- 5055 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
şiir ve estetik
SERBEST ŞİİR
Şarkı, opera gibi sanatlardaolduğu gibi edebiyatın ana dallarından birisi olan şiirde de kültürel dil ve konuşma dili ana malzemedir. Sanat bazında baktığımızda şiir bir yazın sanatı olmaktan daha çok fonetik (Ses) sanatı içerisinde yer almaktadır. Bunu yazarken burada özellikle şunu vurgulamak istiyorum. Şiirde şiirin konusu önem sıralamasında hemen hemen en sonda yer alır. Öyle olmasaydı bincenlerce aşk şiirinden sadece bir tane okuduğumuzda başka şiir okumak gereği duymazdık. “Konuyu anladık bitti” derdik.
Şiirler seslendirildiğinde ya da dile getirildiğinde etkisi artıyor veya azalıyorsa ki şiir yazan hemen hemen herkes bunu bilir ve birçoğumuz şiirimizin yüksek sesle okunmasını istemeyiz bunun sebebi şiirin fonetik bir sanat olmasındandır. Yani sadece yazın sanatı olmamasından. Şiirin estetiği dediğimiz olay da burada başlıyor. Bu fonetik sanat şiire nasıl yerleşebilir.
Ölçülü şiir yazanlar (aruz veya hece) bu konuda oldukça şanslılar. Ellerinde kalıplar var. Tartım malzemesi hazır. Sadece konu ve sözcüklerin ustalıkla seçimine bu sözcüklere eklenebilecek ek ya da takıları doğru kullanmaya kalıyor iş. Bunu yeterince titiz yaptıklarında da tadına doyulmaz şiirlere kavuşabiliyoruz. Bunu yapamadıklarında da zaten şiir olmuyor yazılanlar. Sadece ölçülüp biçilmiş yanyana dizilmiş sözcük yığınları oluyor. Ölçülü şiirde okuyucu olmaktan daha ileri gitmemiş birisi olarak en kendi alanıma dönerek sözü serbest şiire ve neden ısrarla serbest şiir diye didinmeme getireceğim.
Bir heykeltıraş için çatlaksız, temiz, berrak, kıvamlı, ışık geçirgen, mermer bir kayayı içinde barındıran bir dağ ne ise, şair için de dil ve sözcükler böyle bir şeydir. Dilin bütünlüğü ve zenginliği maden ocağının kendisidir. Şair oradan bir blok alır. Bu blok yukarda saydığım özellikleri içinde ne denli sağlam taşıyorsa şiir de o denli güzel olacaktır. Ola ki blok ocaktan çıkarılırken zarar görmüşse ne denli işlersek işleyelim istediğimizi bize sunmayabilir. Bloğu istediğimizce kaliteli ve istediğimiz geometrik ölçülerde madenden elde etmişsek. Bu durumda ölçülü şiirlerimizin güzelliliğinde bir güzellikle karşı karşıyayız demektir.
İzlemesi zevki, algılaması kolay, akılda kalıcı, net bir güzellik.
Serbest şiir bir sonraki aşamadır.
Heykeltıraşlar bloklara el atıp mermerdeki bazı parçaları yeterince ve yerli yerinde bloktan özenle uzaklaştırarak oluşmaya başlarlar ya hayalindeki heykelleri, Bloktan figüre geçiş yaparlar ya işte şiirde de bu aşama ölçülü şiirden serbest şiire geçiş aşamasıdır.
Heykel yapımında bloktan figüre geçiş aşaması dediğimiz aşamanın şiirde ölçüden serbeste geçiş aşamasıyla özdeşleştirmemi biraz daha açmak durumundayım. Figür önce sanatçının kafasında bir düşünce olarak oluşur.
Serbest şiirde konu dediğimiz olay da önce şairin kafasında (genel kullanım şekliyle gönlünde demeliyim) ortaya çıkar.
Yontu ustası düşüncesinin matematiksel oranlamalarını hesaplar ve kendi duygularını da katarak yontuya başlar.
Şair de şiirinde matematik orantılamalarını yapacaktır. Her ne kadar adı serbest olsa da doğanın temelinde var olan altın oran gibi şairin şiirinin de mutlaka bir altın oranı vardır. Ve şair bu orantılamayı yapabilecek alt donanıma mutlaka sahip olmalıdır.
Blokta ne kadar fazlalık varsa özenle hepsini milim milim uzaklaştıran yontu ustasının en ufak bir fazlalığa ve pürüze tahammülü olamaz. Çünkü en ufak bir pürüz sanatçının eserinin çibanı ve kusuru olarak sonsuza kadar ona batacaktır.
