- 500 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜNE AŞK-8
Annesi kahvaltısını yaptıktan sonra, sofrayı topladı ve beraberce sağlık ocağına gitmek üzere yola çıktılar. Kezban’ ın koluna girerek yürümeye başladılar. Sağlık ocağının giriş kapısında Meliha hemşire ile karşılaştılar.
“ Günaydın hemşire hanım ! “
“ Günaydın Gülistan, Günaydın Kezban Hanım. Hayırdır. Kim rahatsız. “
“ Annem rahatsız hemşire hanım. Akşam tansiyonu yükselmiş ve düşmüş odasında. Epey korkuttu bizi. Ben de bugün size getirdim. Doktor bey var mı ? “
“ Geçmiş olsun.İyi yapmışsın. Doktor bey gelmedi daha ama biraz sonra gelir. Siz benim odama geçin ben geliyorum. “
Küçük bir binaydı sağlık ocağı. Bir doktor odası , onun odasına açılan küçük bir hemşire odası vardı. Hemşire odasındaki kapıdan da bekleme salonuna geçiliyordu. salonun tam karşısında da küçük bir müdahale odasından ibaretti. Duvarların uzun süredir boya yapılmadığı ilk bakışta anlaşılıyordu. Hemşire odasında ise kenarda, camın önünde bir hasta yatağı, onun önünde ise onu gizlemek için kullanılan paravan duruyordu. Duvarlara sağlıkla ilgili broşürler yapıştırılmış, bir kenarda ise hastaların tartılması için kullanılan bir baskül vardı. Çok ilgisini çekerdi sağlıkla ilgili her şey. Annesini bir sandalyeye oturttuktan sonra sessizce duvarlardaki yazıları okumaya başladı. Okudukça, yüzünde bir mutluluk ifadesi beliriyordu. Tam o sırada içeriye Meliha hemşire girdi. Masasına geçti ve ;
“ Tekrar hoş geldiniz. Sizi beklettim. Kusura bakmayın. “
Kezban hanıma dönerek ,
“ Geçmiş olsun Kezban hanım. Anladığım kadarıyla bir tehlike atlatmışsın. Hipertansiyon çok ciddi bir rahatsızlıktır. İnsanlar tarafından önemsenmez. Dikkate alınmaz ama sonucunda epey üzer hem bizleri, hem hastaları ve yakınlarını. Tansiyon ilacınızı düzenli olarak alıyor muydunuz ? “
“Hemşire hanım, evet düzenli alıyordum ama o gün sabah almayı unutmuşum. Komşuda aklıma geldi. Tekrar da dönmedim. Ve o akşam da başım döndü ve düşmüşüm. Hiçbir şey hatırlamıyorum.
“ Tamam Kezban hanım. Şimdi ben senin bir tansiyonunu ölçeyim. Biraz sonra doktor bey de gelince seni muayene eder ve ona göre belki ilacını değiştiririz. Tuzlu yiyecek tüketmiyorsun değil mi ? Bir de önemli bir ayrıntı. Bol bol su içmeniz gerekiyor. “
“ Yok, hemşire hanım tuzlu yemiyorum ama çok su içemiyorum pek.
“ Kolunuzu uzatın, tansiyonunuza bakacağım. “
Kezban hanımın uzattığı sol koluna ölçmek için aleti taktı ve steteskopu yerleştirerek tansiyonunu ölçmeye başladı. Atışları tespit ettiğinde yüzünün ifadesi değişiyordu hemen. İşi bittikten sonra elindekileri toplayarak yerine bıraktı. Onun bu tavrı Gülistan ‘ in gözünden kaçmamıştı. Hemen merakla sorular sormaya başladı hemşireye.
