İYİLİĞİ EMREDEN İNSAN NEDEN MAHRUM BIRAKIR KENDİNİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İnsan cansız varlıklardan ve diğer canlı varlıklardan farklı olarak tek boyutlu olarak ele alınamayacak bir yapı arz ediyor. Cansız varlıklar ve diğer canlı varlıklar hem cinsleri arasında büyük farklılık arz etmezken ve maddi boyutlarıyla ele alınabilip, incelenebilirken; insan hem madde hem de ruh boyutu ile çok kompleks bir yapıya sahiptir. Bu yapısı itibariyle, hemcinsleri arasında madde boyutuyla (beşeri yön) birbirine benzerken, ruh boyutuyla ise büyük farklılık arz etmektedir. İnsanın madde yönü; insanın dünyevi arzu ve isteklerini yerine getirmesini ve kendi menfaati doğrultusunda hareket etmesini insana emrederken, ruh yönü ise dünyevi arzu ve isteklerine gem vurmasını, menfaatini düşünmesini bırakarak fedakârlıkta bulunmasını ister insandan. Bu iki boyut arasında sürekli bir çatışma söz konusudur (Bu çatışmaya değinen Blaise Pascal şöyle söylemektedir; “Fakat hemen belirtelim ki, insanın işlediği hataların en saçma sebebi duyguları ve aklı arasındaki savaştır.” Düşünceler, s:30) ve insan bu çatışmadan dolayı bazı kör noktalara düşerek (kalıplaşarak) yaşamı boyunca hatalarını doğru olarak algılayabilir, hatalarını yapmaya devam edebilir.
Madde boyutunun verileri, somut, sabit ve kolay elde edilebilir olduğundan ve laboratuar alanında incelenebilir olduğundan, insanlık madde boyutunda büyük bir gelişme göstermiş, büyük buluşlara imza atmıştır. Fakat bunun yanında insanın ruhi boyutunda veriler kesin olmadığından, kişiden kişiye büyük farklılıklar arz ettiğinden, insanlık, madde alanına paralel bir gelişme gösterememiştir. Yine bu alanın verileri kesinlik arz etmediğinden insanlık son yüzyıla kadar bu alanı bilimsel alana da dahil etmemiş, çalışmalar bireysel gözlemlere dayanmıştır. Bu konuya değinen ünlü matematikçi Blaise PASCAL şöyle yazmaktadır: “Fakat en azından insana dair çalışmamda, insan için en asli çalışma alanı bu olduğuna ve bu uğurda çalışmak doğru bir şey olduğuna göre, bir çok dost ve yardımcı bulmam gerektiğini düşünüyordum. Yanılmışım. ‘İnsan’ı tanıma noktasında çalışan insanların sayısı, matematiği çalışan insanlardan daha da az. Bunun sebebi, yalnızca insanı nasıl çalışacaklarını bilmemeleri. Fakat insanın bu bilgiye de sahip olmasının gerekmediği ve eğer mutlu olmak istiyorsa kendisini bilmemesinin onun için daha hayırlı olduğu doğru değil midir? “ (Kaknüs Yayınları Düşünceler, s:183) Pascal bir adım daha ileriye giderek, insanların mevcut durumunu beğenmediğinden, biraz alaylı mutluluğun cehalette yattığını da ilan ediyor.
Şimdi bu bilgiler ışığında insanın kör noktasından birine değinmek istiyor ve kendime şu soruları sormak istiyorum;
Bir insan bir başkasına iyiliği emredip söylerken, acaba aynı iyiliği neden kendisi yapmaz? veya şöyle sormak lazım; iyiliği emredip söyleyen insan, kendisinin de aynı iyiliği yapması gerektiğinin farkında mıdır? Yoksa iyiliği başkasına emreden insan, kendisinin zaten iyi olduğuna ve iyiliği yaptığına mı inanıyor? Ya da kendini diğer insanlardan farklı görüp, koyduğu kanunun kendisine uygulanmamasını mı istiyor? Ve farkında olmadan veya kasıtlı olarak kendini kanunlar üstümü görüyor?