Şair de serbest şiirinde bu titizliği göstermek durumundadır. Çünkü adı üstünde serbest bir çalışma yapmaktadır. Alt hece sayısını parmak sayarak üst heceye uydurmak zorunluluğu olmadığı için fazlalıklarla okuru boğma hakkı da olamayacaktır. Altın oranı yakalayabildiği ölçüde her türlü gereksiz sözcükten şiirini arındırabilmelidir ki bu hece eklemekten kat kat daha fazla emek, bilgi ve titizlik gerektiren zor bir çalışmadır.
Şiirde altın orana kadar geldikten sonra tartılmama sözcüğünü de yazıma eklemek durumundayım.
Tartımlama, hecelerin uzunluk ve kısalıklarını ölçme işidir.
Şiirine özen gösteren her şair, hecesine hatta harfine kadar kullandığı dile hakim olmalı; uzun- kısa, açık- kapalı ses dizilimlerini ayırt edebilmeli ve ünlü uyumu dışında ünsüz dengesini de şiirinde tam bir titizlikle uygulayabilmelidir.
Bu uygulamada en büyük görev de serbest şiir yazan şaire düşmektedir.
Sözcüğün /hecenin/cümlenin uzununu ya da kısasını şiire rasgele serpiştirilerek serbest şiir yazdığını zanneden varsa bilsin ki sadece duyarsızlığını kendisi bilmiyor, okuru da bunu hemen anlıyor ve burun büküp geçiyordur..
Bu bölümde özellikle söylemek istediğim söz; serbest şiir demek pervasız düzensiz baştan savma alt lata sıralanmış metrelerce ya da milimetrelerce söz dizisi demek değildir.
Tabi ki şiirden bahsediyorum.
Ben yazdım oldu anlayışıyla yapılan denemeler gün geecek ya eriyecek ya da olgunlaşıp elbette hak ettiği yeri yakalayacaktır.
Tartma veya ölçme eyleminin konusu ağırlıksa elimizdeki ölçü aleti kilo oka vs olacaktır.
Uzunluk ise metre ya da endaze bekli karış ya da kulaç
Bizim eylemimiz ses ve fonetik olduğuna ve serbest şiir ile sanata dokunmaya çalıştığımıza göre ölçümüz elbette duygu, titizlik, kültür ve dil temizliği olacaktır.
dildeki iç ritim ve sesteki gizli akışkanlığı kağıt üzerine aktarma ve orada matematiksel güzellikler yaratma sanatını yaralamaya hakkımızın asla olmadığını düşünüyorum.
Şiirde ritim duygusunu açıklarken ritim kavramı üzerinde biraz daha durmak da gerekiyor.
Bedenimizdeki ritim kalp atışımız ya da nabzımızla kendisini gösterir
Beynimiz ritmik olmayan olguları algılamak zorluğu çeker
Ritim her ne kadar sayısal bir şey gibi görünse de sayılardan çok daha somuttur.
Buradan yola çıkarak serbest şiir dediğimiz şiirlerimizin iç ritmini oluştururken yeteneklerimizin dışında özel birtakım teknik bilgilerimizin de şiirimize katılması gereği ortaya çıkmaktadır. Ancak gelişmiş insan olarak elbette serbest şiirde hece ya da dize saymaktan bahsetmiyorum. Ritimle kalıbı birbirine karıştırmadan bu konuyu irdelemek gerekiyor.
Konuşma dilimizde bile farkında olmadan belli bir ritim kullanırız.
Tonlamalar, duraklamalar, yarım ya da tam nefeslik esler…
Ritim mükemmelleştikçe sözcüklerin büyüsü bizi içine çekmeye başlar.
Estetik bir güzelliktir artık duyduğumuz sesler. Ve bizler hayranlığımızı saklamakta güçlük çekerek kanayan avuçlarla alkışlarız bu büyüleyen sözcükleri.
Fonetik sanat diyebileceğimiz sanatın en önemli damarı elbette ki şiirdir.
Görselliğindeki özen, seslerdeki denge, konusundaki farklılık, imgelemeler ve gelmiş geçmiş tüm söz sanatlarının yerli yerinde kullanılmasına olanak veren serbest şiire hak ettiği emeği göstermek serbest şiir şairinin boynunun borcudur.
Özetle kuralsızlığın bile bir kuralı olduğunu ve bu kuralın evrensel bütünlükle uyum içerisinde yol aldığını, sanatta estetikten asla ödün verilmemesi gerekliliğini ön koşul olarak kabul edip estetik güzelliği en başarılı yakalayan şairimiz elbette ki hiç kuşkusuz Nazım hikmettir. Tüm şiirlerinde ne çıban gibi duran bir tek fazla hece, ne de şiiri topallattıran ufacık bir aksak ritim bulamazsınız. Öncelikle bu hakkı teslim ettikten sonra sözü sanatta yaratıcılığa getiriyorum.
