DECCAL SİON LOD’A İNDİ
Tarihçi Hammer’in kayıtları itibariyle Kanuni, nam-ı diğer Muhteşem Süleyman ecdat diyor ki;
“Ey Fransa Kralı Fransuva!
Sefir-i Kebirimden aldığım mazhara göre malûmatım oldu ki, memleketinde dans namında ala-mele innas fuhşiyyat ve lubiyat yapıyormuşsun. İş bu name-i humayunumun eline vusûlünden itibaren bu mel’anet ve rezalete son vermediğin takdirde ordu-yu humayunumla gelip seni kahretmeye muktedir olurum.!”
Kime? Fermanname başı Kral Fransuva’ya..
Peki, Kral Hazretleri ne yapıyor? Derhal Fransa’da dansı yasaklıyor ve korkunun alâmeti bu dansın yasağı da 100 yıl sürüyor..
Devlet olmak, özellikle de imparatorluk seviyesini kazanmak kolay işlerden değil..
Bu zoru beceremeyenler; zaman zaman, Kanuni’nin dansı yasaklatmasının, Fatih’in Bizans’ı almasının, yahut da Yavuz’un Çaldıran’da Tevhid Mehteri’ni çaldırmasının ardına sığınıyor ve ecdadın maharetinden kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar.
Elbette her milletin kendi değerlerini temsil ve muhafaza adına geçmişini tekrarlama ve öteki âlemlere yansıtma görevi var, amma bunun ardına sığınıp basiretsizliğe düşmeyi, asla mazide kalan asalet kurtaramıyor.
Şerif Hüseyin.. Şu meşhur Ürdün Kralı; önce Lawrence’in oyununa gelen, ardından, Suudi Arabistan Krallığı vaad edilerek, İngiliz Harbiye Nazırı Kitchener tarafından ikinci oyuna getirilip, Osmanlı’yı arkadan vurdurarak büyük bir kalleşliğe alet edilen Şerif Hüseyin.. yakalandığı hastalık sonrası yataklara düştüğü günlerden bir gün, dışarıda Osmanlı’dan kalma bir marş çalmaya başladığında, penceresini kapatmaya çalışan oğlu Abdullah’a; "Aç oğlum camı, aç ki bana eskileri hatırlatan bu musiki ile yaptıklarımı bir kez daha hatırlayayım da bu duyduğum acı belki günahlarımın hafiflemesine vesile olur" diyen nadim adam..
O gün zannediyordu ki; “yaptığım ihanetin bedelini ben ödüyorum. Bu bedel benim.. Ve bu çektiğim ızdırab, bedelimin en cüz’i bir parçası..”
Şerif Hüseyin, arkasında büyük bir ihanetle birlikte, vaad edilen Suudi Arabistan Krallığı bir yana, mahzun bir İngiliz Mandası Ürdün bırakarak çekip gitti. Yerine adeta bir Siyonist Devlet olan İsrail getirildi. Bunlar yetmedi, Musul ve Kerkük bir asır sonra İngiliz emrinden alınıp ABD emperyalizm’inin emrine ve eline geçti. Yani; babası Yavuz Sultan Selim’den sonra oğlu Kanuni’nin gerçekleştirdiği Irakeyn Seferi’yle adalete ve huzura kavuşan bölge, Osmanî boşluğa düşünce nice entrikalar ve nice vahşetleri yaşadı. Bugün Şam da, bu ihanetin bir parçası olarak, İsrail korkusu üstünde taşımakta. İran, ABD’nin hizaya getiremediği ve yutamadığı bir ülke olsa da, Siyonist İsrail’i ona bilemekte..
Bunların bedeli de, Kudüs’te bir suikastte can veren Şerif Hüseyin oğlu Abdullah olabilir mi?
Bosna Hersek’teki Osmanî boşluğun bir benzeri Afganistan’da tezahür etmedi mi? İngilizler’in Kıbrıs’ta bıraktıkları Enosis enkazı, İtalyanlar’ın ta Fizan’daki Ömer Muhtarı ipe çekişleri ve Fransızlar’ın on bin köyünü yaktıkları Cezayir.. Bir türlü zulümden başını kaldıramayan Sudan’ı, Keşmir’i, Mora’sı.. Kimlerin eseri.?
Babasının ihanetinden suikastine sebebler aranan Oğul Abdullah’ın oğlu Tallal’ın da akli dengesini kaybederek İstanbul’da akıl hastanesinin ağaçlarına tırmanırken ölmesi, ısrarla birinden ötekine sirayet eden ihanetten sayılsa ne değişir?
Şimdi, acılarının tarifi imkânsız, yeni bir mahzun Filistin yaratan (!) Osmanlı’sız âlem, dese ki; “İsrail’in Diaspora’dan gelip Sion Dağı remizli bir Yahudi Yerleşim Merkezi’nde, her türlü tekniğiyle astığı astık, kestiği kestik bir devlet yapısına kavuşmasının bedelini de kanser ızdırabıyla ölen, hain Şerif Hüseyin’in torunu, Abdullah oğlu Tallal’ın mahdumu 3. kuşaktan Hüseyin ödemişti zaten.