“ Hemşire hanım yüksek mi ? “
“ Evet ! yüksek. “
O sırada kapıdan içeriye doktor girdi. Doğum kontrolü ve aile planlaması da yapılan sağlık ocağında onlardan başka hasta yoktu o gün. Meliha hemşire çok çalışkandı. Mesleğini çok sevdiği her halinden anlaşılırdı. Evlere gider, kadınları bilgilendirirdi bu konuda. Onlarla saatlerce konuşur ve gereken ne varsa yapmaya çalışırdı. O kadar dil döktüğü kadınlar ona hak verir fakat ne hikmetse ocağa gelmezlerdi. Bir daha giderdi inadına. Sorduğunda ise “ kocam izin vermedi. Doğum kontrolü de neymiş. Onlar Allah’ in işine karışmasınlar. Başka şeylerle uğraşsınlar dedi “ cevabını alır ve yıkılırdı o an. Halbuki, kadınlara kalsa koşarak geleceklerdi. O da biliyordu bunu ama gelemiyorlardı. Bazen de utana sıkıla yardım isterlerdi. Hamile kalırlar ve kendi başlarına, bitkisel yollarla düşürmeye kalkarlardı bebeklerini. O şekilde ölümden birkaç kadını kurtarmıştı Meliha hemşire.
Her seferinde kızar, içinden “ Bir daha yardım etmeyeceğim. “ demesine rağmen yine de dayanamaz giderdi imdatlarına. Onlara kıyamazdı hiç. Sonuçta kendisinin hem cinsleriydi. Kadınlar, onunla konuşurken sıkıntılarını anlatırlardı. Ömürleri çocuk doğurmak ve büyütmekle geçiyordu neredeyse. Ama yine ortak noktaya geliyordu. Cehalet sonucu bir sürü çocuk doğuyor, bunlardan bazıları da doğarken annelerinin düşürmek için uyguladığı yöntemlerle sonlanmıyordu. Bu şekilde bir çocuk dünyaya gelmiş fakat sakat olarak yaşamını sürdürüyordu. Meliha, anlayamıyordu bir türlü bu durumu.
Doktor, odasına geçince Meliha hemşire yanına girdi ve Kezban’ in durumunu anlattı. Dışarı çıktı ve Kezban’ ı doktorun odasına çağırdı.
Oturmakta olan Gülistan yine aynı düşüncelere daldı. Çok istemişti okumayı. Hayalinde aynı Meliha hemşire gibi, işini seven bir hemşire olmak istemişti. Ancak ilkokula kadar okuyabildi. Fakirliğin yanında yine kadının karşısındaki katı kurallar engel oldu. Kız çocuğu okuyamazdı. Okursa, aklı başına gelir, bilinçlenir ve erkeklere karşı gelir anlayışı vardı. Aslında babası okutmak için yeşil ışık yakmış fakat sonradan ne olduysa vazgeçmişti. Gülistan çevrenin baskısıyla vazgeçtiğini tahmin ediyordu. Hep kendini beyaz kıyafetlerin içinde yardım meleği gibi hayal ederdi. Halen içinde o isteği taşırdı. Çok zeki, yardımsever bir kişiliği olduğu için de işinde çok başarılı olurdu.
Bunları düşünürken bir ah çekti içinden.
“ Nasip değilmiş be Gülistan, olsaydı eğer ben de şimdi çalışıyor olurdum. Hastalara umut verirdim ama olmadı, olamadı. Ne yapalım. Kader ! “
O sırada, doktor muayeneyi bitirmiş ve annesini kapıda uğurluyordu. Kezban hanımın eline bir kağıt tutuşturdu.
“ Bu ilaçları kullanacaksınız Kezban hanım. İlacınızı değiştirdim. Zamanında alın ki etkisi olsun. Geçmiş olsun. Bir şikayetiniz olursa ben buradayım. Çekinmeden gelebilirsiniz. “
Dedikten sonra odasına girdi. Meliha hemşireyle vedalaştıktan sonra çıktılar sağlık ocağından. Dış kapıya gelince, Gülistan arkasını döndü ve bir kez daha baktı binaya.
Eve geldiklerinde Ökkeş, sedirinde oturmuş televizyon seyrediyordu. Onları görünce heyecanla sorularını ardı ardına sormaya başladı.
