FIRTINA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sefere çıkma zamanı geleli çok oldu. Haritada şuradan şurası kadarcık Akdeniz’in, bu yakasında çakılı kaldılar sanki. Denizin ortasında dinmeyen fırtına, demir almayı imkânsız hale getiriyordu. Hamur teknesinde yoğrulan ekmeğin oradan oraya çarpılması gibi dalgalar kendini bir diğerinden daha öteye fırlatıyordu. Sahilde kalacak olanlar her şeyden habersizken, tüm mürettebat tek yürek olup bekliyorduk suların durulmasını.
Eski püskü kılığıyla gözleri gülen bir kadındı. Avuçlarında ekmek kırıkları, sahili bekleyen bir taşın üzerine oturmuş, martıları besliyordu. Güvercinler kadının omuzlarına konacak kadar yakın tanıyordu kadını. Başında siyah bir tülbent, birini bekliyordu sanki ufka dikilmiş gözleriyle. Fırtına bizi koy vermezken, bekleneni de geri getirmiyordu belliki. Kuşlar burada da şehrin kalabalık insan yürüyüşleri arasından, yürüyerek yaşamanın bir yolunu bulmuşlardı kendilerine. Birlikte yaşamaya alışılmış iki hayat, yan yana sürüp gidiyordu bu yerlerde. Kadının yüzündeki çizgiler yaşını mı, yoksa beklentinin çilesini mi resmediyordu bilemedim. Oturup izledim uzun uzun kadını ve kuşlarını. Elindeki ekmek biterken, kuşlar daha da sokuldu kadının ayakuçlarına. Doymadık diye ağlayan bebeler gibi eteklerini çekiştiriyorlardı gagalarıyla. Gülümsüyordu kadın mırıldanarak bir şeyler söylerken.
Usulca kalktım oturduğum yerden yakındaki bir büfeden birkaç paket bisküvi aldım, göz hapsimden ayırmadan yaşlı kadını. Arkasından usulca gelirken kuşlar uçuşarak haber verdi kadına birinin yaklaştığını. Kim o dedi başını çevirmeden. Benim dedim beni bilirmiş gibi. Sesim titredi ürkütmenin telaşıyla. Oturabilir miyim yanınıza? Elbette dedi yaşlı kadın. Yüzüne baktım dönüp bakmadı yüzüme. Öylece ufka bakıyordu gözlerini ayırmadan. Birini mi bekliyorsunuz diye sordum. Öyle mi duruyorum dedi. Meraklandım ama soramadım daha fazlasını. Kuşlarınıza yiyecek bişeyler aldım deyip uzattım elimdeki paketleri. Ellerini uzatmadığını görünce ürperdim aniden. Kucağında unuttuğu ellerinin üzerine bıraktım paketleri çekinerek. Düşürmeden paketleri, altından çekti ellerini ve yoklayarak açtı paketin ilkini usulca. İçinden çıkardığı bisküvinin kenarından koklayarak minicik ısırıp kendi tattı önce, tıpkı haşmetli bir sultanın çeşnicibaşısı gibi. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme, konuşmaya başladı kuşlarıyla size ziyafet göndermişler çok iyi demek ki dinecek fırtına. Sefere çıkacak olanlar çakıldıkları yerlerden demir alacaklar dedi. Şaşkınlığım ve bir anda büyüyen korkum ter olup döküldü tüm bedenimden. Konuşamadım bir müddet dişlerim birbirine vuruyordu heyecandan. İşittiklerim beklediğimiz müjdeli haber miydi? Beklediğimiz şeyin ne olduğunu bizden başka bu kadın nasıl bilebilirdi. Denizi seviyor musun diye sordu yaşlı kadın. Fırtına çıktığında pek sevmiyorum dedim. Gülümsedi. Kimse sevmez dedi. Bilmezler fırtınanın da ne kadar gerekli olduğunu. Baş etmesini bilmediğimiz şeyleri sevmeyiz biz dedi. Hâlbuki bilmediğimiz o kadar çok şey var ki belki de bu yüzden bu kadar az şeyi sevip o yüzden bu kadar az mutlu olabiliyoruz hayatta. Siz… diye tam söze başlamışken “boş ver beni şimdi” dedi. Denizci misin sen? diye sordu. Evet dedim şu demirleyen beyaz geminin üçüncü kaptanıyım ben. Çok gençsin öğreneceksin dedi. Evet okulumu yeni bitirdim çok da iyi bilmiyorum bu işi. Yeniden gülümsedi. İşini biliyorsun dedi ve devam etti, denizi bilmiyorsun, geceyi, yıldızsız göğü ve fırtınayı bilmiyorsun öğreneceksin dedi. Kalbini dinleyerek hayatı bir taşın üzerinde oturup çözen kadın kalbinin ümmi öğrenmişlikleriydi belki anlattıkları. Nasıl diye sordum. Konuşmalısın dedi. Kiminle diye sordum. Kiminle