***Özgüven ve Sahip olma***
Her ne kadar evrendeki tüm canlıların hayatla buluşması bir erkek ve bir dişinin birleşmesi şartına bağlanmış ise de, aslında hayata gözlerini açan her canlı, başlı başına bir varlıktır. Buradaki kilit nokta göbek bağından ayrılış anıdır. Yaradan kudret, hayatı bir sebebe bağlamıştır. Fakat aynı kudretin hiçbir bağ olmaksızın aynı işlevleri gerçekleştirmesi mümkün iken, önce bir kordonla bağlayıp sonra o kordondan ayırmasında elbette mutlak bir sır gizlidir.
Yaratılan tüm canlıların en donanımlısı olan insanoğlu; mevcudiyetinin bir sebebe bağlı oluşunu abartarak, bunu aidiyet olgusu haline dönüştürüp, süreceği hayatı hem kendisine hem de iletişim halinde olduğu o güzide sıfatlara zindan ederken, akıl nimetinden yoksun fakat verilen içgüdü nimetini en iyi şekilde kullanarak paylaşım ve aidiyet sınırını muhteşem bir çizgiyle çizen hayvanata imrenmemek elde değil doğrusu. Aslına bakarsak, gerek anne-baba-çocuk, gerekse tüm ikili ilişkilerde, bir türlü kurulamayan bir denklem söz konusudur. Bu denklem sahip çıkma ve sahip olma arasında ki yegâne sınırdır. Öncelikle anne-baba-çocuk ilişkisine bakacak olursak, aslında tüm ebeveynlerin ortak serzenişinin şu olduğunu görürüz.
“Bu çocuk söz dinlemiyor, bu çocuk kime çekti bilmem, bu çocuk hırçın, bu çocuk asi” vs vs, uzar gider hezeyanlar zinciri. Dikkat ederseniz, hayata gözlerini açan her çocuk, dahası her canlı, verilen her şeye itiraz halindedir. Çünkü göbek bağı denilen kordondan ayrılmasıyla birlikte verilen mesajın farkındalığı ile hayata gözlerini açar tüm canlılar.Çünkü
mükemmel bir donanımla donatıp, hayat veren o muhteşem kudret, aidiyet duygusundan muaf kılarak halk eder eserini. Bu nedenledir ki, bir canlıya doğumundan hemen sonra, öğreteceğiniz her şeyi ısrarlı çabalarınız sonucu kabullendirebilirsiniz ancak. Size göre varlığına sebep olduğunuz canlı size aittir. Ve onun tüm hayatında hüküm sürebilme hakkına sahip olduğunuz yanlışıyla başlar hatalar zinciri. Oysa unuttuğunuz bir şey vardır. Size verilen misyon sadece sahip çıkmaktır, sahip olmak değil.
Örneğin;
Hiç düşündünüz mü, ergenlik çağı denilen olgunun açılımını?
Neden belli bir zamana kadar bir şekilde kabul ettirdiğiniz gerçeklere itirazlar belli bir zamanda ayyuka çıkar?
Neden birden bire sallanmaya başlar hükümranlık tahtınız?
Neden paniklemeye başlarsınız, fizyolojik ve ruhsal değişimler karşısında?
Çünkü fıtratın uyanışıdır ergenlik dönemi. Çünkü farkındalığın keşfidir.
Çünkü kimliğin oluşmasıdır. İşte tamda bu aşamada şanslı azınlığın dışında kalan ebeveynlerin büyük çoğunluğu genellikle her türlü baskıyı mübah kılarak sindirme politikasını devreye sokar. Aslına bakarsanız başarılı da olurlar. Adı ister birliktelik olsun, ister evlilik, sürdürülemeyen tüm birlikteliklerin özünde yatan aidiyet sorunu bu başarının en güzel göstergesi değil midir?
Çünkü biz; öyle ya da böyle, bir şekilde empoze edilen sahip olma duygusuyla başlıyoruz tüm birlikteliklerimize. Söz konusu olan, her iki tarafında keyif alarak yaşayacağı paylaşımlar iken, mecbur kalmalar ya da mecbur bırakılmalarla birlikte bazen tek taraflı, bazen karşılıklı birbirini paylaşamama durumu hâsıl oluyor.
Önceleri;
“Nerdeydin, kiminleydin, neden aramadın, aradım neden açmadın, arayan kimdi, o kim, bu nerden tanıyorsun, beni neden götürmedin” diye başlayan sorgulamalar, adı ister birlikte aynı evi paylaşmak olsun, ister nikâh memuruna tescillettirilmiş yasal birliktelik olsun, yerini “ben geldiğimde evde olacaksın, bu saatte nereye, mesaj kimdendi, ne diyordu, ne düşünüyorsun, tabiri caizse nefes aldın mı, verdin mi “paranoyaklığına bırakır. Aslında gemi su almaya başlamıştır. Fakat bir taraf her ne kadar uyanıp uyarmaya çalışsa da, minareyi çalanın kılıfı her daim hazırdır.
“Çünkü seni o kadar çok seviyorum ki.” diye uzar kavram kargaşaları. Oysa sevgi karşılıklı güven ister, özveri ister, anlayış ister, olgunluk ister, bağlılık ister, sonsuz bir saygı ister.Eğer bu kavramlar var ise zaten sorgulamanıza gerek kalmadan paylaşılacaktır soru işareti oluşturabilecek olgular. Çünkü eğer partnerinize, ”Sana her hal-ü karda inanıyorum ve güveniyorum” yahut da “Doğrularına katılmayabilirim, fakat seni anlayabilirim, anlayamadığım noktada da saygı ve seviyeyi örselemeden ilişkinin akıbetine karar verebilirim” izlenimini yalnızca sözlerle değil, zaman içinde sergilediğiniz davranışlarınızla da doğru şekilde ifade etmişseniz, partnerinizin yalan söyleme lüksü yoktur.(Eğer ki buna rağmen yalan söylediğinden emin iseniz, yol verin gitsin zaten.)
Çünkü;
Sahip olma duygusu aşama aşama boyut kazanan bir duygudur. İnsanın fıtratındaki tamahkar zemin bu olguyu mütemadiyen destekler. Ta ki
Bir tarafın “yoruldum artık, boğma beni, ne sen beni üz, ne ben seni”
cümlelerini diğer tarafın irkilerek, aslında kendinin de inanmadığı
“ama ben…”diye başlayan açıklamalarını “peki, artık karışmayacağım, yormayacağım, boğmayacağım” telkinleri takip eder. Fakat nafile
büyü bozulmuştur bir kere tabiri caizse.
Zaman
“Geçti borun pazarı, sür eşeği Niğde’ye” zamanıdır.
Geçmiş ola…
Rukiye Küçük
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.