KÜRESELLEŞME, ABD, ÇİN VE SİNCİAN OLAYLARI
Toplumsal kıyım ve baskı nereden ve kim tarafından yapılırsa yapılsın kınanmalıdır. Toplumsal kıyımın haklı gerekçesi olamaz; ancak olayların nedenlerini araştırmaksızın, tarihi doğru okumaksızın duygusal tepki göstermek de büyük yanılgılarla sonuçlanabilir. Toplumsal isteklerinde haklı olan toplumlar bu duygusal tepkiler nedeniyle kimi zaman asıl düşmanın, asıl kışkırtıcının, asıl suçlunun oyuncağı olduğunu ayırt bile edemeyebilir.
Çin-Sincian Uygur özerk bölgesindeki Uygur Türkleri’nin yaşadığı olaylar da bu tehlike ile karşı karşıyadır. Bu doğrultuda tarihin son otuz yılı incelendiğinde ilginç bir süreç gözlenir. Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte, bir anlamda yerkürede siyasal denge unsuru sayılabilecek yeryüzünün en büyük devletlerinden biri olan Sovyetler Birliği irili ufaklı onlarca devlete bölünür. Başta ABD olmak üzere batılı sömürgeci anamalcı devletler vakit geçirmeksizin bu ülkelerin üzerine üşüşür ve yıllar süren uğraşlar sonunda Soros gibi örgütlerin etkinlikleriyle de Ukrayna ve Gürcistan’da sonuç alınır. Aynı anda Avrupa’nın en güçlü, en istikrarlı ve huzurlu ülkelerinden biri olan Yugoslavya da benzer uğraşlarla parça parça edilir. Rusya’nın bölgedeki egemenliğini kırmak için başına yıllarca uğraşmak zorunda kalacağı Çeçenistan sorunu açılır. Çekoslavakya, Çek Devleti ve Slovakya olarak ikiye ayrılır. Birleşik Avrupa sürecinde Yugoslavya ve Çekoslavakya gibi güçlü ve istikrarlı ülkeler, gerek ABD’nin gerek AB’nin güçlü sömürgeci anamalcı devletlerinin işine gelmemekte o nedenle kendi dengelerini sağlayabilmek için bölünerek güçlerini yitirmeleri gerekmektedir. Bütün bu süreçte, yeryüzünün tamamına egemen olabilmek için, ABD’nin ulaşamadığı Uzakdoğu’da bir üs gerekmektedir. Her ne denli anamalcı ilişkiler içinde olsa da Japonya ve Kuzey Kore sorununu da çözemedikleri için Güney Kore bu geniş yerparça için yetmemektedir. Önce Sovyetlerin, ardından da Rusya’nın etkisini ortadan kaldırmak ereğiyle ile üs olarak belirlenen Afganistan’da önce din kullanılarak Taliban örgütlenir, desteklenir ve bölgenin istikrarsızlaşması sağlanır, ardından Sovyet ve Rus tehlikesi ortadan kalkınca kendi yetiştirdiği canavar olan Taliban bahane edilerek Asya’nın ortasına konuşlanılır. Her ne denli büyük anamalcı sömürgeci devletlerle baş edecek güçte olmasa da Ortadoğu’da yine de bir güç ve tehlike sayılabilecek Irak, Soros gibi örgütlerin etkinliklerine bile gerek duyulmayıp doğrudan işgal edilerek Kürt, Türk, Arap, Şii , Sün-i gibi kendi içinde parçalanmış güdümlü, bağımlı zayıf bir Irak oluşturulur. Amerika’nın Ortadoğu’yu, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi ülkelere yerleşerek kuşatması yetmemiş, Suriye, İran ve Türkiye’nin ortasına konuşlanmıştır artık. Aynı süreç, gerek Ortadoğu’nun gerekse Avrupa’nın doğusunun en güçlü devletlerinden biri olan Türkiye’de de yaşatılır. Amerikancı ’80 faşist darbesiyle birlikte gerek Ermeni gerekse Kürt sorunu kaşınarak daha asıl hedeflerine ulaşamadıkları bir bölme politikası uygulanır. Sınırları çizilmiş Kürdistan’la bölünmüş Türkiye haritaları hazırlanır. Bu