“ Kezban ! Ne dedi doktor. İlaç verdi mi ? Nen varmış ? “
“ Tansiyon ilacımı değiştirdi. Hareket önerdi ve bol bol su içmem gerekiyormuş. Kalbimi dinledi. Kalbimde sorun yokmuş. “
“ Çok sevindim. Allaha şükürler olsun. “
Yanlarına gelen Gülistan ,
“ Anne! Baba ! ben su doldurmaya gidiyorum. Biraz sonra gelince yemek yeriz olmaz mı. Çok açıktıysanız hemen hazır edeyim yemeği “
“ Yok kızım ! sen işini bitir gel o zaman hazırlarsın. Ben sizi evde bulamayınca karnımı doyurdum zaten. Ama annen aç mı bilmiyorum. “
“ Yok aç değilim. Canım da bir şey istemiyor zaten. Sen git “
Hemen odasına geçti ve ara sıra ilkokuldan kalma defterine canı sıkıldıkça karaladığı kalemini yerinden alarak, defterden yırttığı sayfaya bir şeyler yazdı ve katlayarak, eteğinin lastiğine sıkıştırdı. Mutfağa gitti ve dolduracağı su bidonlarını alarak evden çıktı.
Çeşme başına geldiğinde, önünde sıra bekleyen kadınları gördü. Sayıları çok fazla değildi. En sona geçti. Önünde, komşularından Halime kadın Gülistan’ ı görünce hemen sohbete başladı. Anasını sordu, danasını sordu. Sormadığı şey kalmadı. Sohbet bitmiyordu bir türlü. Sıra ona geldiğinde susabildi ancak. Sonra da kaplarını doldurduktan sonra evine doğru gitti. O sırada çeşmenin başında hiç kimse kalmamıştı. Fırsatı değerlendirmek için çeşmenin arkasındaki, Halil ‘ in tarif ettiği yeri buldu ve oraya mektubu bıraktı. Üstüne de aynı taşın kırılmış parçasını yerleştirdi. Sonra bir kez daha baktı. Anlaşılmıyordu. İçinden “ İnşallah kimse bulmaz. Bulurlarsa yandım, bittim “ diye geçirdi.
Eve döndüğünde, annesini mutfakta buldu. Ocağın üzerine koyduğu tencereyi, dibi tutmasın diye karıştırmakla meşguldü. Su kaplarını yerine bıraktı ve,
“ Ana kolay gelsin. Niye kalktın ben yapacaktım “
“ olsun kızım. İyiyim ben. Kendimi iyi hissedince, yemeği ısıtayım dedim.”
Dedi ana şefkatiyle ve gözlerinin içine bakarak kızının.
Akşam olduğunda, yine aile bir araya toplanmış ve yemek yenilmeye başlanmıştı. Başka bir sosyal faaliyetin olmadığı köylerinde aileler komşularına ziyarete giderlerdi. Gençler ise günün yorgunluğu ve stresini atmak için kahvehanede vakit geçirirlerdi. Bir önceki akşam, annelerinin rahatsızlığı nedeniyle gidemedikleri için nu akşam gitmeyi düşündüler ve bu kez Abdullah söyledi bu isteklerini. Annelerinin durumu onları da sevindirmişti.
Şakalar yaparak çıktılar evden. Kahvehaneye gittiklerinde, gençler bir köşede, yaşlılar ayrı bir köşede oturuyordu her zamanki gibi. Gençlerin bulunduğu tarafa geçerek, boş olan bir masaya geçip oturdular. Arkadaşlarından bir iki tanesi onları görünce yanlarına geldi. Okey takımlarıyla düelloya başladılar. Kahkahalar ile birlikte çaylar ardı ardına tüketiliyordu. Tam o sırada yan masada oturan sevmedikleri ve ağaya yakınlığı az çok tahmin edilen Kürşat, yanında oturan arkadaşına sesini yükselterek ,
“ Fahri ! Biliyor musun bizim köyde artık Jandarma’ ya yakın insanlar var. Bir işin olursa onlara gidersin. Hemen hallederler işini “
“ Tabii ki giderim. Komşularımız değil mi ? Kollayacaklar tabii ki bizi “
Diyerek, sinir bozucu bir kahkaha attılar.
