İSYAN MI ÖZVERİMİ ?
İSYAN MI ÖZVERİ Mİ?
Birkaç hafta önceydi, bütün yorumcularımın aynı kıymette olduğu gibi, saygıdeğer bir blogcu arkadaşım “isyan mı özveri mi” adı altında bir yorum yapmıştı, şimdi yeri gelmişken gerçek bir insan öyküsünü ben anlatayım, ne olduğuna siz karar verin.
Başlangıcı 12 yıl öncesine dayanır bu öyküde geçen olaylar ve bana göre kahramanlarının direnişi.
Kahramanlarımız iki insan (adam gibi adamlar yani) erkek ya da bayan olarak ayırım yapmayacağım çünkü birinin diğerinden hiçbir üstünlüğü olmadığına inanırım vücuda getiren Yüce Allah olduğu için.
Kahramanlarımızdan birisi doktora gitmeyi hiç sevmez, hatta deyim yerindeyse doktordan korkar. Gel gör ki korkunun ecele faydası yoktur ve Çapa Tıp Fakültesindeki 3 aylık misafirlikten (buna kobaylık da denilebilir) sonra Konstrüktif Perikardit olduğu anlaşılır ve 25 Mart 1995 yılında Perikardı alınır. Ancak bu sürede siroz olmuştur. Daha sonraki yıllarda Karaciğerin her gün biraz daha yıpranması sebebiyle TİP II Diabetus Mellitus da gelişmiş ve hastamızın hayatı artık Allahın işine karışılmaz ama Pamuk ipliğine bağlanmıştır. Bir bu olsa iyi tüm bu vücut defektleri artık sırayla çoğalmaktadır, Özefagus Varisi de büyümüş ve kanama halinde hastanın (EX) olma ihtimali çok yüksektir.
Allahın da takdiriyle direnmektedir her ikisi de ancak burada bütün görev sağlam olan insana düşer, çocukları da küçüktür, ancak ortaokul döneminde.
Bu meyanda midesinde de Pan Gastrit gelişmiş ve hastanın beslenmesi bir bebeğinki ile aynı duruma gelmiştir.
Artık neredeyse haftanın 3 günü Acil Servistedir her iki kahramanımız, biri hasta diğeri yakını. Acil servise ziyaret sebebi bazen Gastroensefalopatidir, bazen hiperglisemi. Artık hastane önündeki taksicilerde müdahil olmuşlardır hadiseye herkes tanıdık olmuştur. Telefon edildiğinde adres bile sorulmaz olmuştur, aşinadır durak yöneticisi arayanın ses tonuna.
Bir tek bu hasta değildir kahramanımızın işi evde birde yaşlı aile büyüğü vardır, onunla da ilgilenmesi gerekir, Hastamız ve yaşlımız bakıcılarını zaman zaman birbirlerinden kıskanırlar, biri çay sıcak derken diğeri soğuk olduğunu iddia eder, birisi yemeğin tuzlu olduğunu söyler diğeri tuzsuz, bakıcı aynı zamanda memurdur ve ailesine olduğu kadar Devlete karşı da görev ve sorumlulukları vardır.
-İş ve İş sahiplerine karşı görev ve sorumlulukları
-Çocuklarına karşı görev ve sorumlulukları
-Eşine karşı sorumlulukları (hastaya karşı)
-Ve aile büyükleri olan annesine karşı sorumlulukları,
Kendisini unutmuş ve tarihten silmiştir, sadece onların isteklerini yerine getirmek için çırpınmaktadır, öyle anlar yaşarlar ki, elini yüzünü yıkamak bile bir lüks haline gelir onun için.
Ama neden diye hiç sormaz, Allah O’na öyle bir tahammül ve İnsan sevgisi vermiştir ki değil sormak bu sorular aklından bile geçmez.
