- 679 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ahıska'da dört gün / Ardahan Öyküleri (48) -kitap 30-
İki şehir, iki yan, o yan da bu yan da.
Ahıska ve Ardahan’ı ayıran yan: Mesafe aralığıymış.
Nihayet otobüs sınırı geçipte Gürcistan Gümrüğüne girdi. Yolcular boşaldı. Gümrükte pasaportumuzu mühürledi genç polis.
Ulgar dağından beri çukur bir çanağın ağzındaymışız. Ha, bir de Posof’un arkasındaki dağlan bir yüzey çökeltisine girdiğimizi tebarüz edebiliriz.
Arsiyan dağı Kumlu dağ ve Posof’un arkasındaki büyük dağlara çukurun burçları deyiver gitsin!
Bu çanak: Deniz seviyesindedir. Bereketlidir, Akdeniz iklimi ile karşılaşma başladı. Ilık rüzgar insanın tenine değdikçe insanın eti şimşekliyor. Kazağımı çıkardım. Sauna hamam zanneder ya insan kendini diyeceğim: Ama o kadar da değil. Sonunda yıkanma teknesinde üşümemecesine insan yıkanır... o ılıklıkta Ahıska’nın yazı tatlı, vasatı tropikal iklimdir.
Şehirler ne kadar istemiştir, "Ahıska’ya gideyim de bir göreyim Ahıska’yı." Ahıska için de aynı şeyi söylemek olurdu.
İki şehir karşı karşıyadır. Ondan ona giden. Ondan ona gelen. O kadar insan olmuştur ki!
İki şehir bir şehir gibi sanki. İnsanların " hasiyetleri" bile benzeşmenin tam bir tanımı. Otelci kadın personeliyle konuşurken:
Baktım:
" Hasiyet" kelimesini söyledi. Kadın Türkçe biliyordu mu?
" Madonna Hanım hasiyet’i ne anlamda kullandınız?" Ses benzer ama anlam tutmaz.
- Canım! Sen biliyor karakter... ha o aynı bizde de "hasiyet"i.
- Bizde de diye... otomatikman söyleyiverdim.
Ahıska’da her insan bir seviyede dilimizi biliyor, konuşuyor. Bizse onların lisanını bilmiyoruz. Bunu anladım: Lisan bilmenin engin yararından çok yazık ki yoksunuz.
Lisanlar, dünyayı kavrarken bile bir insaniyetlik eseri bırakmaksızın kalplerden geçmemiştir.
Resim veya müzik yapmak gibi kültürel formasyon katar lisan bilmek. Lisan konuşmak heykelin çamuru ile kaşını gözünü çek- uzun eden sanatçı gibidir.
Lisanla uğraşan kişi, lisan konuşan, resim yapan ressamın inşaa yapmasına yakın bir ustalıkta sayılır. Lisanda renkler, tonlar, formlar vardır. Lisan yapı yasalarına ne denli tabii ise sanatta öyledir.
Gürcistan çanakta bir sahan ve ılıman yer... savail olmasını buna borçlu.
Bizim Alagöz’ün önünde: "Adacala" çöküntüsü vardır.
Bir çanak, yer hareketleri oluşumları ile çökelti olarak olmuş yerlerdir. Deniz düzeyine inildiğinde ısı artar. Adacala’ya çökelti karşılığı " Cala" ismini isabetle vermiş insanlar.
Cala: Çöküntü demektir.
Posof’tan başlayan" Cala" Batum’u alarak sıralı uzun Kafkas dağları ile Azerbaycan’a iner. Düz ovaları bağlar ve bostanlarla süslü, gelinlerin gerdanındaki altunlar gibidir. Enva- i tür ağaç dağda derede tepede... Dağın zirvesine gözü dikeyim dersin; gözünü tepeye vardırdığında kafanda ki kasket yere düşer. Dağlar o kadar yücelenir yücelenir ki..!
Dağların yüksekliği bilinen bir şeydir. Borjomi, Bakuryani Dağı mesala. Abas Tuman’da dağlar altta mı kalır?
