- 1007 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
PEKİ, GERÇEKTEN HASTA ADAM MIYIZ? (-2-)
“Hayatta mutlu olmanın iki yolu var; ya isteklerinizi azaltacaksınız ya da imkânlarınızı zorlayacaksınız.” –Benjamin Franklin-
PEKİ, GERÇEKTEN HASTA ADAM MIYIZ? (-2-)
Siyasetçi de duymuyor, duyuyor da duymazlıktan geliyor.
Halk, hala siyasetçiye sesini duyurmaya çalışmakta.
Ne değişti?
Dış ve iç borç kat be kat, katlandı.
Atatürk Cumhuriyetinde sıfırlanan borçlarımız; içte ve dışta öyle böyle değil, enikonu arttı. Borcun kendisini değil de borçların faizlerini ödemeye çalışıyoruz…Ve bir bebe; daha dünyaya gelmeden borç senetleri imzalanmış, onu beklemekte, yani anne karnındayken borçlanıyor yaşama...
Ve sene 2009 şimdiki AKPartisi hükümet, başımızda…
2007 yılından beri "Sarı ampul" ün üzerinde "yedi çizgisi" olan sembolleri ile geldiler.
Ampuldeki o çizgiler neden "altı" değil de "yedi tane" çizili, ne anlama geliyorsa?
Yoksa radikal Siyonistlerin, “kabala” dedikleri bir yan sokağın lambası mı?
Neyse efendim biz konumuza dönelim, Kabala’ya dalarsak, hiç işin içinden çıkamayız. Oradan da Hz. Musa dönemine kadar gideriz.
AKP başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kasımpaşa semtinde yaşamış olup, halkın içinden bir insan… Önce İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanlığını yürütmüş ardından, oyların hemen hemen tamamını almış ve hükümeti kurmak görevi verilmiştir.
Güvendi Türk Halkı ona...
Büyük çoğunlukla geldi oturdu o kırmızı ceylan derili milletvekili koltuklarına...
Ne sözler verdi ne sözler?
Ne demişti Başbakanımız?
“Milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıracağım.”
Hani nerede o kanun?
Ne demişti, Sağlık Bakanı ve Başbakanımız?
“Öğrencilerden sağlığa katkı payları alınmayacak”
Ama alınıyor, hastanelerde. Oğlum bir üniversite öğrencisi ve ne zaman gitse hastaneye, 3.000TL. Sağlık ocağında ise 2.000TL. Alındı.
1980 ile değişen Anayasa, artık BABALAR gibi SATARIM yasasına dönüşmüştü...
"Gazi" ünvanı hak edenlerin haklarını jet hızıyla yasalar çıkartıp aldılar.
Hızla Türkiye Cumhuriyeti Topraklarında var olanlar, satılmaya başladılar.
Karşı çıkanlar, doğruyu konuşanlar, bilim adamları, eğitimciler, öğretim görevlileri, hukukçular, asker ve General , hatta hasta yatağından bile alındı bilim adamları, her Atatürkçü değerli insanlarımız,"ERGENEKON" adı altında tutuklandılar.
Konuşma ve düşünce özgürlükleri de ellerinden alındı, Türk İnsanının.
“Korku virüsleri” hızla halkı sarmaya ve bulaşmaya başladı...
Sustuk...
Korktuk...
Baş eğdik...
"Ya beni de içeri atarlarsa?" diye, kuşkular ve her an "tutuklanma" kaygısı bulaştı, insanlara.
Susurluk tepkisi, veremedi halk.
Hani"ışık kapama" eylemi...
Sıkı mı sokaklara dökül, anında kodestesin...
Ve Türk insanına, şehit yakınlarının ve gazilerimizin yüreklerine en acı darbe geldi...
İmralı’daki bebek katilinin emri ile Kandil’den akın akın gelen teröristleri; davul zurna ile zılgıtlar çekilerek, havai fişekler ile APO Posterleri ile karşılandı, ama kimse kodese atılmadı.
Gelen PKK teröristleri; alkışlandı, zafer kazanmış kumandanlar gibi, şehit aileleri, Gazileri iten, tartaklayan eller onlara dokunmadı bile…
Öyle ya, Başbakan TV’lerde o tarihi bir konuşmayı yapmıştı:
"Hazmettire hazmettire alıştıracağız, Türk Halkına..."
İlk acı lokma verildi yüreklere, bakalım sindirebilecek miyiz?
Siyasetçiler, sandık başına bizi koşturduklarında, vaat ettiklerini şimdi tutmuyorlar ve biz uykudayken çantamız değil bankadaki mevduatımız bile erimekte…
Toplumun bu kadar tepkisiz oluşuna şaşıyorum. Ruhsal dengeler de bozulmuş olup; domuz gribi, kuş gribi, kene ısırması, yok sars gribi korkuları ile hastalıkların oluşmasında, sağlam bir insanda yaşam kalitesinin düşmesinden artık kuşku duymaktayım. İnsanın kişilik özelliklerinin belirlenmesinde genetik yapının ve çevrenin etkisi tıbben ispatlanmıştır.