Oysa çoğu zaman ayakkabılarını bile yolda giderken bağlamak zorunda kalmıştır, işe geç kalmamak ve onları mutlu edebilmek için, çoğu zaman mantosunun tek kolunu asansörde diğer kolunu otobüs durağında beklerken giymiştir. Evle iş arasında mekik dokumuştur yıllarca, ama hiç şikayet etmemiştir. Hep sevmiştir hastasını, artık o bir sabi’dir bir bebektir onu tedavi edecek ilaç sadece sevgidir çok sevgi. Bu yüzden Sevgi kelimesini pelesenk etmiştir kahramanımız dilinde. Nerede duysa görse bu kelimeyi hiç düşünmeden gitmiştir üstüne. Bu ne özveri ne de isyandır, SADECE SEVGİDİR; İNSAN SEVGİSİDİR; insanı sevmek için ona sevgi vermek için illaki kan bağının olması gerekmiyor diye düşünüyor kahramanımız. Yeter ki İNSAN olsun. Yeter ki sevilen kişi sevgiyi bir şeylerle karıştırmasın.
Biz sevgiyi mezarlıklardan geçerken öğrendik, biz sevgiyi Acil servislerde şeker komasına giren ve şuursuzca annesini sayıklayan 70 yaşındaki mehmet emminin feryatlarını dindirmeye çalışırken öğrendik, biz insanı sevmeyi belediye otobüslerinde ayakta durmakta zorlanan yaşlı ve hamileye yerimizi verirken gözlerindeki minnet duygusunu gördüğümüzde öğrendik, çünkü biz insanı sevdik kategorize etmeden, mevkisine makamına bakmadan, Prostat rahatsızlığı nedeniyle durmadan altını ıslatan ama hayata tutunmak için ille de kendi işini kendi yapmış olmak için markete alışverişe giden 80 yaşındaki adı insan olan ve tanışıklığımız sadece aynı caddede yürümekten başka bir şey olmayan, marketten aldığı bir somunu taşıyabilecek güce bile sahip değilken hayata tutunmaya çalışan yaşlı adamdan öğrendik insanları sevmeyi, hatta biz insanı sevmeyi kapımızda besleme fırsatı bulduğumuz itin elimizi yüzümüzü yalamasından öğrendik. Yeter ki ADAM GİBİ ADAM olsun, sevmeyi ve sevgiyi yozlaşmış bir söylemle karıştırmasın. Ve sonuç; annemizi kaybettik ama diğer hastamız hala hayatta ve biz onu çok seviyoruz. O da bu sevgimize karşılık bizi bırakmıyor. Allahın da izniyle.
Bu öykü 17.08.2007 kaleme alınmıştı.
9 Mart 2008, saat 18,30 da bitti...
YORUMLAR
Kendisini unutmuş ve tarihten silmiştir, sadece onların isteklerini yerine getirmek için çırpınmaktadır.." YAZIDA KENDİMDEN ORTAK NOKTA ÇOK BULDUM VE ÇOK ETKİLENDİM..ÇÜNKÜ 2007 ŞUBATINDA BABAMI KAYBEDENE KADAR BU KADAR YOĞN DEĞİL BELKİ AMA KISMENDE OLSA YAŞADIĞIM İÇİN SİZİ YADA YAZININ KAHRAMANINI ÇOK İYİ ANLADIĞIM SANIYORUM..ALLAH GERİDE KALANA ŞİFA VE SİZLERE HAYIRLI ÖMÜRLER VERSİN..Eğer zamaninz olurda sayfama uğrarsanız "ARTIK SENİ ANLAMAK ÇOK GEÇ (babacığım) ŞİİRİMDE SERÜVENİMİN İZLERİNE SAHİT OLACAKSINIZ.
KNİSK tarafından 7/23/2009 1:33:55 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bazen sokakta yürürken insanların mutlu mu,mutsuz mu diye düşünürüm...Ülkemiz insanını genellikle gülmeyi unutmuştur unutmuşuz....
Yakup Kadri bir romanında İç Anadoluda bir köy düğnünü anlatır...
Oynayan, halay çeken insanların yüzünde ufak bir gülümsemenin olmadığını analatır..İşte biz böyleyiz..acılar,sorunlar bize gülmeyi unutturmuştur....
Anlatılan yaşam öyküsü acı.Bir isyandan çok bir sevgi,özveri,insani duygular olarak algılanır...Bunu yaşadın,üzerine düşeni yapma huzuru sana mutlulk versede gülmeyi unutturduğu kanısındayım....
Keşke bu durumlarda kişi yalnız bırakılmasa diyorum...
Acılar paylaştıkça azalır....Ne mutlu paylaşanlara.......
Etkilenmemek mümkün değil..
Saygılar dost