- 841 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAL VE ZEHİR
KAYNAKTAN DERYAYA
LEBİDERYA
BAL VE ZEHİR
Birbirinden ayrılmayan, iç içe yaşayan; biri olmadan diğerinin kıymeti bilinmeyen iki ürün, iki kelam, iki gıda maddesi.
Biri öldürür. Biri doyurur, doyururken de güldürür.
Kimileri bal yer iken sabah kahvaltılarında jambonların yanında; aslında lokmaların hepsi zehirdir.
Kimsi de çileyi lokma ederler, hayatlarını idame ettirirlerken...
Kimisi yapay bahçelerinde çiçekleri seyrederken; yürekleri gülbağı olanların yüreklerini göremezler, çünkü kalp gözleri mühürlüdür.
Sineleri rengarenk çiçek bahçesi olanları; fark edebilmek için, yüreklerde yarenlik olması gerek.
Gül yüreklerindeki yakut dalları her geçen gün daha da gümrahlaşanları gönülleri fark etmek için; makam sahibi olmak, koltukları kaybetmemek için sıkı sıkıya koltuğa yapışmak yetmiyor..
Gül yürekler, gümrah gönülleri hisseder.
...
Öğrenci olur gül yürekli, karanfil fidanı...
Okumaktır tek ama tek amacı.
Okumak ve babasına bakmak.
Anasını çilelerden kurtarmaktır tek ama tek amacı. İmkânları kısıtlıdır. Aylık yol masrafı 18 Lira tutmaktadır. Kolay değil tam 18 Lira... Okulun kantini okulun neresindedir bilmez. Kantin tarafına hiç yönelmez. Her ders arasında arkadaşlarına bir şeyleri bahane eder, mümkün olsa gün içinde hiç ders arası olmasa da; tek ders sekiz saat olsa...
Her seferinde arkadaşlarına söyleyeceği yalanlardan kurtulmuş olacak...
Düşünür, yetkili makamlar vardır. En büyük mülki amirliğe başvuruda bulunur.
Bana burs verin der.
Dedem şehit olduğunda anam bir yaşında bile değişmiş... Anamın ilkokulu ancak bitirmiş, iki kardeşiz.
Dedem şehit olurken; emanet ettiği değerleri makam sahiplerine emanet ettiğine göre....
Bu düşünceler ile; anası da mülki idare amirliğine müracaat ederek iş talebinde bulunmuş fakat mevzuat hazretleri karşısına çıkmış. Mevzuat hazretlerini hiç unutmayanlar; anasına iş temin edilmesi için iş çevrelerinden ricalarda bulunmayı hiç akıllarına getirmemişler.
Ama olsun... O iş talebi idi... Şimdi ise "Türk genci." Okumak istiyor. Mülki amir mutlaka bir çare bulur...
Diye düşünür...
Resmi evrakları hazırlar. Fotokopilere tamamı tamına 7 Lira öder...
Askerlik şubesinden dedesinin şehit olduğuna dair belge alır. Nüfus idaresinden; aile kimlik belgelerini temin eder.
Bir dilekçe yazar...
Makam-ı Kebir’e adabı muaşeret kurallarına sadakatle bağlı kalarak dilekçesini arz eder.
Bir kaç gün sonra Şehit Aileleri derneğine gider. Orada kendisine "Bir zarfın gelmiş, garajdaki ptt’deymiş, gidip alman gerekmiş." Derler. O gün yürüme günü sanki... Tabanvay ile; garaja gitmiş, ptt’den "Henüz elimize geçmedi, daha sonra gelin." Demişler.
Gelmedi ise; bu gül yürekli öğrenciye işkence etmekten zevk mi alıyorsunuz siz? Diyememiş.
Oradan hadi yürü bakalım gül yürekli evladım...
Ey Şehit Torunu yürü yavrum yürü, başını eğme evladım. Dik dursun başın... Başını eğmeye gelince mağrur yürüyenler, şu dağları ben yarattım edasıyla yürüyenler başını eğsinler...
Nihayet evlerine gelmiş. Bitkin yorgun... Beden yorgun, ama ruh inadına kararlı.
Ertesi hafta başı mektup bir şekilde eline ulaşmış.
Mülki amirlik; "Burs veremiyoruz." Cevabını itina ile yazmış...
Anasının iş talebinde "Mevzuat." Gereği talebiniz mümkün değil... Demişlerdi.
Ama doğrusu bu müracaatında bu cevabı beklemiyordu.
Mevzuat hazretleri aşılmaz bir sur... Herkesin de bu hazretle muhatap olduğu muhakkak...
