- 632 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PEKİ, HASTA ADAM MIYIZ GERÇEKTEN? (-1-)
“Yasama, yürütme yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir.
Kuvvet kimdeyse o hâkimdir. “Jean-Jacques Rousseau
PEKİ, HASTA ADAM MIYIZ GERÇEKTEN? (-1-)
Hava serinceydi, rüzgâr yoktu ama Uludağ’ın ayazı içime işliyordu. Bir an önce eve kapağı atma düşüncesi ile adımlarımı hızlandırmıştım.
Eve varır varmaz, soluğu mutfakta aldım. Çay suyu ne de çabuk kaynayıp bitmişti? Yeniden su ilave edip, başında beklemeye başladım. Milliyet gazetesini açıp, okumaya başladım, önce şöyle bir, başlıklara göz attım. Daha sonra da dikkatimi çekenleri sırasıyla okumaya başladım.
Başbakan Erdoğan…
Deniz Baykal…
Devlet Bahçeli…
Geçtim her birini…
Sonra birden bire bir isim dikkatimi çekti ve isme gözlerim takıldı.
Emine Ayna…
Sık sık TV’lerde PKK’yı savunan bu yeni politikacıya çok kızmaktaydım. İmralı’daki bebek katilini koruması sinirlerimi hallaç pamuğu gibi havalandırıyordu. Gazete haberini dikkatle okumaya başladım.
“Emine Ayna da konuşmasında Kürt sorunun çözümü için anayasa değişikliğini işaret etti, Öcalan ve PKK’nın muhatap alınması gerektiğini söyledi. Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, terör örgütü PKK yandaşı bazı grupların kürsüyü işgal etme çabası nedeniyle konuşmasını durdurdu…”
Gerilmiş ve sinirlenmiştim.
Doktorum stresten uzak durmamı istemişti.
Hani nerdeee?
Devam edemedim okumaya. Gazeteyi katlayıp masaya fırlattım. Milletvekillerine ve siyasetçilere içerledim. Açılım, adı altında açtıkları paketler, meclisten bazı milletvekillerinden tepki almış, halk galeyana gelerek, Türk Bayrakları ile meclise doğru yürümeye başlamıştı.
Memleketin bu son görüntüleri hiç de hoş değildi. Kahvaltı öncesi; kendi kendime sorular yöneltip, yanıt veriyor ve gelmiş geçmiş siyasetçileri belleğimdeki profilleri ile makro düşüncelerden mikro düşüncelere koşuyordum.
Dedem de gördü aynı siyasetçileri…
Bende, çocuklarımda gördüler…
Ne değişti, ne değiştirdiler?
Yoksa biz Türk insanı olarak unutkanlığı bir erdem mi saydık?
Yok, yok, biz unutkanlığı ilke edindik.
Neden acaba?
Sumen altı olan dosyalarla “yiyin efendiler yiyin” felsefesi ile her başa geçen aynı siyaseti güdüyor…
Demirel vardı bir zamanlar hani her gittiği yerde şapkasını kaptıran
“Siyasetin Aksakalı”
Ve adı “Çoban Sülü” kaldı.
Ne yaptı?
Yemedi, ama yedirdi…
Kime mi? Hani, bir yeğeni vardı, adı “Yahya Demirel” olan,
İşte oda "yedi, yedi" bitiremedi, ama demir parmaklıkların ardına bir girer bir çıkar oldu, senelerdir…
Ya "Karaoğlan" lakaplı başbakanımız,
Hani, Kıbrıs Barış Gücü Fatihi var ya, işte bizi nereye vardırdı?
Tam “beş kez” hükümet kurup, o döner koltuğa oturdu, kalktı.
Yemedi, ama yiyenlerin başını da tutmuş oldu. Banka krizleri ve kapanan devlet bankaları, bizlerde güven erozyonu da başlatmış oldu.
Akdeniz’den seçilen Deniz Bey’in ağzına sakız olup, çıktı.