Abdullah, arkasını dönerek terslercesine bir bakış fırlattı. Sonra yine gülmeler aynı şekilde devam edince birden yerinden kalkmaya kalkınca, kardeşlerden bir tanesi ağabeyinin kolundan sıkıca tutarak onu engelledi. Sinirlenmişlerdi. Biraz daha oturduktan sonra kalktılar ve eve geldiler.
Eve geldiklerinde, ortada kimse görünmüyordu. Biraz daha oturduktan sonra onlar da yattılar. Ökkeş’ in aklına gelen, başına gelmeye başlamıştı.
O gece,Halil heyecan ve tedirginlikten epey bir döndü yatağının içinde. Ne yaptıysa olmadı. Sağa döndü, sola döndü, yüzü koyun yattı uyuyamamıştı. Ertesi gün izin günüydü ve alması gereken çok önemli bir cevap vardı. Düşüncesi bile onu heyecanlandırmaya yetiyor, kalp atışları hızlanıyordu aniden. Aşağıdan, onun dönmeleri sonucunda yatağın ses çıkarmasından rahatsız olan arkadaşı Mustafa seslendi.
“ Halil! Uyuyamadın mı. Hadi sen uyuyamadın da benim ne suçum var kardeşim. Aşk böyle bir şey olmalı işte.Uyutmuyor insanı demek ki ! “
“ Evet kardeşim. İnşallah sen de olursun da ben de seninle dalga geçerim. “
Diyerek kısık sesle bir kahkaha attı.
Mustafa ile bu kısacık konuşmasından sonra kendini zorlayarak uyumayı başardı.
Ertesi gün, Mustafa ile sivil kıyafetleriyle yürüyerek köye indiler. Köye girer girmez, bakışlar üzerlerine çevrilmişti. Herkes merakla onlara bakıyor, birbirlerine merakla kaş göz işareti yapıyordu yoldaki insanlar. Çeşmeye yaklaştıkları sırada, çeşme başında bir kadının su doldurduğunu fark ettiler ve biraz geride kalarak beklemeye başladılar. Kadının işi bittikten sonra, sözleştikleri gibi Mustafa su içme bahanesiyle çeşmeye yaklaştı. Halil ise etrafına şöyle bir baktıktan sonra çeşmenin arkasına geçti ve oradaki gizli yere baktı. Gözleri sevinçle parladı. El çabukluğuyla cebine koydu ve tekrar etrafına bakındı. Sonra da tekrar yürümeye başladılar geldikleri yere doğru. Biraz gittikten sonra Halil içindeki merakına yenilmek zorunda kaldı. Issız bir yere geldiklerinde, Mustafa ‘ ya
“ Mustafa meraktan çatlıyorum. Akşamı bekleyemeyeceğim. Biraz bekle de şurada oturup ta mektubu bir okuyayım. “
“ Tamam âşık. Hadi oku bari. Ben ileride bekliyorum “
Dedikten sonra ileriye doğru yürüdü ve orada beklemeye başladı.
Önce heyecanla kâğıdın katını açtı. Sonra başlığını gördü ve okumaya başladı.
“ Halil! O gün notunu okumaya başladığımda kalbim duracak gibiydi. Kendimi bulutların üzerinde gezinirken buldum. Belki bu sözlerimden ve açık sözlülüğümden beni farklı değerlendirebilirsin. Ama umursamıyorum. Ben bugüne kadar kimseyle mektuplaşmadım. İlk sana yazıyorum mektubu. Benim adım Gülistan. On sekiz yaşındayım. İlkokul mezunuyum. Çok istemiştim okumayı ama olmadı. Okuma fırsatı verilmedi. Rüyalarında gördüğün kişinin ben olduğumu söylüyordun mektubunda. Ben de seni ilk gördüğümde çok yakın hissettim. Bir el çekti kendine beni sanki. Bunun adı aşk mıdır bilmiyorum hiç yaşamadım çünkü. Ben ve sen ayrı dünyaların insanlarıyız ama kader diyelim gitsin. “
DEVAM EDECEK !