- 1294 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RESSAM VE ŞAİR HALİL GÜLEL İLE SÖYLEŞİ
Ressam ve Şair Halil Gülel ile Söyleşi
“Estetik değerlerini şu anda yitirmiş olan bir topluma resim sanatını sevdirmek çok zordur. Atalarımızın nakış nakış işlediği mezar taşlarını, torunları bu gün üç beş Dolar için satmaktadır. Bütün zevkini midesinin dolmasından geçiren insanların aslında sanat diye, şiir diye ve milli kültür diye bir kaygıları da yoktur. “
“İşin en önemli noktalarından birisi de; bütün sorunları aynı olan Türk toplumunun; siyasi, politik, fikri, dini, mezhebi ve bölgesel olarak birbirlerini neredeyse düşman görecek kadar zıtlaştığını ne yazık ki görmekteyiz ve yaşamaktayız.”
Mahmut Aşkar: Sayın Gülel, okuyucularımıza kendinizi nasıl tanıtmak isterseniz, öyle tanıtın lütfen..
Halil GÜLEL : Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Yukarıseyit köyünde, 1955 yılında dünyaya gelmişim. Babam, Gönen Köy Enstitüsünde okumuş. Annemde aynı köyden olup ev hanımıdır. İki yaşında iken çocuk felçi hastalığına yakalanmışım. Beş yaşındayken dokuz kez ameliyat olduktan sonra koltuk deyneklerinin yardımı ile yürüyebildim. İlkokulu köyümde, ortaokulu Çal’da, liseyi de Denizli’de bitirdim. 1974 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümünün giriş sınavlarını kazanarak, bu okulu 1980 yılında bitirdim. Bitirdiğim ay, Düsseldorf Kunstakademisi’nde “Meisterschüler” olarak ustalık eğitimi tamamladım.
Rahmetli babam Federal Almanya’ya 1962 yılında “Gastrarbeiter” Misafir İşçi olarak gelmişti. Onun gurbet mektuplarıyla okuma yazmayı öğrendim. Daha sonra da ailemin diğer fertlerini babam yanına aldırdı. Ailenin en son ferdi olarak, 1980 yılında ben de Almanya’ya geldim. 1982 yılından itibarende öğretmenlik yapmaktayım. Evliyim ve iki çocuğumuz vardır.
Mahmut Aşkar: Ressamlığınızın yanısıra yazarlağınız, onun yanısıra da öğretmenliğiniz var. Bütün bunları birarada yürütmek sizin için zor olmuyor mu? Veya, bunlardan hangisi size göre daha önceliklidir?
Halil GÜLEL : Her şeyden önce ressamlığım gelir. Resim hayatımın merkezindedir. Resim yaptığım zaman rahatlıyorum. Ondan aldığım bu mutluluğu izah etmem mümkün değildir. Şiire gelince, şiir de sevdiğim bir sanattır. Tıpkı resim gibidir. Resimde renk ile yaptığım kompozisyonu şiirde sözler ile vurgulamaktayım. Hikaye ve romanlarımda yaşadığım ve yaşanılan olayları tekrar kurguluyorum. Fikir dünyamdaki nakışları bazen bu şiir, hikaye ve romanlarımda yeniden belli bir düzen içinde düzenliyorum. Şiirin perisi başka bir zamanda geliyor. O ilham perisi geldiği zaman onunla meşgul oluyorum. Şiir yazacağım diye oturulup şiir yazılmıyor. Sanki zamanım kendiliğinden tanzim oluyor ve ben ona göre resim yapıyorum, şiir, hikaye veya roman yazızorum. Cenab-ı Allah’ın vermiş olduğu bu yetenekleri kullanarak milletime ve insanlığa güzel eserler sunmak bana katiyen zor gelmiyor. Böyle bir eser meydana getireceğim zaman, eğer istenmeyen şartlar veya o andaki duygu dünyamı anlamayan ve hoşgörüsüz kimseler geldiğinde, hayat benim için çok zor oluyor. Sanatçının hayat düzeni ve anlayışı bazı insanlar için anlaşılması gayet güçtür. Sanatçıyı anlamayan ve herşeyi maddi şeylerle ölçenlerin yanında, sanat eseri üretmek gerçekten zordur. Yaşadığım mekan ve zaman içinde yapabildiğim hangi sanat dalını üretebiliyorsam; onunla meşgul olmak benim için daha kazançlı olmaktadır.
Mahmut Aşkar: Gördüğümüz kadarıyla; çizerken de, yazarken de belli başlı konuları işliyorsunuz. Bunlar hangileri, veya nelerdir?