Sorduğum bu soruların tümünü düşündüğümde, temel sorunun insanların bir kısmının kendilerini bir yönleriyle (mal, makam, soy, ırk, din, dil, cinsiyet, renk… vb.) diğer insanlardan üstün görmelerinde (Kibir) yatmaktadır. Bu yönleriyle dokunulmaz olduklarına, kendilerinin veto haklarının olduğuna inanmakta ve diğer insanları kendilerine eşit olamayacaklarına inanmaktadırlar. Diğer insanları kendileriyle eşit haklara sahip olmadıklarını düşündüklerinden ve kendilerinden aşağıda gördüklerinden bunlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparak gerektiğinde bu insanların haklarını gasp etmekte tereddüt etmezler. Hak gaspı yapan insan, bu yaptığı eylemi bazen bilinçli, genelde ise düşünmeden bilinçsizce ve kültürünün etkisiyle bilinçaltına yerleşmiş olan, aldığı eğitimin etkisiyle yapmaktadır.
İnsanlık tarihini incelediğimizde 1900’lere kadar düşünür ve aydınlar insanı dünyanın merkezine koyarak yaratılanların efendisi, dünyayı da kâinatın merkezine koyarak, evrenin dünyanın etrafında döndüğüne inanırlardı. Oysaki bilimsel gelişmeler bu tezin kesinlikle yanlış olduğunu ortaya koydu. Bu da şunu bize göstermektedir ki genel olarak insanlık, özelde ise insan kendini evrenin merkezinde sanarak, kendini çok önemli bir yaratık (bilinçaltında bazen bir yaratıcı) olarak görerek evrenin kendi etrafında döndüğü yanılgısı içinde olduğudur. Bu yanılgısını oturttuğu temel ise daha önce değindiğim gibi, bazen mal-mülk, bazen makam, bazen soy, bazen ırk, bazen din, bazen dil, bazen renk, bazen de cinsiyet olabilmektedir. İnsanlık bu yanılgısını akıla dayandırmadan, inanç konusu ederek tümüyle dokunulmaz kılmaktadır. İnsanlık bundan dolayı yanılgısına asırlar boyu devam edebilmektedir. Burada tehlikeli olan unsur, insanlık bu eylemini bilinçsiz bir şekilde yapması ve inanç konusu edilmesidir. Bilinçsiz yapılan ve inanç konusu edilen eylemler kolay kolay irdelenmediğinden doğrunun bulunması da kolay olmaz. Bilinçsizce yapılan bu eylemler, bireysel olarak bizi dramatik bir duruma düşürmektedir, şöyle ki; birey olarak yaşamın çeşitli alanında bazen haksızlığa uğrarken, bazen de haksızlık yapan kişi durumuna düşmekteyiz. Örneğin, müdürü tarafından haksızlığa uğrayan amir, bu durumundan veryansın ederken; aynı haksızlığı astlarına yapmaktan çekinmez (makamın üstünlüğü inancı). Amirince haksızlığa uğrayan ast biraz sonra evinde eşine çekinmeden haksızlık yapabilir (cinsiyetin üstünlüğü inancı). Eşinden azar işiten kadın, biraz sonra çocuğuna haksızlık yaparak şiddet uygulayabilir (kuvvetin üstünlüğü inancı). Her ne kadar bu durumdan şikâyet etsek bile yaşamın belirli bir alanında bu duruma hizmet ettiğimizden, haksızlıklar bitmeden devam edip gider.