süreçte ülke, Özal, Çiller, Derviş gibi Amerika’nın rahle-i tedrisinden geçmiş bazıları ithal yöneticiler tarafından yönetilir. Bu süreçte dinler arası diyalog ve ılımlı İslam gibi tasarılarla Fettullahçı örgütlenmeler palazlandırılır ve ne rastlantıdır ki seçimden hemen önce Amerika’yı ziyaret eden Erdoğan ve arkadaşları yeni bir oluşumla yıldırım hızıyla dünya görüşü değiştirdiğini söyleyerek ülke yönetimine gelir. Yine ne ilginç rastlantıdır ki Ukrayna ve Gürcistan örneklerinde açık seçik görüldüğü gibi ABD yanlısı yönetimlerin liderlerinin tümü ABD’de yaşamış, ABD’de yetişmiş kişilerden oluşmakta ve Soros bu ülkelerde yoğun şekilde etkinlikler yapmaktadır. Fethullah Gülen’in de ABD’ye yerleşip yıllardır orada yaşaması, Soros’un ülkemizde de yoğun etkinliklerde bulunması ilginç rastlantının bir parçasıdır. Bu yöntem ABD’nin özellikle ’80 sonrası devreye soktuğu küreselleşme politikasının bir parçasıdır. Kültür diplomasisi olarak ortaya çıkan bu tasarıya göre erek, özellikle Müslüman ülkelerin aydınlarının kazanılmasıdır. Bu yöntemin, silahlı sıcak savaş denli etkili olduğu vurgulanır. Amerika Dışişleri Bakanlığı’nca hazırlanan bir raporda; Amerikan değerlerinin yayılması için en etkili yöntemin, "medeniyetler arası diyalog" çalışmaları yapan yazar, çizer ve aydınların kazanılması, olduğu belirtilir. Bu çerçevede önce, toplumlar arası öncüler, tasarısı, uygulamaya koyulur. Yeryüzünün her yerinden aydınlar, küresel değerler doğrultusunda eğitilecek(devşirilecek), fon, burs ve ödüllerle özendirilecek ve böylece yeni bir aydın tipi var edilecektir. Bu doğrultuda değişik kurumlar oluşturulur. Yeryüzünün birçok ülkesinden seçilen kişiler bu kurumlarda eğitilir, desteklenir ve hatta korunur. Bu kurumlardan biri de Nobel .Alan yazarımız Orhan Pamuk’un bir süre konuk edildiği, bazı romanlarını yazdığı "uluslararası yazı programı(International Writing Program -IWP_)"dır. Bilindiği gibi Orhan Pamuk, bugün de Amerika’ya yerleşmiş böyle kurumlardan birinde konuk edilmektedir. Amerikan yanlısı iktidarların olduğu bütün ülkelerin liderleri incelendiğinde, uzun süre bu tür kurumlarda konuk edildiği görülmektedir.
Bir yandan bu parçalanan bölgelerin yeraltı ve yerüstü değerleri ele geçirilirken diğer yandan da bağımlı, güçsüz uydu devletler oluşturulur. Yine ilginç bir rastlantıdır ki ABD bir yandan Güney Kore’ye diğer yandan da Afganistan’a konuşlandıktan sonra yeryüzünün devlerinden olan Çin’de de bölünme hareketleri hızlanır. Gerek Tibet, gerekse Sincan özerk bölgelerinde karmaşalar, iç karışıklıklar, çatışmalar hızlanmış, bağımsızlık kavgası iyice artmıştır. Bir buçuk milyar nüfusu ve dev ekonomisiyle Çin gibi bir devletin varlığı ABD’nin ve sömürgeci batı anamalcılarının işine gelmemektedir. Aynı senaryo burada da görülmektedir. Her iki bölgede de din kışkıtması gerçekleştirilir, Uygurlar arasında köktenci, aşırı İslam anlayışı hızla gelişir. Gerek Tibet’in dini lideri gerekse Uygur Türkleri’nin anası diye adlandırılan ve Çin tarafından olayları kışkırttığı savlanan Rabia Kadir, bir süredir Amerika’da yaşamakta ve ABD tarafından desteklenmektedir. 