- 2015 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
224 - İLAHİ AŞK
Onur BİLGE
Aşk, sevginin şiddetli halidir. Allah’a olan aşırı sevgiye de aşk denir ki bu gerçek aşktır. Dünyevi sevgiler, basamak; dünyevi aşklar mecaz aşklardır. Onlar da gerçek aşka ulaşmak için kullanılan merdivenlerdir.
Bir kutsi hadiste, "Gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ettim, âlemi yarattım." denilmiştir. Allah-ü teâlâ, sıfatlarıyla bilindiğinde aşk ile sevilebilir.
Dünyevi sevgiler, Allah aşkına dâhildir. Yunus’un: “Yaratılanı sevdim, Yaratan’dan ötürü...” dediği budur. İnsan, herkesi ve her şeyi sevdiği zaman, Allah’ı da hakkıyla sevmeye başlar. Hoşgörü de bunun içindedir. Allah, yarattıklarından seyredilir. Yaratma gücü, kudreti, sanatı, yarattıklarında açığa çıkar. Allah aşkına, öğrenmeyle, çalışmayla, uğraşmayla ulaşılamaz. Gönülle gidilir, Allah yolunda. Kalbin üzerinde yürümek gerek. “Aşk imiş her ne var âlemde İlim bir kıl u kal imiş ancak.” demiş, Fuzuli.
Aşka giden basamakları adlandıranlar vardır. Sevgi ve ilginin şiddetine göre şöyle sıralarlar:
“İrade, Muhabbet, Hevâ, Sakabe, Tebettül, Alaka, Vüluğ, Kelef, Şağaf, Aşk, Ülfet, Garava, Hullet, Teyemmüm, Valeh, Tedellüh ve Velâ.
İrade, insanın bir şeyi yapma ya da yapmamaya karar verme gücü, yani istenç demektir. Buyruk, istek ve dilek anlamlarına da gelir.
Muhabbet: Dostça konuşma, yarenlik ve sevgi anlamlarında kullanılır. Arapça bir sözcüktür. Sevgi ve aşk ifade eder. ’Hevâ’, ’hoşlanmak’; ’Tebettül’, ’dünyadan el ayak çekip, Allah’a bağlanmak’; ’Alaka’, ’ilgi, ilişik, sevgi, sevme’; ’Vüluğ’,’ bir şeye fazla düşkünlük’; ’Kelef’, ’şiddetli sevgi’; ’Şağaf’, ’çıldırasıya sevme’; ’Aşk’, ’Allah sevgisi’; ’Ülfet’, ’alışma, kaynaşma, görüşme, konuşma, dostluk’; ’Teyemmüm’, ’uğur sayma’; ’Tedellüh’, ’nazlanma’; ’Vela’, ’sahiplik, yakınlık’ demektir.
Tasavvufta muhabbetin gerçeği, her şeyden Allah rızası için vazgeçmek, kendi varlığını bile yok saymaktır. Muhabbetin de çeşitleri vardır.
İlki, ammenin muhabbetidir. Allah’ın insanlara bahşettiği fiili sevgidir. Efendimizin: "Kalplerin, ihsan edeni sevme özelliği vardır." dediği avamın sevgisidir.
Sıfati aşk kalbin Allah’ın sıfatların anlamlarına vakıf olanların sevgisidir. Azamet, Kudret, Celal, Cemal... İlimle desteklenir. Havassın, sadıkların, araştıran ve öğrenenlerin ulaşabildikleri sevgidir. Sütrenin kalkmasıyla, gerçeklerin görünüvermesiyle oluşur.
Zati muhabbetin hâlidir. Allah’a olan sevginin, başlangıcı olmayan, eski, ezelî ve nedensiz sevme hali demektir ki Allah işte bu şekilde sevilmelidir. Sıddık ve arifler böyle severler.
Bazıları, başlangıç ve amaçlarına göre çeşitleri olduğunu iddia eder ve gruplar. Önce ikiye ayırır.
Sâlik ve muhib makamlarındakilerin sevgi sıralaması; ülfet, hevâ, hülle, şağf ve vecd; âşıklarınki ise garaim, iftitân, veleh, dehş ve fena şeklindedir.
Aşk, manevî bir sarhoşluktur. Düşünülerek ulaşılabilecek bir mesele değil, hâlî ve vicdanîdir. Mevlâna’ya aşkın ne olduğunu sorarlar: “Benim gibi olunca anlarsınız!” der. Aşkı yazarken kalemin dahi tahammül edemeyerek yarıldığını, aşkın şerhinde, çamura batmış merkep gibi aciz kaldığını söyler.
Mevlana Hazretleri; âşığın halinden halkın anlayamayacağını, meyhaneden çıkıp yolunu şaşıran sarhoşa çevredekiler nasıl bakarsa ve çocukların maskarası, eğlencesi olursa, âşığın da sarhoş olduğunu, yani sekr halinde bulunduğunu çocukların, onun şarap zevkinden ve sersemlik neşesinden habersiz oldukları için arkasına takıldıklarını, Allah’ın aşkından sarhoş olanlardan başka, bütün halkın çocuk mesabesinde olduğunu söyler; İlahî aşktan nasibini almayan, heva ve hevesten kurtulamamış olanları, büluğa ermemiş çocuklara benzetir; o çocukların, bindikleri kargıları, cehaletlerinden Burak veya Düldül sanarak böbürlendiklerin, ata bindiklerini vehmettiklerini ilave eder.
Mutasavvıfların divanlarında, şarap, mey, kadeh ve meyhane gibi mazmunlara çok rastlandığından, ne anlamda kullanıldıklarından habersiz olan cahiller, onların içki içtiklerini zannederler.