Cevap verilmesi gereken bir soru da, insan, üstün sandığı yönlerini neden kullanma ihtiyacı duyar, ya da bu yanılgıya insan neden düşer sorusudur. Burada yatan temel mantık “menfaat” tır sanırım. İnsan yapı itibariyle menfaatine düşkün bir yaratıktır. İnsan aklı, insanın içinde bulunduğu durumda menfaatini ön plana çıkarır ve insana menfaati doğrultusunda hareket etmesini emreder. İnsanın mantığı da, insanın menfaati doğrultusunda hareket etmesi için sebepler üretir. Eylemin alt yapısı oluştuktan sonra, eylem sorgulanmadan insan tarafından yapılır. Bu çelişkiyi çok güzel bir ifade ile ortaya koyan Blaise Pascal şöyle demektedir; “Kendi çıkarın için niye beni öldürmeye kalkıyorsun? Ben silahsız biriyim.” “_Sen ırmağın öbür tarafında yaşayan biri değil misin? Dostum, eğer sende benim gibi bu tarafta oturuyor olsaydın, seni öldürmem bir cinayet sayılacak, ben de cani diye anılacaktım. Ama madem ki sen öbür tarafta yaşıyorsun, seni öldürdüğüm için kahraman olacağım ve doğrusunu yaptığım söylenecek.” (Düşünceler, s:32). Bir melek gibi iyiliği söyler, güzeli anlatır, nasihat eder insan; ta ki menfaatine dokunuluncaya kadar. Menfaatine dokunulduğu an, iyilikte, güzellikte, nasihat ta kalmaz, yasa tanımaz, kuyruğuna basılmış bir hayvan gibi böğürür,sağına soluna saldırır insan. Sanki yasayı hiç duymamış, sanki yasayı kendisi koymamış gibi.
Toplumdaki temel sorunların başında, yasaların herkese eşit uygulanmaması gelir. Bir yasa ne kadar kötü olursa olsun herkese eşit uygulanırsa toplumda kargaşa yaratmaz. Ne zaman ki yasalar bazılarına uygulanırken, bazıların üstünlüğünden (genelde bu üstünlükler harcanan emekten ziyade doğuştan hiç çaba sarf etmeden elde edilen üstünlüklerdir.) dolayı kendilerine uygulanmazsa, ki yasa ne kadar adaletli olursa olsun toplumda kargaşaya sebebiyet verir. Bu durum toplumun bozulmasına sebebiyet verirken, ayrıca bireysel mutsuzlukların artmasına neden olur.
Toplumun bu gibi durumlardan kurtulması, mutluluğunun artması ve adaletin yaygınlaşması, bireysel düşüncenin değişiminde yatar. Bireyler şuna inanmalıdır; nasıl ki madde dünyasında kanunlar mevcutsa, toplumsal yaşamda da görünmeyen yasalar vardır. Birey ister inansın ister inanmasın görünmeyen bu yasalardan dolayı “külli bir adalet” mevcuttur ve son sözü daima bu külli adalet verir. Yine birey her zaman teftiş edildiğini bilmeli, bu teftiş sonucunda bir gün yaptıklarının karşılığını göreceğini unutmamalı ve ona göre hareket etmelidir. “İnsan bir gün ölür, sanı kalır” diyerek son sözü yine Blaise Pascal’a veriyorum: “İnsan olmak istiyorsan, ölümden, hiçbir tehlike yokken, ve henüz ölüm ortalıkta dolaşmıyorken kork” (Düşünceler, s:189).
YORUMLAR
...........Birey ister inansın ister inanmasın görünmeyen bu yasalardan dolayı “külli bir adalet” mevcuttur ve son sözü daima bu külli adalet verir.
...........Yine birey her zaman teftiş edildiğini bilmeli, bu teftiş sonucunda bir gün yaptıklarının karşılığını göreceğini unutmamalı ve ona göre hareket etmelidir.
“İnsan bir gün ölür, sanı kalır” diyerek son sözü yine Blaise Pascal’a veriyorum: “İnsan olmak istiyorsan, ölümden, hiçbir tehlike yokken, ve henüz ölüm ortalıkta dolaşmıyorken kork” (Düşünceler, s:189).
...............yüreğine sağlık .
...............hakikat olarak tarif edilen bu alemde tam bir ödeşne sözkonusudur.şer-i yani yasal adalet vardır.kül'ün yani bütünün ayrılmaz parçası Cüz yani parca küle bir bütünlük halinde bağımlı olduğundan ve her yapı belli yasalar çerçevesinde ölçülü olarak yaratılıp yok edildiğinden, ille bir ödeşmeye tabidir.
örneğiin,sayılar içinde ilk çokluk kabul edilen üç,1+1+1=3 veya 2+1=3 ya da
1+2=3 üç olarak meydana getirilmiştir.tabi en kaba şekliyle.
