YAZISIZ MEKTUP-2-
Hafta içi birer gün arayla okula postacı gelir, adres olarak okul yazılı postaları bırakır gider. Bir çay içecek zamanı hiç olmamıştır. Belki de acil bir postası olan olur düşüncesiyle bir an önce emanetleri yerine ulaştırmak ister. Her ne kadar yaptığı işin karşılığını alsa da minnet duygum hep olmuştur.
Bana ait bir mektubun postacıdan sonra ilk olarak kendi ellerimde olmasını isterim. Bir başkasına verildiğinde unutabilir, zamanında okunmadığı için de bir anlamı kalmaz düşüncesiyle adres olarak iş yerimin adını vermek alışkanlığım olmuştur.
Cep telefononun, internet sesli mesaj servislerinin olmadığı yıllarda mektuplar yazılırdı. Okuma yazma bilmeyenlerin bol olduğu yerlerde mektup yazan çok değerliydi.
Bazen bir sayfa yazmak bir gece sürebilirdi. Yazdıran ne yazdırdığını bilmek ister, “hele bir oku” diyerek okutur, beğenmediği yerleri karalatırdı. Yazdığım mektuplarda karalanmış kelime ya da tümceler olmaması için önce kurşun kalemle yazar sonra tükenmezle temiz bir kağıda aktarırdım. Bu da okuyanın ve yazdıranın çok hoşuna giderdi. Çoğu zaman geç vakitlere kadar top oynamaktan yorgun argın eve geldiğimde elinde kağıt ve zarf bekleyen birileri olurdu. Tercih edilmek hoşuma gidiyor olsa da uykusuz kalma korkusu moralimi bozardı. İstemeye istemeye yazmaya başlardım. Fakat birilerinin söylediği şeyi olduğu gibi yazmanın okuyucu tarafından nasıl anlaşılabileceği endişesiyle hareket eder, genellikle seçtiğim kelimeler söyleyenin içinde bulunduğu durumu en iyi şekilde ifade edebilecek cinsten olur ve bu da olayı bizzat yaşamama neden olduğundan zevk almaya başlardım.
Kimi hasret ateşiyle yanar ağlardı. Birkaç damla gözyaşını da mektuba damlatmak isterdi. Damlattırmazdım. Bu yaşları gören ağlamasın isterdim. Kimi de öfkelenir bildiği ne kadar küfür varsa sıralar ve aynen yazmamı isterdi. Yazmazdım. Ne dilimi ne kalemi ne de bu kağıdı kirletemem derdim. Haklısın deyip vazgeçerlerdi sövgülerinden. Kimi de birkaç kez yazdırmış olmanın verdiği rahatlıkla “ne yazdıracağımı biliyorsun, sevmediğin şeyleri de yazmıyorsun zaten. Benim için bir mektup yazda ver” deyip giderdi.
O yıllarda mektup, hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı.
Mektup yaşamdı. Gerçekti. Dostları, akrabaları, sevdalıları birbirine bağlayan çelik halatlardan biri, belki de en önemlisiydi. Bir çok mektup, başlı başına şiirdi, romandı, öyküydü, filmdi, edebiyattı, sanattı. Şimdilerde yazılmaz oldular…
…
İkinci teneffüs saatinde, okulun bahçe kapısına doğru gezinirken, sarı motoruyla gelen postacı, postaları elime tutuşturup, geri dönüp gitmişti. Genellikle kredi kartlarına ait banka bilgilerinin yer aldığı zarflardı. Bir tanesi benim adıma gönderilmişti. Gönderen belli değildi.
Zarfı özenle açtım, içinden çizgisiz bembeyaz bir kağıdı çıkardım. Katlarını açıp arka yüzüne baktım ama, hiçbir yazı yoktu. Zarf üzerindeki gönderildiği posta şubesinin hangi şehre ait olduğuna baktığımda ise çok sevdiğim bir dostumun yaşadığı yer olduğunu gördüm.
Dostum bana bir mektup göndermişti. Görünürde de yazı yoktu. Bu mektup nasıl okunurdu? Şimdiye kadar çok mektup yazmıştım ve okumuştum. Yazısı olmayan bir mektubu okumayı öğrenmemiştim. Keşke öğrenseydim.
Gece uykularım kaçar oldular. Birkaç gün boyunca soru işaretleri zihnimde yılan gibi kıvrılıp beynimi sokuyorlardı adeta.
Mektup yazdığım yıllara döndüm. Sevdiğinden haber gelmeyen yaşlı nineme kendi yazdığım mektuplar olurdu. Beklediği mektup gelmiş gibi götürür okurdum. Sevinirdi. Mektuba birkaç gelişi güzel cümle yazar ama okurken doğaçlama yapar uzattıkça uzatırdım. Defalarca boynuna sarılır, ellerinden öper çok özlediğimi okurdum sevdiği kişi adına. Mutluluktan tüm dertlerini unutur “berhüdar ol evladım” der, zarfı katlayıp göğsüne sokuşturur giderdi.
Doğaçlama mı yapacaktım şimdi.?
Sahile dalgalarıma yöneldim sonra. Onlar beni anlardı. Onlar bana aslında yazısız mektup değil sözsüz ve sessiz okumayı da konuşmayı da öğretmemişler miydi?
Mektubu açtım. Dalgalar arka yüzünü okudu ben dinledim. Ön yüzünü okudum onlar dinledi. Meğer dost, neler yazmış bu mektupta. “Yüreğim o kadar dolu ki, yazmaya kalksam ömür yetmez, kitap olur ama mektup olmaz. “ diyordu ilk satırlar.
Devam etsin mi?
Yoksa diğer satırlar size özel mi kalsın?
msg