1993 ve 1997 yılları arasında Çin Politik Kongresi’nde Uygurlar’ın temsilcisi olarak millet vekili olan Kadir, ülkenin anamalcılığa açılmasıyla birlikte hızla varlığını artırarak ülkenin en varlıklı on kişisi arasına girmiş bir iş kadınıdır ve Mikrosoft başta olmak üzere dev ABD şirketlerinin Çin’deki temsilciliğini yapmaktadır. Kendisinden önce ABD’ye sığınan kocası Sıddık Hacı Rozi, ABD tarafından desteklenen Özgür Asya Radyosu’nda çalışır. Çin yönetimi tarafından ülkenin gizli belgelerini Amerikan Kongre üyelerine vermekle suçlanır. Ülkemizde de köktenci, şeriatçı dinci kesimin alkışlayıp desteklediği Kadir, ne ilginçtir ki 2006 yılında Nobel Barış ödülüne, yeryüzünün ve insanlığın son eli kanlı kıyımcılarından olan ABD Başkanı Bush ile birlikte aday gösterilir. 21 Mart 2006 tarihinde ABD Kongre binasında düzenlenen ve ABD Kongresi Dış İlişkiler Komisyonu Başkan Yardımcısı Tom Lantos’un da kartıldığı Uygur Türkleri gecesinde Amerika açık seçik bir kurtarıcı olarak gösterilmektedir ve ABD’ye sığınan Rabia Kadir yaptığı konuşmada ABD yetkililerine teşekkür eder. Gecede yer alan bir uygur sanatçısı ABD’ye olan bağlılığı söylediği marştaki şu sözlerle açık seçik dile getirir:
Adaletsiz bu dünya
Yeni bir düzen kur Amerika...
Kur kur kur kur Amerika...
Zalimleri cezalandır,
Terörizmi, komünüzmü yer ile yeksan kıl Amerika...
Vur vur vur vur Amerika...
Acizlere zulüm eden
Şeytanları sür Amerika...
Özgürlük için, Hürriyet için...
Vur vur vur vur Amerika...
Açıkça görülmektedir ki yerkürenin bütün güçlü devletleri gerek etnik gerekse dinsel çatışmalar oluşturularak birer birer parçalanmaktadır. Oysa başta, etnik ve dinsel karmaşanın en yoğun olduğu ABD ve bazı anamalcı batılı ülkeler konumlarını güçlendirerek korumaktadır. Ne ülkenin asıl sahibi olmasına karşın soykırıma uğramış, bugün yaşayan birkaç yüz bin kişilik nüfusu kalmış ve kimliksizleştirilmiş Kızılderililerin, ne yerlerinden yurtlarından silah zoruyla getirilerek köleleştirilmiş, dinleri ve kimlikleri değiştirilmiş siyahların ne de yeryüzünün birçok yöresinden gelerek yerleşmiş toplumların ABD’de böyle bir özgürlük ve bağımsızlık talep etme hakkı vardır. Etnik ya da dinsel kökeni ne olursa olsun anglosakson anlayışla kimlik değiştirmiş her kişi, toplum ya da yapı ABD özgürlük anlayışının bir parçasıdır ancak bu başka devletlerde hoş karşılanmaz, demokrasi, özgürlük ya da bağımsızlık adıyla kışkırtılır. Erek, anglosakson kökenli para egemenliğinin yeryüzünü ele geçirmesidir.
Bütün bu gerçeklere karşın, kitle iletişim araçlarından aktarılan Çin-Sincan’da yaşanan kıyım, anlatıldığı biçimiyle doğruysa, elbette savunulamaz, hoşgörülemez, kayıtsız kalınamaz; ancak gerek etnik, gerek dinsel, gerekse duygusal nedenlerle verilecek tepkiler, özgürlük ve bağımsızlık adına daha büyük tutsaklığa ve bağımlılığa yol açabilir ki bütünüyle paranın egemenliğine giren, büyük sermayeli şirketlerin istediklerini yaptıkları, yeryüzünü ele geçirdikleri bir yerkürede yaşanacak küresel anlamdaki bu tutsaklık ve bağımlılıktan kurtulmak çok daha zor ve olanaksız olacaktır.
Adnan Acar (Temmuz 2009)
Yönetmen
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.