- 660 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
196 - PLATONİK
Onur BİLGE
Bu sabah, çocukluğumda olduğu gibi göl kenarına gittim. Yalınayak kayalardan kayalara atlarken annemin sözleri geldi aklıma. O kadar tekrarlamış ki her koştuğumda:
“Dikkat et, düşersin!”
Bir defasında da ben demiştim. Anılarımın en dibinden karanlık bir sahne... Babamın kucağında, bir akşam gezmesinden geliyoruz. Annem:
“Bir buçuk yaşındaydın.” diyor. “Yedi buçuk aylıkken konuşmaya, sekiz buçuk aylıkken yürümeye başladın. Çokbilmiş bir çocuktun. Büyük büyük laflar ederdin. Herkes: “Büyümüş de küçülmüş!” derdi, senin için.”
Annem biraz arkada, yolu babam gösteriyor. Bir elinde el feneri... O zamanlar Antalya sokakları Hollywood caddeleri gibi ışıklı değil. Düz de değil... Yer yer kayalar, çalılar, kocaman taşlar, patikaların ortasından geçen arıklar var. Tam genişçe bir arıktan geçeceğiz, babamın atlaması gerekiyor, boynuna sıkı sıkı sarılarak:
“Dikkat et, sakın beni düşürme ha!..” dedim.
Hayret ettiler. O yaşta bir çocuğun nasıl yerli yerinde böyle bir cümle söyleyeceği konusunda epey konuştular. Olay, o kadar çok tekrarlandı ki unutmama fırsat verilmedi. Bu; biri beni kucağında taşırken, onların birbirlerine yaptıkları uyarıydı. Ben sadece küçük bir değişiklik yapmıştım. Acayip olan, küçücük bir çocuğun, kocaman adamı uyarmasıydı.
Kayalar, ıslak ve yosun tutmuş olduğu için kaygandı. Gerçekten tehlikeliydi. Fakat ben, içi içine sığmayan, özgür kaldığı zamanların tadını çıkarmayı bilen, risk almayı seven ve o zamanlarda hayatı, zincirden boşanırcasına yaşarken, kimin ne diyeceğini, hakkımda ne düşüneceğini umursamayan bir yaradılışa sahibim. Bir süre dolaştım. Epey uzağa gidip, döndüm. Annemle babam da gelmişti. Kır kahvesinde bir masada oturuyorlardı. Birkaç masa daha doluydu.
Elimde, resim çizdiğim karton defter vardı. İlginç yerlerin karakalem resmini çiziyordum. Benim tanımadığım, ailemi yakından tanıyan bir genç yaklaştı, yanımıza. Annem onu bana tanıttı:
“Semiray, bu İshak! Nazır Hüseyin’in torunu... Bu da kardeşi İbrahim!” dedi.
O da liseyi bitirmiş. Elimdeki defteri merak etti. Verdim, baktı. O da resim yapıyormuş. Resmimi yapmak istediğini söyledi.
“Profilden kolay olur. Hemen çizerim. On dakika poz ver!” dedi.
Kırmadım. Gölü seyrettim, o çizerken. Bir taraftan da konuşuyordu. Herkesten bir hatıra aldığını, benden de bir hatıra eşya istediğini söylüyordu. Yanımda sadece resim defterim ve kalemim vardı.
“Evden alıp gelmem lazım. Yanımda hiçbir şey yok.” dedim. Acayip bir çocuktu:
“Saç tokanın birini ver!” dedi.
Saçlarımı ortadan ayırmış, iki yandan bağlamıştım.
“O kadar küçük bir hatıra ile yetineceksen, neden olmasın?” diyerek ikisini de verdim.
Resimdeki gibi iki yandan bağlı değildi saçlarım, dağılmıştı. Düşüncelerim de öyle... Acaba kimlerden neler almıştı? Nasıl bir koleksiyonu vardı? Ne zamana kadar biriktirecekti, böyle şeyleri? Gerçekten beni unutmak istemiyor muydu? Kaç kişiyi aklında tutuyordu? Ne zamana kadar tutacaktı aklında beni? Ne zamana kadar böylesine değer verecekti, tanıştığı insanlara?
İnsanın insana değer vermesi, ne güzeldi! Aklıma İlhan geldi. Kimse onun gibi değildi. Onun bambaşka bir havası vardı. Gülünce pırıl pırıl bir sevgiyle dolan, yüreğimin içini turlayan, sıcacık bakan simsiyah gözleri, bembeyaz düzgün dişlerinin aydınlattığı güneş yanığı yüzü ve siyah, dalgalı saçlarıyla dünyama sevinç, huzur ve mutluluk getirdi. Her haliyle Allah’ın varlığını hatırlatan bir kişilik...
O kadar genç var etrafımda, kimse onun gibi değil. Hiç birisine baktığımda Allah’ı anımsamıyorum. Oysa o, anında çağrıştırıyor. Beni cezbeden en önemli özelliği o! O kadar ki bazen şirk yapmakta olduğum zannına kapılıyorum! İşin ilginç tarafı, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir insanın bana bunları hissettirebilmesi. Ona öyle bir kimlik vermiş ki hislerim, kutsallaştırmış. Belki öyle değil, bana öyle geliyor. Ben onu öyle zannediyorum ve öyle olduğunu sandığım için seviyorum ya sakıncası yok.
