- 828 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
UMUDUN YELKENLERİ
Yazdan kalma; yeşilken yerini sarıya bırakmış, kahverengi ve tonları tüm doğanın üzerine çisil çisil yağıyor, ürpertici bir ezgi tutturmuşçasına fısıldayan rüzgar bir başka bahara yeniden kavuşmak, baharda düşen çiğlerin tadına yeniden varıp, Büyük bir yaratıcıyı yeniden zikir eyleyip, evrendeki bir başka göreve hizmet etmek isteyen, sararmış yaprağı bulutların arasına yolluyordu.
Oysaki o yaprak her doğduğunda aklı yineleniyor ve gidişinin aydınlığa değil, karanlık toprağa olacağını sanıyordu. Bahardan sonra gelen yazda en coşkulu dönemini yaşayan yaprak, o gidişten korktuğu için zaman kaydırağını tepip dalına beni bırakma dercesine sımsıkı sarılıyordu. Sonbahar geldiğinde halsiz düşüp, artık zaman kaydırağına kendini bırakıp, rüzgara beni al dercesine bağırıyordu. “Al beni ve aydınlığa götür.”
Yorgun düşen gözlerini açmak için savaşacak gücü kalmamıştı. Bir ömür geçirdiği bu odaya daha dün ilk kez bakmıştı. Sabah göz nuru dantelini sandığından çıkarıp bohçasına yerleştirmiş, öğlen annesinin mezarı başındaki çamlığı sulamıştı. Şimdi ise sabah gördüğü önündeki uzunca koridor bıraktığı küçük bir nokta oluvermişti. Noktanın içinde uzayıp giden dantel ipliklerini gördü. Yavaşça sarsılarak alıp onu yeniden özenip işleyerek sandığına koymak, zamanı geldiğinde de bohçasına dizmek için ellerini uzattı. Umudun yelkenlerini açmak için son bir kez daha uzattı ellerini. Ama o noktadan içeri değil ellerini parmaklarını bile girdiremiyordu. Hayat küçük bir ipliğe dahi dokunması için fırsat tanımamıştı ona. Yavaş yavaş umudunu yitirmiş bir halde zamanla rengini yitirmiş penceresinin demirleri ardında kalan yeni doğmuş yavru bir kuşa ilişti gözü.
Kuşun koridoru o kadar uzundu ki bir zamanlar onun olduğu gibi… Nerede olduğunu bilmediği gibi, nerelerden uçacağını veya uçamayacağını, neyi başarıp neyi başaramayacağını, kimin ona sahip çıkacağının bilmiyordu. Hayatı onu daha zorlu bir sahneye davet etmişti. Annesi yanında değildi. Kendini nasıl koruyabilirdi ki kartallardan, nasıl savrulabilirdi göklerde hür bir bayrak gibi? Bir şeyler ararmışçasına, bir şeyler seziyor gibi etrafını izliyordu. Ne sezdiğini anlayamıyordu zaten gücü de kalmamıştı. Ama onun sezemediği bir şeydi sezdiği şey bunu biliyordu. Birden heyecanlanır gibi oldu anlamıyordu. Bir şeyler aramaya devam ediyordu. Ne arıyordu?
Bir süre sonra yanına dişi bir kuş geldi. O gelince yavru daha bir heyecanlandı. Küçük çığlıklar atarak sevincini dile getiriyordu. Dişi kuş yavrunun ağzına bir şeyler verdi.
Anladı ki yavrunun hayatta kalabilmesi için tek umudu olan annesiydi gelen. Yaratan yarattığını hiçbir zaman kimsesiz bırakmıyordu, umutsuz da…
Bilemiyordu ne yapacağını. Yavru kuşun yaptığını yapmak istedi. Umudu istedi son bir kez daha. Öyle istedi ki hiçbir şey göremez, hiçbir şey duyamaz oldu. Yavaş yavaş pencerelerine siyah perdeler iniyorken, gözleri tavanda bir ışık beliriverdi hiç rastlamadığı bir ışıktı bu.
O ışığı gördüğü anda gözlerinden kayboldu bütün tüller. Sanki yeniden doğmuş ve bir çocuk ferahlığında kaybolmuştu. Bedenini hissetmiyordu. Zaman kaydırağı yoktu onun için upuzun bir koridor da. Yüksek çığlıklar çıkaran fırtınalar yerini çağlayanlardan esen hafif meltem rüzgarlarına bırakmıştı. Karanlığa doğru kovalayan kurtlar aydınlığından korkup kaçmışlardı.
Sadece bembeyaz bir boşluğun içinde bulmuştu kendini, istediği umut ona verilmişti.
Ne yer ne de gök sadece sonsuz bir umut gerisi hayal meyal…
Ölüm de yeni bir bahar için umut değil miydi?
VİSAL RÜZGARI
YORUMLAR
Sadece bembeyaz bir boşluğun içinde bulmuştu kendini, istediği umut ona verilmişti.
Ne yer ne de gök sadece sonsuz bir umut gerisi hayal meyal…
Tebrikler...........
Güzel ve başarılı bir çalışma,
Engin düşünce ve duygular sunulmuş,
Akıcı cümleler yazarın güzel üslubuyla bütünleşmiş,
Selam,saygı ve dualarımla.............