Dehr Suresi, 21. Ayet: "Rabbleri, onlara tertemiz bir şarab takdim eder."
Bu ayette ‘şurb’ kökünden gelen ‘şarab’ sözcüğü içecek anlamındadır. ‘Şurup’ da bu kökten türemiştir. Su ve şerbet gibi sarhoş etmeyen, temiz içecek demektir.
Allah âşıklarından Yahya b. Muaz, Bayezid Bistami’ye:
Muhabbet kadehinden o kadar içtim ki sonunda mest oldum!" der. O da ona:
"Muhabbet şarabını kâse kâse içtim. Lakin ne şarap bitti, ne de benim hararetim geçti!" diyerek cevap verir.
Allah âşığına her yaratılan Allah-ü Teâlâ’yı anımsatır. Öyle bir zaman gelir ki kendisini unutur; varlığı Allah’ta yok olur. Hallac-ı Mansur da öyle duygular içindeyken:
Ene’l Hak!" demiştir.
Onun, o sözleri, nasıl bir aşk sarhoşluğu içinde söylediğinden habersiz olan, aşkın o raddesini tatmamış oldukları için bilemeyen insanlar, şeriatın zahirine aykırı olması nedeniyle, katline karar vermişler.
Mevlâna, onların hallerini bilir ve o olayı; kıpkızıl hale gelen demirin: “Ben ateşim!” demesine benzetir ve der ki:
"Sen, sarhoş olanlardan kılavuzluk arama!"
Âşık, kendisini yeryüzünde, gurbette gibi hisseder. Vatanının Bezm-i Elest olduğunu söyler. Dünyayı bir hapishane, yani kapkaranlık bir zindan olarak görür ve vuslat olarak kabul ettiği ölümü, şiddetle arzular! Sevinçli de değildir, kederli de değildir. Her şeyin Allah’tan geldiğinin bilincindedir. Hayatı, olduğu gibi kabul eder, kadere kesinlikle inanır ve taksimata rıza gösterir:
"Hoştur bana Senden gelen
Ya gonca gül, ya da diken
Ya hil’atu yahut kefen
Narın da hoş, nurun da hoş..." der.
Âşık için iyi kötü olarak değerlendirilmekte olan ne varsa, Allah’ın lütfudur. Mevlana:
"Gerek âlim olsun, gerek cahil olsun, isterse aşağılık biri bulunsun, herkes lütuf ile kahrı fark eder. Lakin kahırda gizlenmiş lütfu, yahut lütuf içindeki kahrı az kimse bilir." der.
Bir Ayeti Kerimede: “Bazen kötü gördüğünüz bir şey, sizin için hayırlı olabilir, hayırlı gördüğünüz bir şey de sizin için şer olabilir. Doğrusunu siz bilemezsiniz. ...” denilmektedir.
Hayrın içinde şerrin, şerrin içinde hayrın olduğu da, her şeyde bir hayır olduğu da söylenir.
“Âşık olan kişiler deli olagan olur,
Aşk nedir bilmeyenler âna gülegan olur,
Sakın gülme sen âne, deli değildir sane,
Kişi neye gülerse başa gelegân olur,
Âşık Yunus sen dahi, incitme aşıkları,
Âşıkların duası kabul olagan olur.”
Dünya zincirini kıranların ayağına Allah-ü Teâlâ’nın aşk zincirinin takıldığı, artık onun için korku olmadığı söylenir.
Züleyha’nın, Hz Yusuf’a âşık olunca onun uğruna güzelliğini ve tüm servetini harcadığı, yetmiş deve yükü mücevher ve gerdanlığı onun uğrun feda ettiği: "Bu gün Yusuf’u gördüm." diyen herkese, eline ne geçerse vererek zengin ettiği, vere vere elinde bir şey kalmadığı, aşkından aklını kaybetme raddesine geldiği ve karşılaştığı her şeyi Yusuf diye çağırır olduğu, hatta geceleri gökyüzüne baktığı zaman Yusuf’un adının, yıldızların üzerinde yazılı olduğunu söylediği; iman edip onunla evlendikten sonra, eski aşığı yani yeni kocasından ayrı yaşamaya yönelerek kendini ibadete verdiği, varlığını tamamen Allah’a adadığı; Yusuf kendisi gündüz yatağa çağırsa: "Akşama..." diye savdığı, akşam çağırınca: "Yarına..." diye ertelediği, sebebini Yusuf’a:
"Ben sana Allah’ı tanımadan önce aşık olmuştum." diyerek izah ettiği, Yusuf’un da ona: "Seninle birleşmemi emreden yüce Allah’tır. Senden iki çocuğum olacağını ve bunları peygamber olarak görevlendireceğini bana bildirdi." dediği söylenir.
Mecnun’un, Leyla’ya karşı olan aşkından deli divane olup çöllere düştüğü, gözleri Leyla’ya benziyor diye, çölde ceylanlarla arkadaş olduğu, bulunduğu yere bir köpek geldiğinde, kimse ilgilenmediği halde ona büyük bir ilgi gösterdiği, nedeni sorulduğunda:
Bu köpeğin, Leyla’nın diyarından geldiğini bilmiyor musunuz?" ve sonunda Leyla kendisine verildiğinde:
“Hayır, sen Leyla değilsin! Sen yürü Leyla ki ben Mevla’yı buldum!" dediği söylenir.
Yunus Emre de: "Bana Seni gerek Seni!" demiştir. Her üçünde de mecazi aşk, gerçek aşka dönüşmüş, İlâhi aşk halini almıştır.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 224