- 773 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR IŞIK SIZIYORDU
Karanlık bir dünyanın kapısının anahtar deliğinden sızacak bir ışık beklemekte ve zindan türküsü söylemekteydi bütün uzuvları. Çekti pencereler perdelerini. O, yüzünü hayata döndükçe perdeler hiç açılmaz oldu. Neydi bu çelişki? Yanlış bir yerden mi tutunuyordu yoksa hayatın ipine? Hayat küsmüş müydü ona yaşamayı bilemediği için?
“Pencere, çeksen de perdelerini bana karşı, ben yine de sana geldim.” diyerek kalktı oturduğu yerden, pencerenin ardına geçti. Hiç mavisi olmayan gökyüzüne baktı.Yağmur bulutları maviliği kapatmıştı. Tıpkı pencerelerini kapatan perdeler gibi. “ Bir yağsalar da görsem gökyüzünün mavisini” dedi içinden. Sonra öne eğdi başını, simsiyah uzayıp giden asfalta baktı. Asfaltta birbiri ardına pıtır pıtır yürüyen güvercinleri gördü. Hepsi karın doyurma telaşındaydı. “ Bir güvercin olmak, nasıl bir şey acaba?” diye düşünürken aklına güvercinlerin ölecekleri zaman ortadan kaybolmaları geldi.Ya bir ağaç kovuğuna ya da kayaların arasına saklanırlarmış.Aslında öleceklerini fark etmelerinden değilmiş bu durum.Tehlikeler karşı kendilerini savunacak güçlerinin kalmayışındanmış.Bu kadar çok güvercin olmasına rağmen ortalıkta güvercin ölülerinin görülmemesinin nedeni de buymuş.Kendisini de gücü kalmamıştı artık.Bir çıkmazın ortasında yapayalnızdı.Saklanacağı bir kovuk bulmak yerine, saklandığı kovuktan çıkmanın zamanı gelmiş de geçiyordu. Bir ışık… Bir ışık sızabilirdi belki bulutların arasından.
Penceresinin önüne sıraladığı menekşelerini sevdi.Topraklarını elleriyle kontrol etti. Susadıklarını anlayınca da onlara su verdi. Bir de saksının birinde çeri domatesi vardı. Yazın son günlerinde, balkonunda bulunan bir saksıya bıraktığı tohumlar yeşerince,balkonda üşümesin diye almıştı pencerenin önüne.Yapraklarına dokundu.Mis gibi domates kokusu doldurdu genzini.Bu domates kokusu onu çocukluk günlerine götürdü.Annesinin domates salçası çıkarırken etrafa yayılan o muhteşem koku ve lezzet anılardan çıkıp geldi, kapladı odayı. Artık annesi de domates salçası çıkarmıyordu. Çünkü yaşlanmıştı. Hoş çıkarsa da şimdiki domateslerin tadı yoktu ki…
Mutfağa geçti, kaynamakta olan suyu demlikteki çayın üzerine boşalttı. Bu havada ya uyunurdu ya da çay içilirdi. Renkleri kaybolmuş bir hayatın birçok zamanını uykuda geçirmek ona göre değildi. Demlenen çayını dinlendirdikten sonra bardağa koydu ve tekrar pencereye yanaştı.Yağmur yağmaya başlamıştı. Kendi de yağmurla birlikte özgürlüğünü verdi gözyaşlarına ve bir hasret türküsü mırıldandı dudakları…"Değmen benim gamlı yaslı gönlüme,
Ben bir servi boylu yardan ayrıldım...
Bir ışık sızıyordu şimdi bulutların ardından.Dudakları sustu,yorgun kolları iki yanına düştü.Bardaktaki çay zemine yayılıverdi.O,bulutların arasından sızan ışığa doğru yükseldi.
Ülkü Duysak