin para babalarının önünde ceketlerini düğmeleye düğmeleye devlet adamlığı tasladıklarını gördükçe; Türkiye’nin üzerine çöken uluslararası sermayenin kutsal dili (!) İngilizcenin baskısı arttıkça ;köylünün tarlasında ne ekeceğine,yer altı yer üstü kaynaklarımızı nasıl değerlendireceğimize; işçiye, çalışana ne kadar aylık verebileceğimize karar veren dünyanın karanlık odakları ile onların yardakçılarını gördükçe...o ’gül’ geliyor aklıma.
Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?
Bir topçu neferinin
Sakaryalı yaz toprağında
Sıcak kan gülü.
Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?
Türkçe’nin özgür kırlarında
Türkülerde burcu burcu
Bilgeliğin ana gülü.
Bir basmadan alıp o gülü
Hangi basmadan?
Nazilli fabrikasından
Pamuğumuzdan emeğimizden
Dokuduğumuz halk gülü.
Hoyrat ellerinden alıp o gülü
Hangi ellerden?
Uzak Teksaslı çobanların
Bilmediği, uğruna can vermediği
Türkiyeli o çileler gülü.
Yerine koymak, kutsamak o gülü
Hangi yerine?
Mustafa kemal’in bahçesine
Bir ulusun suladığı beslediği
Yediveren bağımsızlık gülü
Hiç bir zaman koklayamayacakları, uşaklarıyla tarihe karanlık sayfalar ekleyeceklerini bile bilmeyenlerin anlayamayacakları, kokusunu duyamayacakları, güzelliğini göremeyecekleri kutsal bir güldür o.
Ceyhun Atuf Kansu gibi ozanlar, ülkelerinin bağımsızlığını, toplumculuğunu hiç unutmayacak insanlardır. Nazım’ımız gibi, Şükran Kurdakul’umuz gibi, Dağlarca’mız gibi, Macarların Sandor Petofi’si, Şilililerin Neruda’sı, İspanyolların Lorca’sı gibi. Almanlar ın Brecht’i gibi.
Türk edebiyatında bütün bir edebiyat dünyası adına, halkı düşünen, halk için hakça bir düzen isteyen, kendi özel isteklerine halkın acıları, sıkıntıları yüzünden sıra gelmeyen, bundan da yakınmayan bir ozana elbette Cemal Süreya “Sevgi Öğretmeni” diyecektir.
Bazılarının “cumhur”u kullanarak kendi saltanatlarını sağlamlaştırmaya, karanlık amaçları için “cumhur” la alay edercesine konuşmaya başladıklarını gördükçe o “cumhur”u hiç anlamadıklarını, sevmediklerini, “edebiyatımızın sevgi öğretmeni’”nden hiç haberlerinin olmadığını düşünüyorum. Onlar bir gün silinip gidecekler ama Ceyhun Kansuların” Türkiye’nin özgür kırlarında açan bilge gülü” hiç solmayacaktır.
YORUMLAR
Güzel bir yazı okudum.Kaleminiz ve yüreğiniz daim olsun.Saygılar...