üç bu bileşenlerinin hakkını üzerinde sorumlulukve varoluş nedeni olarak hep taşır.aklıselim herkes bilir ki üç birşeylerden oluşmuştur ve o birşeyler aynı zamanda birer varlıktırlar ve üçü meydana getirmenin onurunu ve sorumluluğunu taşırlar.üç eksilip yok olurken varlık nedenlerine eksiksiz geri döner.alışın yerini veriş alır.
..................bu sıradan matematik kural her var oluşta aynen geçerlidir.bazı hallerdeki kompleks yapılarda aklın sınırlarını zorlayan kurallar vardır.ödeşmenin olmadığını zannettirir.halbuki durum hiçte öyle değildir.''hiç bir şey yoktan var olmaz var olan birşey yok olmaz''fizik yasaları mana alemindede aynen geçerlidir.
...................madde labaratuara indirilip gözlemlenebilir ve (madde akıl için)ikna sebebi olarak kabul görür.
...................mana olarak değerlendirilen olayların ve varlıkların labaratuarı ise gönül gözünün devreye sokulmasından sonraki kamil akıllardır.böyle bir akla ulaşmış olanlara biz peygamber,nebi,rasul,veli gibi isimler vere gelmişizdir.onların bize bildirdikleri ise inanmayı gerktiren has bilğilerdir.ancak maddi akıl beş duyuya tabi olduğundan,doğuştan nisbeten kalp ğözü açık olarak doğmayanlar imanda malesef zorlanırlar ve inkar yolunu seçerler.bunlar için allah kur'an-ı keriminde ''onların gözleri vardır görmezler,kulakları vardır ama duymazlar çünkü kalpleri mühürlenmiştir' şeklinde açıklama getirir.
..................bu gönül gözleri ( kalp gözleri ) gömeyenler ilahi adaleti de sezemezler.halbu ki hem yaşarken hem de ahirette tam bir adalet vardır.Yine Kur'an'ın ifadesiyle''zerre(atom)miktarı iyilik ve kötülük karşılığını bulacaktır''ifadesi yer almaktadır.
...................nasıl almasın.üç kendisi değil ki.onu var eden bir dir.kendini var edenden ne kaçması ne de hesap dışı kalması yaratılışı itibariyle imkansızdır.günümüz bilimi ispatladı ki evrenden bir tek atomu çelip almak mümkün olsa,
bu karşılıksız alış nedeniyle bütün evren kendi içine çöker.
...................bu ödeşmelerin bir kısmı helalleşmek,burda cezasını çekmek şeklinde hak yerini bulurken bir kısmı malesef ahirete kalmak suretiyle buraya nisbetle daha ağır
bir ödeşmeye tabi tutulacaktır.çünkü orada ruh her şeyi buranın yetmiş katı , yediyüz katı şiddette hissederek yaşayacaktır.cennet için bu bir ikramdır ancak ,kısa süreli de olsa cehenneme uğrayacaklar için çok hazin bir son olacaktır.
bunu bilenler gece gündüz mü'minler adına helalleşmelerine izin vermesi yani tövbe etmelerine fırsat vermesi için mevlaya niyaz halindedirler.
imansızların imana gelmesi için de aynı duayı soğuk gözyaşlarıyla karşıladıkları seher vakitlerinde akıtır da akıtırlar.onlar hz rasulün yolunda onun gibi alemlere rahmettirler.
....................onların duaları hürmetine bizler şımarık yaşamımıza devam ederiz.çok ileri gidersekte acı çekerek uyarılırız.başımıza gelen her şey yaptıklarımızın sonucudur.feleğe sövmek şeytanın işidir.allah korusun.zamana sövmekte.
bir hadis_i kutside ''zamana sövmeyin zaman benim''buyurur allahü teala.
......................evrendeki eksiksiz ödeşme ezeli ve ebedidir.
hacı ali tarafından 7/24/2007 8:28:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Söze iyiliğin insanlar tarafından emredilmesi gibi bir hakkın olmadığından başlayabiliriz. Bir insan kendi ile eşit mesafede (kulluk noktasında) bulunduğu diğer insana, iyiliği anca tavsiye edebilir. Emredemez. Emrediyorsa zaten baştan batıldır. Bu emir de geçersizdir. Bu kişi de kendisini ele vermiştir. Fikirlerine itibar edilmemeli.