Halil GÜLEL: Resimlerimde de şiirlerimde de ele aldığım konular vardır. Mesela şiir kitaplarımın her birisi ya belli bir fikiri değişik boyutlarıyla açıklar, ya da o anda dünya üzerinde cereyan eden bir vakaya karşı belli bir fikir merkezinden bakıştır. Eserlerimde İslam inancı büyük bir yer tutar ve ondan sonra Türk Kültürü, Türkçe ve Türk Tarihi büyük bir yer tutar. Her verdiğim eserde dikkat ettiğim husus inancımıza aykırı bir durum arzetmemesidir. Türk Milletinin büyük değerlerini ele alırken; kesinlikle başka milletleri de hor görmem: Bu hem inancımıza, hem de tarihi Türklük ruhuna aykırıdır. Bosna, Filistin, Çeçenistan, Türk Dünyası, Türk Birliği, Esir Türk İlleri, Türk ve İslam Coğrafyası, Çanakkale Kahramanları büyük bir yer tutar. Yine sevgi, barış ve huzur da büyük bir yer tutmaktadır. Aşktan anladığım Leyla’dan Mevla’ya ulaşan ve ulaştıran aşktır. Bir telefon, bir görüntü, bir serzeniş, bir tebessüm bana şiir yazdırabilir. Şiir de kahraman ve güzellik tiplerim vardır. Bunların başında Almıla ve Mehlika Sultan gelmektedir. Kafdağında yaşayan Mehlika Sultan, ulaşılması gereken huzur ve mutluluk kaynağıdır, yani benim için Kızıl Elma’dır. Ona ulaşmak için attığım her adımda yeryüzünde izlerim meydana gelmektedir. İşte bu izlerim bazen resimlerimi, bazen de edebi eserlerimi oluşturmaktadır.
Mahmut Aşkar: Ağırlıklı Almanya olmak üzere Batı Avrupa’daki Türkler arasında sanata, şiire ve genel anlamıyla edebiyata ilgi nasıldır?
Halil GÜLEL: Batı Avrupa Türkleri arasında en yaygın sanat elbette müzik ve şiir gelmektedir. Resim, heykel, tiyatro ve opera gibi sanatlara Türklerin büyük ilgi yoktur. Bu sanatlara ilgi göstermek için hem geleneksel olarak aileden gelen bir kültür birikimi olması, hem de bu sanat dallarını açıklayan malumatlara sahip olunması gerekir. Resimi fotograftan ayıramayan, yıllarca anti resim bilgileriyle beslenen bir toplumdan; resim sanatına ilgi beklenmesi gülünçtür. Aynı seviyedeki bir Avrupalı işçinin evine gittiğinizde en azından ilgi sahasına göre orijinal bir tablo görebilirsiniz; Ama aynı durumdaki bizim işçimizin evine gittiğinizde dini mekanların, kahramanların veya parti liderlerinin kalitesiz reprödüksiyonları raptiyeler ile duvara tutuşturulmuştur. Estetik değerlerini şu anda yitirmiş olan bir topluma resim sanatını sevdirmek çok zordur. Atalarımızın nakış nakış işlediği mezar taşlarını, torunları bu gün üç beş Dolar için satmaktadır. Bütün zevkini midesinin dolmasından geçiren insanların aslında sanat diye, şiir diye ve milli kültür diye bir kaygıları da yoktur.
Aslında Batı Avrupa Türkleri’nin büyük bir çoğunluğu Türk şiir dili olan Türkçeye ilgi göstermiş olsalardı; buralarda dilimiz bugünkü hazin durumunda olmazdı. Okullarda dilimiz ciddi bir şekilde öğretilebilirdi. Burada yaşayan insanımız; kimliğinin ana taşıyıcısı ve kaynağı olan diline pek önem vermemektedir. Burada gelişen edebiyatımızda Türkçeye gösterilen cılız ilgiden dolayı istenilen noktada değildir.
İşin en önemli noktalarından birisi de; bütün sorunları aynı olan Türk toplumunun; siyasi, politik, fikri, dini, mezhebi ve bölgesel olarak birbirlerini neredeyse düşman görecek kadar zıtlaştığını ne yazık ki görmekteyiz ve yaşamaktayız. Böyle politize olmuş toplum birlik olamadığı için, küçük lokma haline gelmiştir ve yutulmaya müsaittir. Eğer birlik olmamız gerekiyorsa; önce Türkçeye sahip çıkmalıyız ve bu konuda bizlere verilmiş hakların hepsini kullanıp, bu hakları daha da geliştirmeliyiz. Türkçeye bilgili ve bilinçli olarak sahip çıktığımız zaman; kimlik sorunumuzda çözülmüş olur ve Batı Avrupa’da da Yunus Emreler, Mevlanalar, Dede Korkutlar, Ömer Seyfettinler, Karacaoğlanlar, Mehmet Akifler yetişebilir. Ne yazık ki şu anda çok az bir topluluk güzel ve doğru Türkçe ile eser vermektedir; bunun dışında üretilenler hezeyanlardan, heyecanlardan ortaya çıkan ve bir kıymet ifade etmeyen küçük dalgalardır.
Mahmut Aşkar: Bizim insanımızın okumadığından, sanata ve sanatçıya ilgi duymadığından hep şikayet edilir. Sizin bu konulardaki intibalarınız nasıldır?