işin varsa onunla dedi. Kiminle işim var şimdi. Niye gidemediniz diye sordu. Açıkta fırtına var dinmesini bekliyoruz. Gülümsedi. "Kuşlara ziyafet çeken genç kaptan" dedi işte konuşman gereken, görmüyor musun? Fırtınanın olduğu yere doğru çevir başını haydi. Başımı denize döndürdüm sahilde usluca duran sular açıkta kavga kıyamet içinde tepişiyorlardı biliyordum. Deki, sizi durduran fırtınaya içinden “ya uslu durursun biz eve varana kadar yahut seni şikayet ederim Rabbime sıkıverir boğazını, esemezsin bile bir daha”. Etrafta birilerinin olup olmadığını düşünemeden emir almış asker kadar itaatkâr ve içten, söylediği her kelimeyi tekrar ettim içimden. Sevdim bunu dedim. Şaka etmiyorum dedi yaşlı kadın. Denizle konuşmayı, rüzgârla konuşmayı, yıldızsız geceyle konuşmayı öğrenmeye çalış genç kaptan. Konuş herkesle ve her şeyle içinden bile olsa. Hepsi ve her şey sözünü dinlemeyi öğrensin. Hayatta sözünü dinletemeyeceğin tek varlık insan çünkü. Geri kalanı söz dinler. Bak kuşlarıma her gün buraya gelirim, her gün beni beklerler doymak için az da olsa. Kimseye belli etme ama konuştuğunu. Deli derler sana, üzülürsün. Bencileyin deli dediklerinde üzülmemeyi başarabilsen ne söylerlerse söylesinler incinmezsin ama daha çok gençsin üzülürsün sen. Gülümsedim görmek istemedi bile gülümseyişimi. Denize sözün geçtiğinde hakiki bir kaptan olacaksın sen dedi. Allah’a dua eder misin peki diye sordu. Evet dedim. Gülümsediğini gördüm. Rabbine “bana denizlerinde emniyet ver Allahım beni onunla dost et ama doğmadığım yere bedenimi bıraktırma bana” diye dua et. Rabbimiz bize her zaman istediğimiz şeyi verir unutma bunu. İstemeyi unuttuklarımızsa başımıza gelenlerdir. Bir kere daha ürperdim. Deniz çocuğu değildim. Kavrulan iç karaların çocuğuydum ben. Denizci olmayı istediğimde benim doğduğum yerlerde doğanların denizi nasıl olup da isteyebileceğini soran çok olmuştu bana. Hoşuma gitti yaşlı kadının anlattıkları. Uyandığımda fırtınanın sıkıntısı çökmüşken üzerime, şimdi rahatlamış fırtınanın üzerine gemimi sürecek kadar güç toplamıştım bu sahilde.
Kırıntıların peşinde dolanan martılar ve güvercinler doymuş olacaklar ki yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamışlardı yaşlı kadının eteklerinden. Gitmem lazım dedi yaşlı kadın denizler sözünü dinlesin diye dua edeceğim sana. Usulca ayağa kalktı. O zamana kadar görmediğim bir deynek elinde belirdi yaşlı kadının.
Gideceği yolu okumayı öğrettiği değneğiyle yola koyulduğunda anladım ki ufka bakan gözleri yıldızsız bir gecenin şafağını arıyormuş meğer. Gözden kaybolana kadar ardından baktım ve sonra denize döndüm yüzümü. Uçsuz bucaksız bir masmavi çarşaf gibi göz alabildiğine uzanıyordu önümde. Birkaç saati geçirmiş olmalıyım önünde. Bu kadar büyük bir denize söz geçirebildiğimde gemimin kaptanı olacaktım ve emniyetle gidip gelecektim üzerinde.
Kadının yüzündeki çizgilerse dalgalı bir denizin sakinleştiğinde üzerinde kalan izlerinden başkası değildi.
ürgüp Ekim,2009
YORUMLAR
nedense yazarın nesir dilinin şiir dilinden daha güçlü olduğunu düşündüm.Başka bir deyişle düzyazıda zaten şiiri yakalamış yazar şiire ne gerek var.
Bana kızacaksınız.Bir örnekle ve "Dost yüze söyler." demecesiyle söze gireceğim. ..:Nota bilgisiyle bir besteyi okuyanın yanı sıra kulaktan dolma parazit bir sesle seslendirmeye çalışan arasındakalsaydınız?...
Metnin özüne varamadan bozuk bir yazılımla karşılaşınca aynı rahatsızlığı duyumsar, konuya giremezsiniz...
Türkçe yazılım önce iyi bir imlâ gerektirir ya da birine redakte ettirebilirseniz sanırım yazdıklarınız daha çok amacına ulaşır,keyifli bir üslûp katar.
Lütfen bağışlayınveasladostçayazdığımdan kuşku duymayın.
Bu dil bizim kültür değerimiz ve bizler de dilimizin MEHMETÇİKleriyiz.