- 1111 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
GECE HOCALARI;namaz hakkında
Nuray Hanım da sohbete katılmak, bir şeyler söylemek istiyordu ama Rabia Hocayı da rencide etmek istemiyordu. Bir plan hazırlamıştı. Komşusu Rabia Hocaya namaz hakkında soru soracaktı. Çünkü bazı kadınlar namazlarını yanlış kılıyorlardı ve Rabia Hoca bunun farkında değildi. Soru sorulunca mecbur namazdan bahsedecekti ve kendi de Rabia Hocanın bilmediğini tahmin ettiği eksik olan yerleri anlatmış olacaktı. Böylelikle hem Rabia Hoca rencide olmayacaktı, hem de namazı bir güzel anlatmış olacaktı. Anlaşıldığı gibi komşu kadın Rabia Hocaya namazdan bahsetmesini istedi. Rabia Hoca büyük bir keyifle anlatmaya başladı.
—Size Şeyhimizin namaz hakkında anlattıklarını anlatayım. Namazın sünnetleri, vaciplerini tamamlar, daha fazla sevap kazanmamıza neden olur. Ben kadınlar için olanını anlatayım. Namazın farzı biliyorsunuz on ikidir. Altısı içinde; rükün, altısı dışında; şarttır.
Kadınlarda biri elini kaldırıp söz istedi.
—Hocam şart nedir? Rükün nedir?
Rabia Hoca birden nasıl anlatacağını kestiremedi. Rükün ve şartın ne olduğunu biliyordu ama nasıl anlatması gerektiğini bilmiyordu. İçinden soruyu soran kadına kızdı. Ne diye merak ediyorsa, neyse ney! Sen ibadetini sorgusuz sualsiz yapmana bak, öğrenip de ne yapacaksın diye içinden geçirdi. Adeta yardım ister gibi kadınların yüzlerine baktı. O sırada Nuray Hoca onun bocaladığını anlayarak hemen araya girdi.
—Hocam müsaade eder misiniz? Bu konuyu ben anlatayım. Fatma Hanım, Nuray’ın bu atağından rahatsız olmuştu. Hemen araya girip:
—Hocam anlatır! Sana gerek yok!
Rabia Hoca gülümseyerek Fatma Hanımı susturdu.
—Anlatsın, anlatsın! İzin veriyorum!
Nuray Hanım, Fatma’ya aldırış etmeden, sakin bir ses tonu ile konuşmaya başladı.
—Şartı şöyle anlatayım. Namazın dışındaki farzlarına şart adı verilir. Mesela abdest şarttır. Rükün ise namazın içindeki farzlardır.
—Buyurun Hocam, devam edin.
Rabia Hoca memnun olmuştu, konuşmasına devam etti:
—Dışındaki farzlar yani şartlar; hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret, istikbali kıble, vakit, niyet.
Rabia Hoca Nuray’a bakarak gülümsedi.
—Nuray Hanım, seni pek hevesli gördüm! Bu gün boğazımdan biraz rahatsızım, bunları da açıklar mısın? Anlaşıldı, galiba bu sohbeti birlikte yapacağız, Nuray Hanım!
Fatma Hanım yine gerilmişti. Nasıl olur da Rabia Hoca Nuray Hanıma iyi davranıp beraber sohbet yapacağız der! Kendi düşen ağlamaz, ne yaparsanız yapın diye mırıldandı. Ve işi oluruna bıraktı. Nuray Hanım gülümseyerek anlatmaya başladı.
—Hadesten taharet; abdestsiz olanının veya cünüplük hali bulunanın gusül abdesti, yâda namaz için abdest alması, bunlar mümkün olmadığı zaman da, teyemmüm etmesi demektir. Necasetten taharet ise, bedenini, elbisesini ve namazgâhını pisliklerden arındırmaktır. Setri avret; görülmesi şer’an caiz olmayan yerlerini örtmek demektir. İstikbali kıble ise, namaz kılarken kıbleye dönmektir. Niyet adından da belli olduğu gibi, kılacağı namaz için niyet etmektir. Buyurun Hocam devam edin.
