Fişi çek fişi
Annem mutfaktan hışımla seslendi;
-bırak şu kör olasıca televizyonu setretmeyi, bak birazdan babanda gelecek, bitirsene şu dersini “urumunda gâvurun uşağı” diye.
-Ya tamam dedikyaaa.. Diye cevap verdim yarı tırsarak, yarı ukalaca. Annem sert kadındı sıkımı tırsmamak.
Yıl 70’lerin sonlarına doğru. Bir sonbahar akşamı. Oturmuş evde “Söz Savunmanın” isimli sürükleyici bir Amerikan dizisi seyrediyoruz siyah beyaz TRT de kardeşlerimle. Dizinin konusuna gelince; İtalyan asıllı bir Amerikalı avukat “Petroçelli” ve güzel sarışın hanımının başından geçen olayların akıcı ve sürükleyici bir şekilde her hafta değişik bir konuyla hikâye edilmesi.
O zamanların dizileri şimdiki yerli diziler gibi seyirciyi aptal yerine koyup nabza göre şerbet vermez, bilakis esrarengiz senaryoları ve sürprize açık sonları ile bir nevi seyredeni beyin jimnastiği yapmaya zorlardı.
Çilekeş anam da bir yandan yemek hazırlıyor, bir yandan merdaneli çamaşır makinesinde son kalanları sıkmaya çalışıyor, bir yandan bize laf yetiştiriyor.
Devir terör olaylarının ve anarşizmin kol gezdiği, tavan yaptığı yıllar. O zamanın akşamları, güneş yanaklı, güvercin pençeli, papatya kokulu gündüzlerine inat, çatal dilli, yarasa gözlü, leopar desenli idi. Hava karadığı zaman herkes bir an evvel kendini eve atardı. Mümkün mü; Anneler hemen üstün körü yoklama yapar eksik gedik var mı diye, varsa hemen tespiti yapılır nerede olduğu öğrenilir di. Allah korusun o zamanlarda akşam vakti dışarıda dolaşmak altı okka yürek isterdi adamda. Sanki Lübnan, sanki Filistin, Gazze. Zavallı babam el işinde, mecburen geç gelirdi işten, o gelene kadar annem dokuz doğururdu.
Filmin en heyecanlı anı, yer bir mahkeme salonu. Savunma avukatı “Petroçelli” çenebaz, akıllı, zeki iddia makamındaki avukatla sanki satranç oynuyor. Bir ara iddia makamındaki avukata “şah” dedi bilgiç ve kararlı ifadeyle…
İşte tam bu anda aniden; tatatatatatok tok..tok..tok..tok…tok …tatatatata…tak.. taktok..tok..tok..tatatatata tak…. tok…tok…tok…tok . ciuvvv …. zıng…zıng …tatata…tak.tak…tak zıng zıng zıng zıng …taktaktok..tok...zıng ….tatatata… Ve ardından kulakları tırmalayan bir araba lastiği sesi
Bilmiş bir refleksle evdeki herkes divan altına eşyaların aralarına tam siper yattık. Annem lambaları söndür dediğinde gayrı ihtiyari, ben zaten söndürmüştüm. “fişi çek fişi” dedi yarı panik içinde, televizyonun fişini çek.
İşte böyle; yine bir hareketli akşam daha yaşıyorduk. Yine bir yer taranmıştı. Silah sesleri çok şey ifade ederdi bizim için. Şiddetine bakılırsa taranan yer bir hayli yakındı. Büyük ihtimalle aşağıdaki bahçeli kahve taranmıştı. Hemen balistik ve kriminolojik analiz yaptık kendi aramızda, üç silah kullanılmıştı iki tabanca bir uzun namlulu. Keşke, inşallah olmasa diyorduk ama bazı mermi seslerindeki değişik oktav insanlara isabet ettiği yönündeki iddialarımızı güçlendiriyordu. Arada ki bir “ciuvv” tamam dedik bir tanesi sıyırmış.
Bilenler bilir, askeriyede savaş teknikleri öğretilirken bazı hayat kurtarıcı ipuçları da verilir acemilere. Mesela cephede top yağmuru altında iken en emniyetli yer, yine bir top mermisinin açtığı çukurdur. Çünkü matematiksel olarak bir top mermisinin düştüğü yere ikinci bir top mermisi düşme olasılığı milyonda birdir. Bizlerde bilirdik ki o akşam bir olay olmuşsa, orası en asude yerdir sabaha kadar. Gönül rahatlığı ile dışarı çıkılabilir.
O tecrübe ile hızla fırladım evden, annemin endişeli ve sinirli bağırmalarına aldırmadan merakımı gidermek için. Baktım apartmanın kapısında sanki sözleşmişiz gibi arkadaşım Tatar Rahmi beni bekliyor. Yürü lan dedim heyecan içinde.
Evet, yanılmamıştık bahçeli kahve taranmıştı. Mahalleli toplanmış birde mahalle karakolundan beş altı polis. Dediler iki kişi ölmüş bir yaralı var. Ölülerin üzerini gazete kâğıtları ile örtmüşler yüzlerini göremedik. Yaralı tam ortada, yıkılmış sandalye ve masaların arasında öylece yatıyor basit bir sıyrık gibi gözüküyor. Fakat ters giden bir şeyler var sanki biraz daha yanaştık polislerin bağırışlarına aldırmadan. Sanki boynunda bıçakla ikiye ayrılmış hortum gibi bir şey duruyor, ne! Şah damarımıymış o. Kurşun sıyırırken orasını mı koparmış. Hani âlemlerin Rabbinin size şahdamarınızdan daha yakınım dediği “şahdamarı” omuymuş.
Acı, acı çalan siren sesi ve sert bir fren Tatar Rahmiyle fısıldanmalarımızı böldü.
Çabuk biriniz elektro şoku hazırlasın dedi doktor ambulanstaki hemşirelere, biriniz tampon yapsın yaraya. Biriniz turnike hazırlayın.
Sonra gerek kalmadı yaralı “eks” olmuş ,“fişi çek fişi” dedi üzgün bir ses tonuyla hemşireye elektro şok cihazını kast ederek.
Hem de “şaha” karşı “şahdamarı” ve “mat”
İsmet BABAOĞLU
YORUMLAR
İyi de, manevî tazminat davası açar diye korkup, Petroçelli'nin kırmızı bibere benzer burnunu niye yazmadın?
Sahi;
Ben nereden biliyorum onun burnunun kırmızılığını?
O değil de ince iş tutanların o sırada çektikleri fişin garipleşip, boyunlarını bükmeleri ne acınacak durum olmuştur.
Şükür Allaha, bu yaşımıza kadar ne kör sürücüye ne de kör kurşuna rastlamadı vücutlarımız.
(Öyle dedim ya; dışarı çıkacağım şimdi. "Al, madem sen öyle diyon!" olmasın sakın. Allah korur beni; takma kafana...
Yükselenyıldız tarafından 4/11/2010 3:40:56 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ağyar
Saygılar, selamlar