Yine burada da iş çevreleri ve hayır kurumlarına ricada bulunmak akıllara gelmemiş.
HAZRETİ MEVZUAT GEREĞİ BURS VERİLEBİLMESİ MÜMKÜN DEĞİL... Diyenler bir satır bile çare... Düşünmeyi akıllarına getirmemişler.. Buna alınmanın anlamı yok ki; onların işi hazreti mevzuatı hatırlatmak....
Ricalar yapılmış yapılmamış ne önemi var ki...
Kendi kendine düşünür; bir büyüğünü, bildiği birini arar durumu anlatır.
SEN DİK DUR EVLADIM... SAKIN EĞİLME... AYAĞINA TAŞ DEĞMESİN... HER NEFESİNDE YANINDAYIM EVLADIM... Cevabı ona nefes olur...
...
Bal ve zehir...
O cevapları itina ile yazanlar... Cevapların mektubunu titizlikle yerine ulaştıranlar; kutsi bir görevi yerine getirmenin huzuru ile o akşam yemek sonunda bir kaşık bal yerler...
Bal hazmı kolaylaştırır.
Bu kaşık kaşık bal yiyenler...
Hayatlarını idame ettirirken; arada bir ikaz ışıkları ile karşılaşırlar...
Bir yel, fırtına, hatalı sollama sonunda hafif şiddetli ikazlarla karşılaşırlar...
İkaz lambası söndükten sonra mevzuat lambası ile hayata devam...
Kendi kendine düşünür...
Anamda da ne şans var... Mülki idare amirliğine müracaat ediyor; "Babam şehit olduğu için okuyamadım, babam sizlere beni emanet edip gitti. Ben iane istemiyorum, iş istiyorum..." Dedi... Mevzuat hazretleri karşısına dikildi.
Sevhen de olsa bir iş var denildi.... İşe başladı yılbaşının ilk günü... Sosyete salonlarında rugan ayakkabıların gıcırtıları arasında kadınların karşısında yerlere kadar eğilen bilimum maskeli yüzlü, süslü sözlü takımdan olanlar, anama "Şu çuvalları taşı hele." Dediler... Anamın iki kolunun da sakat olduğu kimsenin umurunda bile olmadı...
Anam çalışamadı...
Çünkü aşçının hanımı orada çalışacaktı. Ona göre ayarlandı herşey. Anamın sakat kolu ile çuvalları taşıyamayacağını biliyorlardı.
Anam çalışamadı; elli kiloluk çuvalları taşıyamadı. Ya taşırsın, ya gidersin... Dediler. Aman; şanslı anam, eve geldi. Çalışamadı...
Sonra ilçedeki turizm okulunda yine hanımlar ama; mevzuat hazretlerini yakından tanıyanların hanımları sağ olsunlar... Şehit aileleri için kermes düzenledi... Kermesten 7.000 Lira gelir elde edildi. İlçedeki şehit ailelerine bu para eşit şekilde paylaştırıldı.... Fakat anam kimsenin akılan bile gelmedi...Kermesle ilgili haberleri allayıp pullayıp manşet yapanların da aklına gelmedi.
Çatısında dört kiremiti yananlara dokuzbin lira sosyal yardım fonundan nakti yardım aktaranlar; anamın müracatı karşısında; "Şehit oldu ise bana ne benim için mi öldü, ölmeseydi, o o zamandı öldü gitti... " Derlerken sanki Şehit yakınlarına gerçek yüzlerini gösteriyorlardı. Bu cevabı veren riyakâr; 18 Mart Şehitler Gününde tören alanında esas duruşta dururken yüzü de kızarmıyordu...
Şehit dedemin babası 15 Temmuzda vefat etti. Anam ilk gün köye gidemedi. İkinci gün yol parası temin edip gittik.. Sonra da Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat edip; 353 Lira maaşının artmasını talep etti. Destan gibi cevap yazdılar... Mevzuat hazretlerini oya gibi işlediler cevaplarında... Anama üç lira fazla görüldü... Ama anam hiç eğilmedi.... Anamda da ne şans var...
Ben de o ananın evladıyım ya... Anamın şansının bana sirayet etmesi kadar doğal ne olabilir ki;
Mevzuat hazretleri öyle buyurmuş efendim... Karşı çıkmak kimin haddine...
Açılıp açılıp kapanlar, kilitleri kömeçli tutanlar, bir akşam eğlence masasında binlerce lira harcayanlar, jet skilerde nüfuz rüzgârlarının, esintileri arasında deryalara yelken açanlar, ramazan iftarlarında milyona yakın para sarfiyatı ile cebi dolu, göbeği şişlere şiş kebaplarla göbek montaj yapanlar...