Rabia Hoca böyle bir yardımcı bulduğu için sevinmişti, en azından Nuray Hanımı karşısına almamıştı. Çünkü Nuray Hanımın dini bilgisi çok fazla idi. Cemaati ona kaptırmamak için, yanında olması daha iyiydi. Yaş olarak da ondan büyük olduğu için ileri gittiği, cemaati kaybetme tehlikesi olması durumunda, kolaylıkla müdahale edebilirdi. Sakin bir sesle anlatır.
—İçindekiler ise; başlama tekbiri, kıyam, kıraat, rükû, sücud, son oturuşta ettehiyyatü okuyacak kadar oturmak. Buyurun devam edin, Hocaanım!
Nuray Hanım okula başlamış hevesli öğrenci heyecanı ile anlatır.
—Başlama tekbiri, “Allah’u ekber” demektir. Kıyam; namaz kılarken özrü yoksa ayakta durmak demektir. Kıraat; Kur’an okumak. Rükû; elleri dizkapağına koyarak hafifçe eğilmek. Secde; alnı ve burnu yere koymaktır. Son oturuş; yani celse Ettehhiyyatüyü okuyacak kadar oturmaktır.
—Hocam namazın farzı tamam da, namazın sünnetlerinden de bahsetsen iyi olmaz mı?
Rabia Hoca derin bir iç çekti. İyi ki Şeyhi namazın sünnetlerini geçen hafta cemaate anlatmıştı. Böylece ondan öğrendiğini anlatıp durumu kurtarırım diye düşündü ve başladı anlatmaya.
—Namazın içindeki sünnetlere gelince. Namaza başlama tekbiri için elleri omuz hizasına kaldırmak, ellerin iç yüzünün kıbleye veya birbirine bakması,daha sonra elleri göğüs üzerine sol el altta olacak şekilde bağlamak, Sühhaneke okumak, Euzü Besmele çekmek, Fatihanın sonunda âmin demek, rükû’a eğilirken Allah’u Ekber demek, rükûda üç defa tesbihat okumak, kalkarken Semi’ Allahu limen Hamideh ve Rabbena ve lekel Hamd, demek, rükûdan kalkmak, her harekette tekbir getirmek, secdede Sübhâne Rabbiyel a’lâ demek, iki secde arasında elleri diz üstüne koymak, iki rek’atten fazla olan farzların, ilk iki rek’atten sonraki rek’atlerinde Fatiha okumak, son oturuşta Salâvat okumak, arkasından dua okumak, mesela Rabbena Atina duası, gibi. Selam verirken önce sağa sonra sola selam vermektir.
Rabia Hoca mutlu bir şekilde sohbetini tamamlamıştı.
Nuray Hanım, Rabia Hocadan izin isteyip konuşmaya başladı.
—Namazı bütün beden ile kılmak gerekiyor.
Kadınlardan birisi gülerek:
—Ne yani! Ayaklar namaz kılarken, eller yemek mi yapıyor!
Bu söz üzerine herkes güldü. Nuray Hanım da gülerek:
—Evet! Bazılarımızın ayakları namaz kılarken, elleri yemek yapıyor! Size bir hikâye anlatacağım. Yavuz Sultan Selim Han, namaz kılarken hocası içeri girmiş, namaz kılmakta olan Padişaha selam vermiş. Sultan; namazını bitirince hocasına “Hocam” demiş “Siz namaz kılan kişiye selam verilmez”, derdiniz. “Öyle ise bana neden selam verdiniz?’’ diye sormuş. Hocası gülerek “Bedenin namazda idi, ama ruhun saray duvarlarına pencere yaptırıyordu”.