Halil GÜLEL : Bu konuda her mekanda gereken söyleniyor ama benim de söylemem gerekiyorsa; eldeki istatistikler ortadadır. Yılda altı kişiye bir kitabın düştüğü topluma dahiliz. Senede elli atmış kitabın bir kişiye düştüğü toplumlar ile aramızdaki bilgi ve edebi değerler arası uçurum daha da derinleşmektedir. Okumadan çok bilmişçesine konuşan bir toplumdan; okuyan, az ve öz konuşan bir topluma geldiğimiz zaman, yazarlarımıza çok iş düşecektir.
Resim sergilerimize lütfedip gelen hemşerilerim tahsilleri yüksek olsa da sordukları sorulardan; onların resim sanatı konusundan ne kadar bilgisiz olduklarını gördüm. “Bu kadar para verilir mi?” diye hayretini saklamayan, ressam ile sanki elma armut alışverişi yapar gibi pazarlık yapılmasını da yaşadım. Hediye ettiğiniz zaman da resim kenarına elektrik, telefon faturaları kıstırıp, fotograf veya bayram tebrikleri iliştirildiğini çok gördüm.
MahmutAşkar : Buralarda yaşayan Türklerin kendi kimliğini koruma ve kabullendirme açısından sanatın ve onu icra edenlerin önemli bir rolü olduğu kanaatindeyim. Siz de aynı düşüncede misiniz?
Halil GÜLEL: İçinde yaşadığımız ülkeler birbirlerine sanatçılarının eserleriyle kıyas yapmaktadır ve adeta kimliklerinin temel noktasını ortaya koymaktadırlar. Bir Matisse’in sergisini ikiyüzbin kişi gezebilmektedir. Bu serginin gelirleri milyonlarca Euro yapmaktadır. Bir Fransız, Matisse’den dolayı gurur duymaktadır ve o ressamı başka insanlara tanıtmak için uğraşmaktadır. Keza Hollandalılar için Rembrandt, Van Gogh, İngilizler için Turner, Belçikalılar için Rübens, Ensor, İtalyanlar için Leonardo da Vinci, Mikelangelo, Rafaello, Tiziano, Lorain, Fransızlar için Renoir, Manet, Cezanne, İngres, İspanyollar için Salvodor Dali, Picasso ve daha sayamıyacağımız ressamlarıyla kimliklerini pekiştirmektedirler ve onlar ile kendilerini diğer milletlere aydın ve gelişmiş oldukları noktasında tanıtmaktadırlar. Ya biz de; bırakın sokaktaki insana, bu yoksul milletin vergileriyle okumuş sağda ve soldaki aydın geçinenlere sorsanız; Siyahkalem’i, Mimar Sinan’ı, Itri’yi, Levni’yi, Nedim’i, Şeyh Galip’i, Dede Efendi’yi, Hacı Arif Beyi, Osman Hamdi’yi, Şeker Ahmet Paşa’yı ve Türkün şanlı gökyüzündeki nice eşsiz yıldızlarımızı tanımazlar ve birkaç cümle ile bir başkasına tanıtamazlar. Ama bu günler de geçecektir. Ümitliyim...
Mahmut Aşkar: Kurban Bayramı ile ilgili mesajınızı alabilir miyiz?
Halil GÜLEL: Sizlerin vasıtasıyla Batı Avrupa’da ve dünya üzerinde yaşayan bütün Müslüman ve Türk kardeşlerimin bayramını kutlar, mutlu, huzurlu yarınlara, kurtuluşa ulaşmaları için vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim. Çeçenistan, Karabağ, Keşmir, Doğu Türkistan, Filistin, Irak ve diğer işgal bölgelerinin hürriyetlerine kavuşup, gelecek bayramı daha mutlu, umutlu ve barış içinde kulamalarını dilerim. Bana bu fırsatı verdiğiniz için sizlere de çok teşekkür ederim.
GÖNÜL YÂR DEYİP AŞTI
Uğruna bin cefa çekmeğe değer
Neleri taşıdı bu omuz neler
Uzaktan gelince kutlu bir haber
Geceler sabaha döndü dolaştı,
Kaf Dağı’nı gönül yâr deyip aştı.
Çok seneler geçti gerektir vuslat
Hicrandadır gönül değildir rahat
Kim bilir, bir ümit gelir bu saat
Sabır dalga dalga deryadan taştı
Kaf Dağı’nı gönül yâr deyip aştı.
Neyim var a güzel sevdadan başka
Anladım hayatı düştükçe aşka
Bin kere yansam da demedim keşke
Sabah doğup akşam batanlar şaştı
Kaf Dağı’nı gönül yâr deyip aştı.
Hor görmedim asla farklıdır herkes
Kurtulur - girerse yüreğe ihlas
İdrak etmek yalnız insanlara has
Gaflette kalanın gözleri yaştı
Kaf Dağı’nı gönül yâr deyip aştı.
Ümitvar olmalı ümittir yarın
Konuşursa insan, kalkar her sorun
Mutluluk ne güzel el ele sarın
İnanıp gidenler Hakk’a ulaştı
Kaf Dağı’nı gönül yâr deyip aştı.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 31.12.2004
www.halilgulel.de
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.