Şerif Hüseyin; bugün adalet ve kanun koyucu bir büyük devletin boşluğunu yaşayan dünya’da, sadece bir parmak baldan süzülen zehirdi.. Âlemin tadını zehirleyenler fırsatını; Osmanlı boşluğu bahanelerinin berisinde, uyuz ve sümsük bir İSLÂM birliksizliğinden, HAÇ’ın karşısına dikilecek bir teşekkül çıkaramayışından, korkak Araplar’a cesaret aşılanamayışından ve İsrail’e sözü dışında dersini verecek bir yaptırım gücünü kullanamayışından kazanmaktalar.. Bu sebeblerle de hep Müslüman kanı akıtılmakta..
Şu millete bir bakar mısınız? Yani; milletten olmayan millete.. Eğer onların ecdadı (ise) Kanuni, Fransuva’ya dansı yasaklatmışken, Eurovision’a gidecek “Göbekli, Düm Tek Tekli” şarkılarla -fuhşuyat demeyelim amma- “ala-mene innas lubiyat”ı ihdas edenler kimler?
Eğer ki, ecdadı (ise) Fatih, kuru bir topraktan ziyade, İla-yı Kelimetullah adına Trabzon Pontus Rum Seferi’ne çıkmışken, burnunun dibinde adeta soykırıma maruz kalan Filistin’e, Fatih’ce bir ferman verememek neyse de, Soykırımcı İsrail karşısında Filistin’i koruma mücadelesi veren HAMAS’a örgüt diye saldıran Batı mukallidi dalkavuk ve yalaka köşe yazarları kimin nesi?
Atın bunları, kendi vicdanlarının kapkara dehlizlerine.. Ama, onca zulme ve kıyıma rağmen, sağır ve körlerin rolünü oynayan Dünya; Lod Kapısı’ndan zuhur etti edecek bir Deccal’in, Filistin’de azı dişlerini batıra batıra Müslüman’ın kanını emdiğini niçin görmemekte ısrarlı.? Sur’un üflenme vakti midir bu vakit acaba? Bu vakit, Filistin’e düşen bu ateşin; Güneş’in bir mızrak boyu indiği ve zalim-masum, efendi-köle demeden herkesi yakacağı, bir Mahşerî hazırlıktan olduğunu, uyuşuk insanlığa haberdar etmeye durduğu bir başlangıç mıdır?
Nedir de, aynı dünyanın Haçlı Batısı, Siyonist zulmüne bahaneler üreterek, haklılığını savunmakta.. Nedir de, İslâm ülkeleri, Akbaba’ların korkusuyla başlarını kabuğuna çeken Kaplumbağa’lara döndüler? Nedir de, Türkiye, İran ve Suriye gibi birkaç basiretli ülke dışında, iki yüzlü Avrupa’ya tesir edecek öteki İslâm ülkeleri sesini çıkaramaz hâldeler?
Nedir de bunlar, tıpkı, en kanlı vahşetiyle Süleyman Mabed’inde on binleri kılıçtan geçirip çizme boyu kanda zulmün keyfini yaşayanlar gibi, Antilye’de insan eti yiyen Kral Tafur’un askerlerine taş çıkartanları seyretmekten utanmazlar?
Enkaz-menkaz, ama o Osmanlı’nın torunları Türkler kadar bu vahşete yanan, duaya duran ve acılarını yüreklerine saran bir millet daha nedendir de, “ahali-i humayunuyla kalkıp onları kahır eylemeye muktedir” olamaz?
Ürdün’ü, Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, Kuveyt’i, hülasa uyuyan, pısırık, ama İsrail Arz-ı Mevud’unu çemberlemekle mükellef devletler, anlaşıldı ki, bugünkü manzaraya seyirci kalmakla kendi kuyularını kazmaya kalkışmaktalar..
Resulullah; “Komşusu açken tok yatan bizden değil” buyurmuştu. Ya komşusu kırılırken ve soyu kurutulmaya çalışılırken rahat yatan Kral, Şeyh, Emir ve Ümeralar neci, kimden.? Yazıklar olsun bunlara.. Kahrolası Siyon’lar kadar..
Lawrence çıktıkları koltuğun arka bacağını Filistin’e ayırabilselerdi, İsrail vallahi bu zulümle âbad olmaya çalışamazdı.. Amma olmaya çalışıyor işte..
YORUMLAR
Devletlerin adı Müslüman devleti.Aralarına çoktan nifak karışmış.Büyük mücahit Yaser Arafat'ın eşi bir Fransızdı.Nasıl içlerine sızdı?Kim tarafından yolculandı.Diğer ülkelerde de aynı hal söz konusu.Hareme sızınca bu kafirler kaleyi içten fetheylemişlerdir.İşte arada yaşanılan ikilemler ve başarısızlıkların en büyük nedenlerinden biri.Yazı muhteşem.Kaleminiz hiç susmasın üstadım .Saygılar.
ne desek az kalır. O kadar haklısınız ki...İsrail o coğrafyada islam devletleri ile kuşatılmış bir ülke. Ama zulmüne kimse dur diyemiyor.Lanet olsun başını kuma gömen Müslüman devletlerine.Zulme seyirci kalanlara...
Yazınız son derece kıymetliydi...
+++10+++ HAK ETTİNİZ
SAYGILARIMLA