Mevzuat öyle buyurmuş şehit torununa okuma hakkı için burs yokmuş...
Olmasın efendim olmasın...
Filistin’e yardım için tv’lere açıklama yaparken ceplerindeki ecnebi paralarını çıkarıp; "Bin dolarla ilk yardımı başlatıyorum, yirmibin dolar toplanmasını bekliyorum, bin dolarla kervanın başını çekiyorum." Açıklamasını yapanlar...
Yanı başınızda, on adım ötenizdeki dramı görmemeye devam edin...
Hacca gitmeden önce veda ziyaretleri yaparak, gülller dağıtan sevgili kardeşim; "Bu şehit evladının eşya bazında nelere ihtiyacı var..." Demiştin de; liste almıştın... Evinde sobası buzdolabı yoktu... "Sobasını sonra verelim, şimdi yaz başı dolap çok önemli demiştin..."
Kutsal toprakların sıcaklığında susadığında aklına bozdolabı gelecek mi?
O mübarek toprakların serin gecelerinde; az üşüdüğünde soba rüyana gelir mi?
HACCIN MÜBAREK OLSUN.. NE DİYELİM...
UMUDA YOLCULUK...
...
Bu olayı duyduğumda ortaokul yıllarım aklıma geldi...
Halen Malatya’da ağır ceza hakimliği yapan o zamanlar dindersi öğretmenim olan Mahmut KÜÇÜKGÖZ bana bir boya sandığı almıştı. Arapgir çarşı başında Çelebi’nin kahvesinin önüne getirmişti. İlk müşterim kendisi olmuş; Kaymakam Mustafa Necati Çetinkaya da elinde terlikleri ile gelmiş sandalyeye oturmuş ve bana "Evlat okuyacaksın, ileride de tecrübelerini yazacaksın, bugünü de yarına taşıyacaksın..." Demiş, ayakkabılarını bana boyatmıştı... Arapgir Müftüsü Hüsnü Yılmaz; babamla yan yana kol kola yanıma geldiler; babamın yanında hep ayakta durdum... Onun için babam gelince Kaymakamın ayakkabısını sandığın üstüne bırakıp ayağa kalktım...
Otur diyerek gözü ile işaret etti.
Yanı başımdaki sandalyelere oturdular...
Müftü Hüsnü Yılmaz babama; "Emmi bu saygı neden biliyor musun? Sana ve evlatlarına olan bu saygımız; senin şehit evladı olmandan kaynaklanıyor... Evet dedem şehitti... Başı gövdesinden ayrılmış olan bir şehitti... Devlet babama maaş vermemişti, babam kimseye ben şehit evladıyım demedi... Demesini gerektirecek hiç bir şey olmadı... Mevzuat hazretleri o zaman yok muydu?
Elbet vardı..
Onun adı mevzuat hazretleri... O her zaman var oldu. Fakat ilçemde vazife yapanların tamamı bize karşı saygıda asla kusur etmediler... Mevzuatta size saygı gösterilmesi için madde var ya da yok demediler...
Arapgir belediye başkanı Necdet Gömüç beni her gördüğünde toparlanırdı. Bir gün "Ya Necdet ağabey neden böyle yaparsın ben bundan dolayı utanıyorum, mahçup oluyorum?" Dedim...
Evladım sen Şehit torunusun...." Diye bir cevap verdi... İster inanın ister inanmayın; o cevabı verirken ayağa kalkmıştı...
BAL VARDIR Kİ; ZEHİR TADINDADIR, ZEHİR KİMSE FARKEDEMEZ...
ZEHİR SANILAN YUTKUNMALAR İSE; YÜREKLERİN ŞAHLANMASINA NEDEN OLUR Kİ; HAYATIN TAMAMINA BAL OLARAK SİRAYET EDER...
ANLAYABİLENE AŞKOLSUN...
BİLMEM ANLATABİLDİM Mİ?
YORUMLAR
"Mevzuat öyle buyurmuş şehit torununa okuma hakkı için burs yokmuş..."
Mevzuhat hazretlerini anlamak mümkün olsaydı her şey daha farklı olmaz mıydı acaba?
O kadar iyi anladım ki anlatmak istediklerinizi ama anlatmaya kalksam kim dinler ki beni acaba diye düşünüyorum...
Sonuç olarak demişsiniz ya "BAL VARDIR Kİ; ZEHİR TADINDADIR, ZEHİR KİMSE FARKEDEMEZ..." diye, üzerine söylenecek söz kalmamış aslında...
Okunması gereken, ciddi bir emek ile yazılmış, anlamlı bir yazıydı... Kaleminize sağlık...