“1, 2. Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. 3. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).(Asr suresi )
Saygılarımla
Yazınız ve emeğiniz için kutlarım.Fakat,İnsan ve her şey,makrodan,mikroya,O' Külli irade tarafından kendi kader programları doğrultusunda,oluşur,gelişir ve değişirler.Elbetteki,her insan yaptığının karşılığını alacaktır.Fakat insan, tebliğ ettiği şeyi kendi uygulamasada tebliğ etmeli,bir başkası uygular ve insan-ı kamil olur,sizde vesile olmuş olursunuz.Sistemde herşey,vesileler üzeredir.Zaten,tek O,külli irade ve tek O zat, vardır.Diğer her şey bir hayal dır, bunuda unutmamak gerekir.Sen ve bizler işe karıştıkmı,şirk oluşur.Yazı güzel de,eleştirisi hoş değil.Teklik varsa, LAİLAHEİLLALAH demek,le cennete gidilecekse,şirk unsurlarınada riayet edilmelidir.Çünkü TEK ALLAH VAR.Onun hükmü sürüyor.O' istediği için biz ve herşey var.Sen istersen bu yazını silebileceğin gibi,ALLAH'da herşeyi,her an,yeni bir şen'de idare ediyor.Müstehak olan, hakkını alıyor.Sevgi ve saygılarımla...
İnsan teftiş edildiği korkusuyla "iyi" olacaksa hiç olmasın... Asıl insan teftiş edilmediğinde "iyi" kalabilendir...
Ölümden korkmak gibi, insanı günde bilmem kaç kez öldüren saçma bir duygu olamaz... Ölüm haktır... Asıl hiç ölmeyeceğini düşünmek korkutmalıdır insanı...
Şeyda Işık...
Yazınız bir emek ürünü olarak okunmaya değer... Ama vardığımız nokta, anafikir diyelim buna, birbirimizden ayrı...
Yazının türü hakkında da bir sonuca ulaşamıyorum... Bir takım alıntılarla düşüncenize destek olacak ispatlamalara kalkmış olmanız makale olması olasılığını kuvvetlendiriyor ama bilimsel hiçbir yanı yok...
Deneme desek, o da değil... Daha kısa olması lazım..
Bu, bir düşünce yazısı.. Tamam ama hangisi....
Düzyazı olduğu için imla ve noktalama yanlışları üzerinde de durulabilir...
Ahkam kesmek değil niyetim... Parmağıma değil, işaret ettiği yere bakın:
Eğer günün yazısı yada şiiri seçilirken belli kriterler konacaksa, bunlara dikkat edilmesi gerekmekte...
Sizin çok samimi olarak kendi düşüncelerinizi yazma gayretinizi tebrik ediyorum... Amacım sizi yermek asla değil ki, zaten emek verilen her şey güzeldir... Emeğinize yüreğinize sağlık... Sevgiyle...
“Kendi çıkarın için niye beni öldürmeye kalkıyorsun? Ben silahsız biriyim.” “_Sen ırmağın öbür tarafında yaşayan biri değil misin? Dostum, eğer sende benim gibi bu tarafta oturuyor olsaydın, seni öldürmem bir cinayet sayılacak, ben de cani diye anılacaktım. Ama madem ki sen öbür tarafta yaşıyorsun, seni öldürdüğüm için kahraman olacağım ve doğrusunu yaptığım söylenecek.” (Düşünceler, s:32). ...
ırmağın öbür tarafındaki insanların da en az bu taraftaki insanlar gibi .
onurlu ve insanca yaşama hakı olmalı diye düşünüyorum..
güzel ve anlamlı bir araştırma ve tahlildi..
yüreğine ve emeğine sağlık..
kutlarım..
“İnsan olmak istiyorsan, ölümden, hiçbir tehlike yokken, ve henüz ölüm ortalıkta dolaşmıyorken kork”
Öyle güzel anlattınızki biz insanları ve insanların çoğunun kibir e esir olduğunu.
Duygularımı anlatacak kadar kelime dağırcığım yok sizin yazınızı okumak bana huzur ve umut verdi.
Umarım okuyan ve okuduğunu anlayacak çok insan olur çok teşekür ederim size ve kaleminize.
Saygılarımla..