Şimdi aklımı üşüten, şu iki soru geldi:
Yoksa bir genetik değişim mi başladı?
Bellek kodlarımızda mı, bir hasar var?
Dr. Balaban’ı anımsadım, kanserdi ve Amerika’dan Türkiye’ye geldi, Türk insanının vericiliğine, merhametine, acıma duygularına sığındı. İlik nakli arayışları ile görsel medyanın başköşesine oturmuştu.
Milyonlarca kişi sıraya girdi ve kan verdiler…
Ne oldu o kanlar?
Benim aklıma öyle senaryolar düşüyor ki… Mesela; “Türklerin Genleri” üzerinde çalışılmış, olabilirler.
Türklerin düşünceleri kopyalanamaz mı?
Amerika’nın dış siyaset arenasının usta oyuncusu, Henry Kissinger bakın ne büyük bir söz etmiş:
“Petrolü kontrol ederseniz, ulusları kontrol edersiniz.
Yiyeceği kontrol ederseniz, insanları kontrol edersiniz.”
Son günler genetiği değiştirilmiş “ölüm tohumları” için bakanlar William Engdahl’ın Türkçemize çevrilmiş, “Ölüm Tohumları” adlı kitabı okumaları gerekiyor, anlaşılan.
Öyle ya, koskoca Tarım Bakanı Mehti Eker bakanı mikrofonlarda konuşuyor;
“İçinde olmayan bir şey yazılmaz.”
Ee, peki bazı gıda maddelerinde ,“İçinde alkol ve domuz yağı içermemektedir.” Diye ek bir not düşülüyorsa, neden zararlı olan bir maddeyi not eklenmiyor?
“Sigara ve alkol sağlığa zararlıdır, öldürücüdür” diye, insan sağlığını düşünen yetkili bakanlık, şimdi neden GDO hakkında bir uyarı yazısı eklemiyor?
Bu bir çelişki ve güven kaybına neden olacak bir tavırdır.
Küresel güçler çağın savaşı olan, üçüncü dünya savaşını çoktandır başlattı bile. İşin en hazin gerçeği de bu Genetiği Dokusuyla Oynanmış, ölüm tohumlarının yeni ekilmediğidir.
(*)”…Kissinger’ın ve ünlü Rockefeller ile Monsanto GDO ölüm tohumları projesine tam 50 yıldır imza atmışlar. Artık yiyeceklerimiz dış güçler tarafından kontrol edilmektedir. Çünkü toprağı ekip biçmekte olan çiftçi her an yeni tohum almak zorunda.
Nükleer savaşlar askıda kaldı, eşiğimizden içeri giren GDO ile “Gıda Savaşlarının tetiğine basıldığını” düşünen, sadece ben değilim…”
Nedense dünlerimizi ve yaşadıklarımızı unutur olduk...
Korkularımızdan sonra “mutsuzluk ta “ bulaştı bir virüs gibi…
Hani fi tarihte Rusya’nın bize verdiği bir kimlik vardı. Okul sıralarında tarih hocamız anlatırken, içimize sindiremediğimiz bu verilen kimliğe öfkelenir, tepki verirdik.
"Hasta Adam, değiliz." diye...
Şimdi sorarım kendime ve size;
"Peki, Hasta Adam mıyız, gerçekten? "
Üzgünüm...
Üzgünsünüz...
Üzgünüz...
Güzel yurdum; içte ve dışta sağlıklı, akılcı, çağdaş bir siyaseti hak ediyor…
Güven yitirdik ve kime güveneceğimizi de şaşırdık…
Bizi yöneten 60. siyasi iktidar, her ne kadar kara çalıp, yargılasa da ATATÜRK CUMHURİYETİNİN ve LAİK yılmaz bekçisi olan TÜRK ASKERİNİ,
Türk halkı, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİ ilelebet sevmeye ve güvenmeye devam edecektir.
Askerimizin şimdiki suskunluğunu, ulu önderimizin aşağıdaki bir “vasiyet” gibi, “sözlerine sadık kalmalarındandır” diye, düşünmekteyim.
“Hiçbir zaman saldırgan olmayı düşünmemiş olan ve fakat daima haksız saldırıya uğrayacağını hesap eden bir ulusun ordusu olarak, ordumuz uzun bir seferden sonra hemen diğer bir sefere başlayacakmış gibi maddi ve manevi yönden hazır bulunmalıdır. (1924, Ankara) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 351-)…”
Cumhuriyetimize karşı, Türk İnsanına karşı, Türk askerine karşı yapılan bu saldırılar ve ihanet açılımlarını başlatanların bir gün adalet terazilerinde tartılacağını bilmeleri gerekir.
Cumhuriyetin asil yürekli ve yılmaz bekçileri olan TÜRK İNSANI buna asla göz yummayacaktır.
Bu böyle biline...
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…
Sevgi ve ışıkla…
Emine Pişiren/Bursa
12.Kasım.2009
Saat:11.21
Kaynak: (*)Timeturk/Akif Beki/radikal.com.tr/04.11.2009-09:07”Gıda savaşları kapımızda mı?”