37. Cumhuriyet Hükümetini, MSPartisi Lideri Erbakan ile de yürütemedi, daha da kafalar karıştı.
Yağ ve tüp kuyruklarında vatandaş hem sabır tüketti, hem fahiş fiyata aldıklarının "acı faturaları" ellerinde kar kaldı.
Vatandaş "İllallah" edip, yine şapka dağıtan, babasından ümidini kesmedi.
Öyle ya, Türk insanı "Dün dündür, bugün bugündür" felsefesine alışıktı. Şapkasını almak için halk neredeyse, ona "secde eder" hale bile gelmişti.
Oy sandıkları insanlar; her seferinde öfkeli, pişman ve yılgın bir umutla gidip, oy verdiler, hayal kırıklığı yaşadılar. İleri ki yıllarda ise radikal kararlar verip, sürekli Muhalefette kalan Baykal’ı da denedi.
Ama o da umutları bir balon gibi söndürdü.
Ardından Türkiye’yi 50-100 sene geri iteleyen bir Paşa geldi. O paşa bir süre sonra en başköşeye geçince, koltuğu T.Özal’a devretti.
Türk Halkı hala güven yitirmemişti, "Arı" sembolü olan sandıklardan oldukça yüksek oylar ile döner koltuğunu uzunca koruyacaktı.
"Benim aziz vatandaşlarım, kemerleri sıkacaksınız..." dedi,
Sıktık vallahi!
Hem de ne sıkma, öyle böyle değil.
46. Hükümet başı da "en baş" köşeye oturunca, özelleştirmelerin tetiğine basıldı, limanlar "serbest ekonomi" adı altında yabancılara açıldı, cami imarları ve kuran kursları çoğaldı,
Saddam’dan kaçan yüzlerce Peşmergelere aş verdi, iş verdi, ev verdi, PKK geçici bir süre pusuda kaldı.
İmam Hatip Liseleri, temelleri sağlamlaştırıldı, İrtica kapıları yavaş yavaş açılmaya başladı.
Sivas Madımak katliamları ile Uğur Mumcu ve Bahriye Üçok ve daha nice demokrasi şehitlerimiz, bu dönemlerde toprağa verildi.(-1990-1993-)
Sonrası Arı Kovanından iki arı beyi daha o koltuğa geçti... Karizmatik lider, bilge lider, tarihi şahsiyet, mikrofonlardan gür sesi ile halktan güven toplayan...
Onun sayesinde Çernobil çaylarını bile içer, Rize Çayını daha çok tanır, olduk ve soframızdan eksik etmedik...
Akbulut ve Yılmaz Hükümetleri de bütçenin dibini bulmasına ve dışa daha da gebe kalmaya başladık.
Ardından "Baba, baba" dediğimiz ünlü siyasetçimizin şapkasını tutan bir bayan vardı,
Adı Tansu Çiller olan hani,
İşte o geldi...
Hani Türkiye Cumhuriyet Tarihinde "ilk" kadın başbakanı...
Hani sürekli Arı Beylerinden Yılmaz ile siyasi arenalarda horoz dövüşü yapan...
Kürsülerden o hoş sesiyle,
Prezantabl görüntüsü ile
Her zaman şık ve farklı eşarpları ile
Tüm zarafeti ile
Dikkatleri üzerine bir mıknatıs gibi çeken First Lady, bize dedi ki;
- Eğer beni seçerseniz, size söz veriyorum ki, her eve iki anahtar vereceğim…
Verdi mi?
Yoo, onda da boğazımızı sıktık...
Boğaz köprüsünden atlayanlar fazlalaştı.
Depresyon ile tanıştık...
Bir de "kuşburnu" çayı ile...