Şiiri bir heykeltıraşın heykeliyle anlatmaya çalışırken kalıp döküp mask yapmaktan öte figür, konu, derinlik, yoğunluk, ışık, boyut ve daha birçok bilgiyi harmanlayarak mermerin ipek görünümüne dönüştürüldüğü heykel sanatından bahsetmekteyim.
Şiirimizde de bu içeriklerin hepsini bütünleştirmek durumundayız. Sözcükleri birleştirir ya da ayrıştırırken sözcük boyutundan ötelere taşımak, ne olursa olsun mutlaka bir yaratıcılık katmak sanatçının amacı olmalıdır.
Mükemmel bir matematik yapıya sahip olan dilimizi kullanarak şiir yazıyorsak bu dile karşı da borçlarımızın olduğunu bilerek var olanı tekrar etmenin ötesine geçebilmeliyiz.
Yeni yetme Köroğlu’lar, Dadaloğlu’lar, Aşık Veyseller sadece asıllarını yaşatan taklitten öteye gidemeyecektir. O nedenle ister hece yazalım ister aruz, istersek serbest şiir; önce başkalarını sonra da kendimizi sürekli tekrar edip etmediğimizi sorgulamak ZORUNDAYIZ..
Matematikte niceliklerin tanımlanmasında “kümeler” emel tanımlayıcı elemandır ve kendileri tanımsız elaman olarak kabul edilmek zorundadır. Şiirlerin temel tanımlayıcı elemanları yani olmazsa olmazları elbette ses ve sözcüklerdir.
Bu cümleyi yazınca kendi “Dağınık Şiir” im aklıma geldi ve kendi kendime bu ne perhiz bu ne turşu demeden edemedim. Bilenler bilir “Dağınık Buna gizli uyak deniyor. şiir”de anlamlı anlamsız birçok harfi, işareti bir sayfaya dağıtmış adına da “Dağınık Şiir” demiştim…
Şiirde konu belirleyici eleman olsaydı benim bu yaptığım tam bir şiir örneği sayılabilirdi. Çünkü şiire bakan (okuyan demedim lütfen dikkat edin) evet şiire bakan konuyu iliklerine kadar hemencecik anlayıveriyor, şiirin ismi ve görüntüsü konuyu hemen aklımıza çakıyor, yani konu var ama ortada şiir yok. Sadece ismine şiir demekle de şiirler şiir olmuyor. Bu çalışmayı yaptığımda şiirin sadece duygu işi olmaması gerektiğini vurgulamak istemiştim ki amacıma da ulaştım.
Tekrar ses ve sözcüklere dönersem şiirlerde hecelerin uyaklı olması estetik bir kazanım olmakla beraber asıl estetiği tamamlayan ögenin iç ritim yani şiirin müziği olduğunu tekrarlamak durumundayım.
Okuyuş benzerliği olan sözcüklerin serbest şiirde çok da fazla yeri, mekanı sabit olmak zorunda değildir ama hep bahsettiğim altın oran anlamında belli bir oranda şiirde yer almaları şiire çok özel bir değer katar.
Dilimizin zengin bir uyak dağarcığına sahip olduğunu biliyoruz. Var olan bu dağarcıktan gizli uyakları bulup kullanmak çok önemli bir estetik kazanımdır. Şair dildeki ritmi sezmek, bilmek, sanatçı ruhuyla süzmek işlemlerini yaparak şiirine önce kendi saygı göstermelidir.
Estetik güzellik elbette sanatçının hem görmeyi hak ettiği hem de göstermeyi amaçladığı hedefi olmalıdır. insana yakışan, ona yücelme duygusu yaşatan insan olmaktan kaynaklı estetik isteklerdir. Bu doğal bir gereksinimdir.
Post modern şiirler bütün değerleri alt üst derken, sözcükler ve imgeler denizinde sanki çılgınca kulaç atarcasına sözcükleri savururken içlerinden bu savrukluğa yaşamın ritmini katabilenler yani estetik değerler yükleyebilenler tanımadığınız tropik meyvenin damaktaki tadı gibi acaba bu nedir dedirtirken acaba bu ne güzel bir bilinmezliktir de dedirtebiliyorsa bilelim ki ortada bir şiir var ve de gerçekten bir de şair var...
