KAPATIN KAPILARI ÖMRÜM ÜŞÜYOR!
Ömrümün üşüdüğü günlerden birinde rastladım ona...Oysa ona rastlamadan önce bütün hayatıma karlar yağıyordu. Ben yağdırıyordum karları, buzlarımın çözülüp yaralarımın meydana çıkmasını ve acı çekmeyi istemiyordum. Bedenim ömrümün üşüten soğukluğunda donmuş ve bütün hislerini, duygularını, düşüncelerini o soğukluğun koynunda yitirmişti. Etrafıma karşı öyle duyarsızdım ki, benim için hiç kimse yoktu. Hiç kimse için ben de ruhsuz bir yaratıktım programlanmış. Herkes için mavi olan gök benim için mavi değildi, oysa mavi hayallerin, aşkın, umudun ve adı konmamış çocukluğun simgesiydi. Önce maviyi getirdi hayatıma, o masum bakışlarının altındaki mavi çocuk yavaşça tuttu ellerimden, usul usul yürütmeye başladı beni. Sanki onunla hiç yaşamadığım daha doğrusu yaşatmadıkları çocukluğuma dönmüştüm. Sadece bakışıyla isimlendirmediğim çiçeklerin adı, sabahın ilk ışıklarıyla günaydınım ve beklemekten bıkıp usandığım durakların vazgeçilmezi olmuştu. Yürüdüğüm yollarda henüz gün ağarmamışken onun varlığıyla bütün çocuklar, kuşlar, çiçekler günaydın diyordu bana. Ömrümün üşüttüğü parçalar bir bir çözülüyor ve çözülürken onunla birlikte hem hayatım hem kelimelerim can buluyordu yeniden. Korkuyordum; çünkü çözülürken bütün parçalarım dağılıyor ve her bir parçam yeniden onunla bütünleşip ekleniyordu dikiş atılmaktan yorgun düşmüş yüreğime. Kolay değildi buzlanmış kalbime yeniden umudu aşılamak, hele onu eski kızıllığına boyamak… Ben böyle korkuların içinde çırpınırken o sımsıkı tutuyordu ellerimi. Hani annelerinin yanına düşmüş küçük çocuklar olur, annesi onu götürmek istemez; ama çocuk ıslarla yapışır o minik elleriyle annesinin yorgun ellerine. Benim de ellerim yorgundu tıpkı onlar gibi. Fakat onun ellerinin sıcaklığı bütün yorgunluğumu alıp götürüyordu. Öyle güzel elleri vardı ki, el (yabancı) gibi değildi onun elleri, dirilişti, aşktı, maviydi… Küçük bir dokunuşuyla çözmüştü yüreğimin bütün buzlanmış zincirlerini. Onun ellerinin yörüngesiyle yazıyor, onun parmakları benim kalbime, benim parmaklarım ise tuşlara dokunuyordu işte. Sırtımda taşıdığım onca yükün altında dilimden, kelimelerimden, hayatımın her hecesinden onu düşürmüyordum artık. Yalnız sadece düşürmüyordum; çünkü ayrı yollarda yürüyorduk ikimiz. Oysa ben üşüyen ömrüme can katsın diye, onu ölümsüz kelimelerimin içerisinden çekip çıkarmıştım. O bana maviyi verdi, ben ona gök kuşağının bütün renklerini…. Ben çözüldükçe o buzlandı birden bire. Beni çözen elleri buzlanıp döküldü herkesin basıp geçtiği yerlere.... Düşündükçe anlamaya başladım. Onu ben yaratmıştım buzlanmış karanlık gecelerimin birinde. Ona bana öğretmeden önce ben öğretmiştim maviyi… Yarattığımın bir buzdan kadındı o ve ben ona hayat vermiştim her zamanki gibi yine. Şimdi bir dikiş daha atıldı yüreğime ve atık yalnız değilim. Yarattığım buzdan kadınla birlikte bütün gece üzerimize, rüyalarımıza, düşlerimize kar yağıyor, kapatın kapıları ömrüm üşüyor. Artık alev alev yanan ayaklarımın ucuyla basıyorum buz keşmiş kalplere, şehir şehir dolaşıyorum buzlanmış kalbimi bulmak için, mavi donuyor gözlerimde, mavi çocuk ölüyor yavaş yavaş gözlerimde, kapatın kapıları ömrüm üşüyor.