O kadar değer vermişim ki uzaktan görünür görünmez başlıyor, mutluluğum. İçim sevinç ve neşeyle doluyor. Birden bire göründüğünde; rengim atıyor, nefes alış verişlerim ve kalp atışlarım hızlanıyor. Nefesimin sıklaştığını duyacaklar, yüzümün kireç gibi olduğunu görecekler diye korkuyorum. Her ne kadar belli etmemeye çalışsam da benzim sararıyor, telaşımın ve heyecanımın beni ele vereceğini düşünüyorum. Fark edilecek diye ödüm kopuyor!
Kalbimin atışı hızlanınca, yüzümden kanın çekildiğini hissediyorum. Parmaklarım uçları buz kesiliyor. Ellerimin, ayaklarımın, her hücremin titrediğini hissediyorum. Aniden görünce, dizlerim tutmaz oluyor. Düşeceğimden korkuyorum! Sanki gökten melek inmiş, yeryüzüne! Oysa sıradan bir insan... Sıradan ve bana ne kadarsa yakınsa o kadar uzak birisi ama içim öyle demiyor.
Her ne kadar belli etmemeye çalışsam da, telaşımı ve heyecanımı bastıramıyorum. Bu ikisi ele verecek beni! Sanki herkes beni incelemeye almış. Mercek altındayım da nefes alışımdan dahi duygularımı anlayıverecekler!
Sakin olmaya çalışıyorum. Aniden başlayan çarpıntı nedeniyle yüzümden kanın çekilmesini saklamak için nefesimi tutup, kendimi sıkıyor, boynumdaki damarları zorlayarak, yüzüme kanın hücum etmesini sağlamaya çalışıyorum. Bu defa da kızarıyorum. Hakkımda yine aynı şeyi düşünecekler. Ona âşık olduğumu anlayacaklar.
Nefesimi ayarlamayı bile başaramıyorum. Oysa ben, o yokken saatlerce yollara bakarak bu anı bekliyorum. Eninde sonunda gelecek, biliyorum. Gelişi sürpriz değil ki! Yine de çok uzaklarda güçlükle seçilen silueti bile beni sevince gark etmeye yetiyor. Kalabalıklar içinde onu arıyor, gözlerim. Yürüyüşünden bile tanıyorum, onu. Duruşundan, jestlerinden... Karanlıklarda olsa bile... Bir yere gitmeye kalktığı an özlemeye başlıyorum.
‘Platonik aşk’ diyorlar. ‘Melankoli’ veya ‘karasevda’ diyenler de var. Adını Platon’dan aldığı söyleniyor. Divan şiirinde çok işlenen bir konu... Tasavvufta buna, ‘müşahhastan mücerrete ulaşma deniyor. Böyle aşklar, genellikle tek taraflı olur ama bizde karşılıklı... Birbirimizden, kendimizden bile saklamaya çalıştığımız duygular içindeyiz.
Belki de adını, cüce gezegen Plüton’dan alıyordur. Uzaktan sevme ya... O da çok uzak bir gezegen...
Her ne olursa olsun, bizi birbirimize yaklaştıran Allah Sevgisi... Aramızda ne kadar mesafe olursa olsun, biriz. Aynı yöne göç eden kuşlar gibi... Allah âşıklarının gözlerindeki yaşlar gibi... Sevgi, Allah’tan geliyor, aslında kula değil, O’na... Kullar birbirine âşık olamaz. Âşık olduklarını sanırlar, çok geçmeden değişmeye başlar hisleri. O kadar ki birbirlerinden nefret eder dahi olurlar.
Aynı yolun yolcusuyuz. Allah Yolunun... Aynı şeye eşit şeyler gibiyiz. Sonlu yolun sonuna kadar gönül eyler gibiyiz. Sonsuza uzanan eller gibi... Allah’ın lutfettiği aşkı yukarıdan alıp, birbirimize veren, Hak Yolda birer er gibiyiz. O Yüce Kuvvet’in çekiminde, sır yörüngesinde dönen gibi... İslam için savaşıp ölen gibi...
Sabır potasında erimekteyiz. Erimekte, bitmekte, gitmekteyiz...
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 196
YORUMLAR
O kadar değer vermişim ki uzaktan görünür görünmez başlıyor, mutluluğum. İçim sevinç ve neşeyle doluyor. Birden bire göründüğünde; rengim atıyor, nefes alış verişlerim ve kalp atışlarım hızlanıyor...
evet biri vardir ki cok özeldir.degerinin kiyasi mümkün degildir.
K urtarsın Allah’ım, bizi kayırsın! ..
A zan insanlardan bıkar gibiyiz.
Y ol göstersin bize, bir yer ayırsın!
S oyunup, bedenden çıkar gibiyiz! ..
evet cok dogru azan insanlardan bikar gibiyiz.
yüregine saglik cok güzeldi.
sevgim sonsuz.
Tbi ki en yüce aşkımız yaradana...
Ama gönüllerimizde ki karşı cinse olan aşk ta fena değil be arkadaşım yüreğimiz süsleniyor değil mi?
Çok emek verilmiş hele ki birde usta bir kalem kullanılan şiirle süslenmiş sayfa mistik havası ile çok güzel.
Emeğiniz daim olsun arkadaşım.
selam ile.
Her insana yakışan aşk, bu aşk.............tebrik ediyorum...Yazı ve şiir birbirini tamamlamış, sayfa yapısında bile aşk var.......yazı ve şiir aşkı, semadan inmiş gibi.....sözlerle anlatamayacağım bir hisse kapıldım okuyunca..........................................................................&