Namazda insanın aklına başka şeyler gelir, ama bunu azaltmanın yöntemi çok basit. Önce namazda okuduğumuz surelerin anlamlarını bilmeniz gerekiyor. Mesela Fil suresini okuyorsun. O surede Ebrehe’nin sırf insanları Kâbe’den uzaklaştırmak için yaptırdığı aşırı derecede süslü ibadethanesini görürsün, sonra insanların oraya değil de Kâbe’ye geldiklerini ve Ebrehe’nin buna çok öfkelendiğini öğrenirsin. Ebrehe insanları kendi yaptığı ibadethaneye çekmek için, fillerle kuvvetlendirilmiş ordusunu toplayıp Kâbe’yi yıkmak için yol aldığını görünce, panik olursun. Kâbe’ye gelince Ebrehe; oranın ileri gelenleri ile görüşeceğini söyleyip haber saldığında, merak edersin, kim gelecek diye... Ebrehe’nin karşısına Peygamberimizin dedesi Abdul Muttalip gelip ve dimdik ayakta boyun eğmeyen bir tavırla: Ey Ebrehe! Diye kükrediğinde, titrersin merak edersin, ne söyleyecek diye... “Biliyoruz, Kâbe’yi yıkmaya geldin. Orası Allah’ın evidir. O kendi evini korur. Develerimize ve evlerimize dokunma, onlar da bizim!” dediğinde gururlanırsın. Ebrehe gülüp alay ederken, ona sinirlenirsin. Fil ordusu ile Kâbe’ye yürürken panik olursun. Fillerin en önde gideni Mahmut ismindeki fil, Kâbe yönüne gitmemek için inat ederken, sevinirsin ve Allah evini koruyup kimseye zarar verdirmemek için, ebabil kuşlarını ve ağızlarındaki ateşten siccîn taşlarını fil ordusunun üzerine attığında, gördüğün manzaradan ürperir, Allah’ın azabının ne korkunç olduğunu düşünürsün. İşte birinci rek’ati kıldın. İkinci rek’ate kalktığın zaman, üzerinde az önce yaşadığın savaşın yorgunluğu ve etkisi vardır. Sırasına göre okuyorsan, birinci rek’atte ne olduğunu bilirsin. Sonra diğer surede başka bir macera yaşarsın. Yani surelerin anlamlarını bilip ona göre okumanın sevabının yanı sıra, namazda kaçıncı rekâttayım, sorusunu ortadan kaldırırsın, hem de vesveseden uzaklaşırsın. Böylelikle namazın dosdoğru olur. Allah’ın “Vay o namazını dosdoğru kılmayanların haline” diyerek, bizi uyardığına dosdoğruya uymuş oluruz. Lokman suresinin 17. ayetinde Yüce Allah; “Lokman (a.s.) oğluna “yavrucuğum namaz kıl, iyiliği emret, kötülükten vaz geçirmeğe çalış. Başına gelenlere sabret” dediğini, Kur’an’ında anlatır.
Bu arada Rabia Hoca söze girdi.
—Bir Allah dostu, sabah namazına uyanamamış, kazaya kalmış, buna öyle üzülmüş ki, o gün akşama kadar ağlamış, Allah’tan af dilemiş. Ve tekrar akşam olmuş uyumuş, sabah ezanı okunurken şeytan gelip ayağından dürtmüş “kalk kalk, ezan okunuyor, namazını kıl” deyince, Allah dostu şaşırmış. “’Sen yıllardır namaz kılmamam için bana vesvese verirdin, ne oldu da beni böyle namaza çağırıyorsun” diye sormuş. Şeytan ise kibirli bir tavırla; “Her kıldığın namazda bir sevap alıyordun, dün namazı kaçırınca öyle üzülüp ağladın ki, Allah bin sevap yazdı. Bin sevap almandansa, bir sevap almanı tercih ederim” demiş. Namazınızı kazaya bırakmayın, sonra nasılsa kılarım diye kazaya bırakıp kaza edemeden, ‘sen kaza edersen’ ne olacak? Bunu aklınızdan çıkarmayın.
Rabia Hoca konuşmasını bitirince; Nuray Hanıma devam etmesi için işaret etti.
— Bir mağazaya geciktirdiğin borcun vardır, sıkılır utanır, sonunda özür dileyerek borcunu ödersin. Namaz da senin Allah’a olan kulluk borcundur. Neden onu öderken lakayt, umursamaz ve saygısız davranıyoruz? Sizce bu doğru bir davranış biçimi midir? Zaten yeterince kulluk yapamıyoruz, bari saygılı olalım. Ezan okunur okunmaz seccadenin başında şeytanın vesvese vermesine fırsat vermeden, namaza, Yüce Hükümdarın huzuruna, saygıyla, edeple duralım
YORUMLAR
SEVGİLİ YEŞİLYEŞİL
yazınızdan çok huzurlu bir şekilde ayrılmanın sevincini yaşıyorum.çok şeyler öğrendim.allah şükürler olsunki sizin gibi dostlarla beni burda karşılaştırdı.nette dahi onu zikretmenin keyfini yaşattı.şükürler olsun,hamdüsenalar olsun.yüreğinizin allah aşkı muhabbeti daim olsun.selametle kalınız.saygılarımla.