- 495 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUK FOTOĞRAFLARINA BAKARKEN…
ÇOCUK FOTOĞRAFLARINA BAKARKEN…
Ben bir çocuğum… Adım Ayşe, Elif, Çiçek, Özge ya da Merve… Adımın ne önemi olabilir bütün kız çocuklarının isimleri Sevinç olmalı bence. İnsan olmanın, var olmanın, birlikte olmanın sevinci. Geleceğe umutla bakmak istiyorum. Eğer kavgalar ve savaşlar içine atacaksanız beni izin verin ben olduğum gibi kalayım, hiç büyümeyeyim.
Her gecenin sabahı var mıdır? Doğruyu söyleyin bana. Çünkü inandım, hep size inandım. Gelecek var mıdır, umut var mıdır, yarınlar aydınlık mıdır?
Emre benim adım… Barışın kol gezdiği bir dünya düşleyen bir anne babanın oğluyum ben. Dünyanın yalnız bizim olmadığını, bizimle birlikte bitkilerin de hayvanların da hak sahibi olduklarını biliyorum.
Hayvanı sevmeyen, insanı da sevmez. Dostluk, ah dostluk…Bu benim arkadaşım, yaşamımdaki renklerden biri.
“Hayvanlığın lüzumu yok!” diyorlar üzülüyorum. Ne zararını gördünüz ki onların. Asıl çoğu zaman bas bas bağırmak istiyorum: “İnsanlığın lüzumu yok”.
Umutcan adım… İnsan doğacağı yeri ve koşulları seçemiyor…Ancak her zaman değişmek ve değiştirmek mümkündür.
Fark edilene kadar büyüyor çocuklar… Neden büyüyorlar sahi? En art niyetsiz, en bozulmamış en saf olmaktan neden sıkılıp da birden büyümek istiyorlar?
Ne kadar çok insan varmış büyük kentlerde. Ne kadar çok kova su alırmış koca denizler?
Benim arkadaşımsın sen, olmayan oyuncağımı paylaştığım. Belki de aynı sırayı paylaşırız.
Babamın bir gün parası olursa bana çikolata getireceğini biliyorum. Hatta bana defter ve kalem de alacakmış. Benim daha çok okumamı istiyormuş. “Neden kitap alacağım sana demedin bana?” diye sordum babama. Elbette onu da alırmış da, yazmak lazımmış. “Hem okumak hem de yazmak lazım” diyor babam. Kendi okuyamamış, benim okumamı istiyor. Bir gün bu bahçede oynadığımızın, o mutlu günlerimizin öyküsünü yazacağım.
Sokaktaydık ama neşeliydik. Doğru dürüst ayakkabımız olmadı, çünkü eskiyen ayakkabılarını atıyordu teyzeler. Babamın parası yok ki ayakkabı alsın bana.
Hiçbir şey umurumda değil şimdi kardeşlerim ve arkadaşlarımla oynamaktan mutluyum. Benim de bir fotoğrafımı çek abi. Ama göndermeyi sakın unutma.
Unutacağını biliyorum, kaç fotoğrafım çekildi, gelecekteki gelmedi. Bizim evde fotoğraf albümü yok zaten. Naylon torbanın içinde birkaç resmi var annemle babamın. Eskiden onlar da ne kadar gençmişler.
Okula gitmemi hem istiyorlar hem de istemiyorlar. Öğretmenin istediği parayı veremezlermiş. Herkes verince ben vermezsem olmaz. Aile katkısıymış vermek lazım ama yok…
Çek abi sen fotoğrafımızı bir anı kalsın bizden bu dünyaya.
Vay be siz bizim köyün yollarını da bilir miydiniz. Yanlışlıkla mı geldiniz yoksa.
Çok yürümeden gidilecek bir okul olsa, sobasını da biz yakmasak. Yok yok yakarız tek okul olsun da. Bir öğretmenimiz olsa güler yüzlü ve hiç kızmasa bize. Aynı sınıfla üç ayrı yaş grubundan öğrenci olmasa. Olsa da olur, yeter ki bir okulumuz olsun.
Eskiden ‘Enstitüler’ varmış. Bir varmış, bir yokmuş gibi… Kapanmasaydı biz de öğretmen olur, kendi köylerimizde çalışırdık değil mi? Çok bilen, her şeyi bilen, her şeyin altında bir fesatlık arayan büyüklerimiz…Köyümüze gelin, köyümüzü görün. Askerlik, vergi ve oy zamanı hatırladığınız bizi görün… Teker teker kapanıyor haneler…
“Çıktık açık alınla”, deyip demir ağlarla yurdu örenlerin çocuklarıyız biz. Mazlum uluslara örnek olan kahramanların torunlarıyız. Kadın ve erkeğin eşit birer birey olması gerektiğini söyleyenleriz.
Yönünü aydınlığa çeviren ve gayretli insanların olağanüstü çalışmalarıyla yeni Türk Cumhuriyetini kuranlarız…Çılgın Türklerin devamıyız.
Ülkemizi ileriye götürmek için çaba sarf edeceğimize, ulusumuzu yüceltmek için çaba sarf edeceğimize söz veriyoruz. Atatürk’ümüzün Gençliğe Hitabesini her gün birkaç kez okumak zorunda olduğumuzu biliyoruz.
Bir gün özgürlüğümüzü ve cumhuriyetimizi koruma mecburiyetine düşersek, içinde bulunduğumuz durumun olanaklarını ve şartlarını düşünmeyeceğiz.
Aslında bu dünyada biz de vardık. Okul sıralarında olmak vardı şimdi, zil çalınca teneffüste bahçeye koşmak. Öğretmen kim bilir saçımızı okşardı, “yavrum” derdi bize…
Çocukluğunu yaşayamadan büyüyeceğiz belli. On iki on üç saat çalışıyoruz ve sırtımızda şimdiden kocaman bir yük var. Yazgımız budur belki de. Nihat “Böyle yazgı mı olurmuş!” diyor, belki haklıdır, belki de değil.
Benim götürdüğüm haftalığa muhtaç olmasa annem-babam ben hiç çalışır mıydım bu çocuk yaşta?
Boyacılık yapmakta bir nevi hayat okulunda okumaktır değil mi?
Ben sizin görmezden geldiğiniz Recep’im, iyi bakın gözlerime. “Gözleri gülerken de ağlayabiliyormuş insan”.
Düşlediğiniz her şey gerçek olsun... Benim düşlediğim mi? O kolay canım… Bir simit ve bir çay. Akşama kadar tok tutarlar nasıl olsa.
Hiç bisiklete binememiş çocuklarda varmış, bisikletime onlar da binebilirler. Önceleri düşerler ama vazgeçmezler ise sürmeyi onlar da öğrenebilirler.
Bu dünyada açlıktan milyonlarca çocuk ölüyormuş, ben de bisküvütlerimi paylaşmaya hazırım.
Ben düşlerimi, oyuncaklarımı da paylaşırım isterseniz. Ama düş kurmayı yasaklamaya çalışmasın kimseler… Hayal kuramayan ve umutları olmayan insanlar nasıl yaşarlar?
Ali ULUSOY, Haziran 2009
ÇOCUK FOTOĞRAFLARINA BAKARKEN… Yazısına Yorum Yap
"ÇOCUK FOTOĞRAFLARINA BAKARKEN…" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.