- 698 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ay çöreği ve kapuçino üzerine
Terminal filmini izleyenler hatırlayacaktır.
Doğu Avrupa’daki bir ülkenin vatandaşı olan Tom Hanks, babasının vasiyetini gerçekleştirmek için New York’a gider. Giriş için havaalanında beklerken ilginç bir olay gerçekleşir.
Hanks’in iç savaş yaşayan ülkesinde sınırlar değişmiş ve ülke aniden yok olmuştur.
Bu beklenmedik olayla kahramanımızın uyruğu belirsizleşmiş ve Sam Amca’nın ülkesine girişi de yasaklanmıştır. Onun için de havaalanında yaşamaktan başka çare kalmamıştır.
Havaalanını mesken tutan Tom zaman içinde burada çalışan personelle sıcak ilişkiler kurar. Zamanla işi İtalyan hostes Catherine Zeta-Jones’u kafalamaya kadar götürür ve aralarında duygusal bir bağ oluşur.
Bu durumdan epey keyif alan havaalanı personeli de çifte bir sürpriz yapmağa karar verir ve ikili için terminalin kısıtlı imkanları ile ana menüsü ayçörekleri ve kapuçinodan oluşan bir masa donatırlar.
Filmin bu sahnesinde masadaki ayçöreklerini gören Jones, Tom Hanks’a “ayçöreğinin anavatanının Romanya olduğunu biliyor muydun?" diye bir soru sorar. Hanks’ın suskunluğu karşısında soruyu cevaplamak ta bu bilgiç kıza düşer. Zaten istediği de odur.
"Sene 1742 ve Budapeşte Türkler tarafından kuşaltılmıştır" diye başlar söze, fakat gerisini getirmez.
Merak bu ya. İşin içine tarihimiz girince, bize de işi gücü bırakıp bu husustaki cehaletimizi gidermek için bir taharri yapmak kalır.
İşte bu taharri neticesi film boyunca okumuş entel kız edası ile her konuda bilgiçlik taslayan Napolyon hayranı Jones’un zavallı Tom Hanks’i yarım yamalak bilgilerle kandırdığı ortaya çıkmaktadır.
Bir kere kuşatma altına alınan şehir Budapeşte değil, Viyana’dır. Şehir Viyana olunca tarihin 1742 olması da mümkün değildir. Buna göre ya ilk kuşatmanın yapıldığı 1529 senesi veya ikincisinin yapıldığı 1683 olmalıdır.
Jones’ı konuşturan senarist düştüğü anakronide kendi yanlışını sadece Tom’a değil tüm izleyiciye yaşatıp bize de “oh be cahil senaryo yazarları sadece bizden çıkmıyormuş” diye bir teselli yaşatsa da, ortada olumlu bir gerçek vardır ki, o da ay çöreğinin tarihsel nedenlere dayanan gastronomik bir icad olarak Viyana’da ortaya çıkan ve şu anda tüm insanlığın damak zevkine hitap eden paydaş bir kültürün semeresi olmasıdır.
Ne var ki bu gerçeği, kesin tarihsel bir realiteye bağlamak için elde somut deliller olmayınca kulaktan kulağa yayılarak günümüze ulaşan şehir efsanelerinden elde edilen ipuçları ile doğrulamaktan başka yol kalmıyor.
Olayı zaman mekan ve insan üçgeninde irdelediğimizde, zaman ve insan unsurunda rivayet muhtelif olsa da mekan açısından tüm kapıların Viyana ‘ya çıktığı görülmektedir.
Muhtelif dediğimiz rivayetlerden birine göre 1529 senesindeki Kanuni’nin meşhur Viyana kuşatması sırasında fırıncının biri, gece yarısı yerin altından gelen sesler duyar ve durumdan devriye gezen nöbetçi askerleri haberdar eder. Bunun üzerine Türklerin yer altından şehre girmek için lağım kazdıkları anlaşılır. Bu lağımlar patlatılır ve şehrin Türklerin eline geçmesi önlenir. Bu olayın anısına fırıncı Türklüğün simgesi olan hilal şeklinde çörekler yaparak bunları askerlere dağıtır. Bu çöreklerin adını da “hilâl ay” anlamına gelen “kruasan” (croissant) koyar.
O dönemde her fırıncı istediği şekilde unlu mamüller üretemediğinden bu vatandaşa bir ayrıcalık tanınır ve ay çöreğini münhasır olarak yapıp satma hakkı verilir.
Hıristiyan Halk bu çöreklere büyük rağbet gösterir.
Çünkü inanışa göre, “İslamın sembolü olan bir ay çöreğini yiyen, bir Türkü öldürmüş gibi sevaba nail olur”!
Başka bir rivayete göre ise Türklerin başarısız Viyana kuşatmasından sonra halkın kahraman olarak gördüğü haçlı askerlerine dağıtmak üzere Türk bayrağının üzerindeki hilali temsil eden çörekler yapılıp bunlara croissant kruvasan adı verilir.
Yine bu konuda halk arasında yaygın olan bir başka söylenti ise ay çöreğinin Fransa Kralı XIV Lui tarafından yaptırıldığı ve , 1683 yılındaki Viyana bozgununda Veziriazam Kara Mustafa Paşa komutasındaki Türk ordusuna karşı gösterdiği cesaret ve başarı üzerine Lehistan Kralı John Sobieski’ye gönderildiği şeklindedir.
Bu savaşın Batı Dünyasının damak zevkine kazandırdıkları sadece çörekle kalmamıştır. Savaş sonrası Türklerden geriye kalan ganimetler arasında ele geçirilen kahve çuvalları da Viyanalılara o güne kadar tanımadıkları farklı bir nefaset bahşetmiştir.
Kahvelere el koyan Franciszek Jerzy Kulczycki Avrupadaki üçüncü, Viyanadaki ilk kahvehaneyi açmıştır. Kendisi bir Katolik rahibi (Capuchin friar ) olan Kulczycki acı kahveye süt ve şeker karıştırarak yeni bir karışım elde etmiş buna da cappuccino (Katolik keşiş) adını vermiştir.
Haydi afiyet olsun!...