Yooo, vermek şöyle bir kenarda dursun, 500.000YTL nı örtülü ödenekten "şrolop" diye, çekti ve hesabını bile vermedi…
Oysa o “örtülü ödenek” Fİ tarihte Menderes’in boynuna "yağlı" ilmeği geçirtmeye yetmişti…
Bunlar yetmedi, "beş nisan" paketlerini açtı. Ardından da bütçenin ağzı açık kaldığı yetmemiş, gibi dibine de kıran girdi. Küçük esnaf kepenkleri borçla kapattı. Memur ve işçi kredi kartları ile ileriki yıllara borçlandı. First Lady, daha sonra AB standartlarına uygun olalım, diye özelleştirme adına devlete ait ne varsa satışa çıkarttı. En başta PTT’nin "T" sini "Satacağım" diye, tutturdu.
Sattı ve yeni adı TELEKOM oldu. Şimdilerde de başına İngiliz genel müdür geldi, oturdu.
İletişimimiz TELE KULAK oldu, gizlimiz saklımız, kalmadı, "Eyvallahımız" bile elimizden alındı.
Neyse efendim,
Ben sırasıyla yazayım dedim, ama bozdum sırayı...
57. Cumhuriyet Hükümeti "ES" geçtim.
Hani 28 Mayıs 1999 - 18 Kasım 2002’e kadar Borsayı "hallaç pamuğu" gibi havalandıran, Karaoğlan Ecevit’i unuttum.
Halkın güvenoyunu bu kez MHP ile kazanmıştı.
Kısacası unutkan Türk insanı her seferinde yüce TBMM’ne güvendi.
Ne oldu, o "Örtülü Ödenek" davası?
Hani nerde iki anahtar?
Unutuldu...
Necmettin Erbakan gelmişti, ortak bir hükümet kurulmuştu, ama o da bir" Mercimek" davası vardı hani,
Ne oldu, o "Mercimek" davası?
Unutuldu…
Yıllardır güven krizi yaşatan siyasetçilerimiz, seçim öncesi vaat ettikleri ile seçim sonrası icraatları çok farklı oluyor…
Oğullarına gemiler alıyorlar ve halkın üç Kuruşluk parasını elinden bir şekilde cebren de alıyorlar…
Nasıl mı?
Hastanelerde muayene olun da görün…
Bir zamanlar ücretsiz muayene olduğunuz sağlık karneniz artık geçersiz olursa da hiç şaşmam…
Menderes ve haksız yere ölenler nur içinde yatsın…
AK Parti şimdi DENİZ FENERİ yolsuzluğunu kapatması, şüpheli bir durum…
Aklıma kıssadan bir fıkra düştü:
“Kilise papazı bahçenin köşesindeki zangoca seslenmiş;
-Mahzendeki şarapları kim bitirdi?
Zangoç duymazlığa gelmiş, başını papaza çevirip;
-Sizi duyamıyorum, ne söylediğiniz anlaşılmıyor.
Papaz şaşırmış, çünkü zangocu duyuyormuş.
-Nasıl olur, ben buradan seni duyuyorum ya!
Demiş ve zangocun yanına gitmiş.
Zangoç;
-Efendim, siz burada durun ben oradan size sesleneceğim, bakalım siz duyabilecek misiniz beni?
Demiş ve kilisenin kapısına gidip papaza bağırmış:
-Peder efendiiii, beni alışverişe gönderdiğinizde karımla kim, yatıyorduuuuu, diye seslenmiş, yüksek sesle.
Papaz, duymuş duymasına ama belli etmek istememiş.
-Seni duyamıyorummmm, ne dedinnn?..”
Duyamaz tabi, işine gelirse duyar, gelmez ise duyma özürlüsü olur çıkar insanoğlu.
Bir sonraki yazımda görüşmek umuduyla…
Sevgi ve ışıkla
-Devam Edecek-
Emine Pişiren/Bursa/13.11.2009
YORUMLAR
Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz... Suç kimin? Tabiki bizim...
Peki hasta mıyız? Hem de nasıllll!
Hastayı bekledikçe kara toprak (gün) iyileşmemiz de biraz zor görülüyor...
Geçmişten günümüze bir yolculuk ettim okurken yazdıklarınızı...
Ve anladım ki GÜVEN YOK artık... umutsuzluğumuz almış başını gidiyor....
Gün istiyoruz artık gün!
Kutladım yürekten
Sevgi ile