Serbest şiirle ilgili değerlendirmelerimi yazmaya çalıştığım bu yazı dizisinin ilk bölümlerinde serbest şiiri üç boyutlu bir heykele benzetmiştim.
Büyük olasılıkla hemen hemen hepimiz şiir yazma eylemine geleneksel şiirimiz olan hece denemeleri ile başlamışızdır. Zaman içerisinde kendi çizgimizi ve kendi farkımızı oluşturabilmek için emek verip yeni denemeler yapmış belki de kendi tarzımızı markalaştırabilmişizdir.. Bu konuda hepimizin tanıdığı çok ünlü isimleri yazmaya gerek görmeden size antolojide paylaşımlar yapan arkadaşlarımızdan örnekleme vermek istiyorum
Antoloji’de hemen hemen hepimizin büyük bir dikkatle takip ettiği güçlü kalem Cevat Çeştepe ve Bayram Kaya şiirlerini incelediğinizde bu markalaşmayı nasıl başardıklarını göreceksiniz.
Bayram Kaya beyefendi kendi üç boyutlu şiirini oluştururken, günlük dilde ağızlara sakız olmuş sözcükler yerine, en ufak anlam kaybına uğramayacak olan özgün sözcüklerini büyük bir özenle yerleştirerek hepimizin yaptığının dışında bir sanat eseri oluşturmaktadır.
Onun dili için;
“eski dil” diyemezsiniz.
“Güncel dil” diyemezsiniz
“Anlaşılmaz dil” diyemezsiniz
Onun dili için söylenebilecek tek ifade “Özgün bayram kaya şiir ve yazı dili” olabilir.
Bu sebeplerden dolayı da Bayram Kaya şiiri bir markadır. Şiirdir. Sanattır.
Cevat Çeştepe şiirlerine baktığımızda da bambaşka bir olgu ile karşılaşıyoruz.
Sayın Çeştepe’nin şiirlerini anlatabilmek için önce iki farklı yoğunluktaki malzemeyle çalışan bir heykeltıraşın özel bir heykelini anlatmam gerekli.
Uzaktan baktığınızda dikdörtgenler prizması şeklinde gördüğünüz ışık geçirgen bir blok düşünün. Dikkatli baktığınızda da bu bloğun muhteşem bir eseri tamamen sarmalamış olduğunu hayal edin. Sanki eser içi saydam sıvı doldurulmuş cam bir kabın içine yerleştirilmiş ve siz hangi yönden bakarsanız o yöndeki ışık karılmasına göre içteki eserin farklı bir görüntüsü ile karşılaşıyorsunuz.
İşte sayın Çeştepe şiirleri aynen bu şekilde bir duygu verir okuyucusuna.
Şiiri ilk bakışta ölçülü uyaklı gelir.
Sonra içinde başka şiir çıkar ki o mükemmel bir serbest şirdir.
Yani her sözcüğü anlamlıdır.
Ne çöpe atacak bir söz ne de raftan indirip kullanılması gereken bir eksik kavram vardır.
Mektup okuyorum zannederek mükemmel şiirler okursunuz.
Bütün bu sebeplerden dolayı da sayın Çeştepe bir markadır.
Bu yazı dizisinin yayını sürecinde Sayın Haydar Bibinoğlunun değerli katkıları oldu. Kendilerinin bir cümlesini aynen buraya alıyorum.
“Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ilk iki dizede anlam bütünlüğü aranmaz çoğunlukla. Anlam güzelliğinin yerini ses benzeşmesi, yani uyak almıştır. Asıl anlam son dizelerde yoğunlaşır. Oysa serbest şiirin küm dizelerinde, anlam değerlidir. Tüm dizeler, birbirini tamamlamalı, bütünlük oluşturmalıdır. Sadece anlam bütünlüğü de yetmez elbet. Çarpıcı benzetmeler, imgeler, anıştırmalar, dokundurmalar yerli yerinde kullanılmalı. Kimi zaman çok sözcükle az anlam, kimi zaman az sözcükle çok anlam... Dengeyi iyi tutturarak elbet...”
Bu ifadeleri yukarda isimlerinden bahsettiğim ve kendimce önemi bulduğum iki sanatçının şiirleri (özelikle serbest şiirleri) için uyguladığımda evet diyorum. Beklenen neyse o da başarılmış…
Hece şiiri hem yazımın konusu olmadığından hem de bana göre hece şiiri kendi zirvesini bulmuş olduğundan değerlendirmelerimde hece yazan arkadaşlarımdan örneklemeler yapmayarak yazılarımı okuyan sizlerin yorduğum gözlerinizden özür diliyor, hepinize çok teşekkür ediyorum. (25.10.2009 20:59)