Otobüste bu olguyu yanımda oturan Ermeni bayana sordum. Kadıncağız jeologmuş. Doğanın Ahıska, Posof’ta Ardahan’da aynı olduğunu bazı teorilerde böyle açıklamalar varmış. Kadıncağız, doğa ve insanların bütünün bir parçası olduklarını söyledi. Ardahan’ın yeşil zeminini; mesala kayalık araziye yeşil bir halıyı sermeye benzetti. Halının altından bıçak gibi çıkan kırık kayalar halıyı parçalamış gibidir dedi. Ardahan’ın zemini: Volkanik meralardır...Alpin çayırları da deniyormuş...
Ahıska’yı anlatayım diyorsun. Laf lafı açıyor. İmge imgeyi açıyor. Ahıska uzuyor, konu uzanıyordu. Anlatacak ne çok şey varmış Ahıska?
Terminale girdim mimarisini seyrediyorum içerinin. Az modern mimariden bir yer burası. Bizim Kars Terminaline benziyor. Terminal Tiflis yolunun sol yakasındaydı. Arkasında Tren İstasyonu elektirikli trenler bir enişe, bir yokuşa gidip geliyordu.
Sovyetlerin anlayışını, yaşadıklarını okumak için karineler geziyorum.
O " Zamanın Ruhunu " yakalamak istiyorum. Akıl yürütüyorum: Bizim modern mimarilerimizle bir tutuyorum. Kars Terminali ile kıyaslıyorum.
" Okka her yerde aynı dirhem geliyor." diyorum. Fakat; anlamak ötekini anlamak en iyisiymiş. Hamasi atıp tutmaların gerçeği algılama; ne kadar yanlış yol olduğunu anlıyorum..
Üç beş yolcu bankta oturuyordu. Duvarlar boyasız. Gözünüze mahcup bir vaziyette bakıyordu yolcular. Bir gişeden her linke bilet satılıyordu. Gişenin ağzı küçük, adamın başı sığacak kadar. Üçüncü sınıf elle çizilmiş link haritası. İngilizce ve Gürcüce yazılmış. Gürcüce levha, bizim tezniyatlar gibi nakışlı ve güzel tablo. İngilizce levha da "Schema " yazıyor. Akıl yürüterek bir sözcük öğreniyorum. Bu bildiğimiz ŞEMA sözcüğüydü. Öğrenmenin sonu, yeri yok.
Bir berber var, koltuğundan başka malzemeleriyse çok eksikti. Traş fiatıyla yolcu biletleri aynı nerdeyse. Bilet çok ucuzdu. Ardahan- Erzurum arası burada bir berber fiyatına.
Acıktım. Bizim hamur işleri burada yeme-içme menüsü. Kadın yağ kazanında hamuru pişirip kızartıyor. Bişiyi; bunu oturup, kağıda sarılısından yiyorsun, bir lira, iki lira bedeli.
Bişi satan kadın müşterisi ile tenekuza mı düştü ne?
- Ara! Araaaaa... deyip duruyor.
Ara’nın, hayır olduğunu biliyorum. Ama benim dikkati mi başka bir şey çekti. Kadının " Ara!" derken, eliyle, ayağıyla hamletmesiydi. Bizim Ardahan insanının aynı jest ve mimikle hamletmesine benziyordu. Bunu farkettim. İki ayrı yerde ama " mızıldar gibi" konuşma tarzı bizde de var. Rahmetli Ali Emi de aynı tarzda hamlederdi.
- Yokkkk, babaaaaa! Ne gitmesi..! Oda Ahıska’dan gelmeydi.
Bişici kadın:
" - Araa! Araaaaa!" eliyle, ayağıyla iki ayağını tekine muhkem basıp ileri geri yaylandı. İki elin iki avucunu da havaya açıp.
- Yokkkk! Yokkkkk! Baba, ne gitmesi... dememişti.
" - Araaaaaaaaaaaaa! Araaaaaaaaa!" demişti.
yalçıner yılmaz
26/08/2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.