- 984 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Utanmayı Öğrenemedik Gitti
“Kuyruğu dik tutmak” bir deyimdir ve en büyük hastalığımızdır.
Yapılana kulp takmak da öyle
Biz; “hata yapmaz, yaptığından pişman olmaz” bir milletin ahfadıyız.
“Ben hata yapmam, yaptığımdan da pişmanlık duymam” efelenmesini meziyet sayarız.
Hâlbuki “hatasız, bir Mevla’dır”.
Siyaset; bir toplumun; refahı, mutluluğu, geleceğinin aydınlık olması, mensubu bulunduğu milleti diğer milletlerin önüne çıkarabilmek, onu muhannete muhtaç ettirmemek, insanlar arasında hak ve adaleti tesis etmek için tedbirler almak, refahı sağlamak için kendi yaşantısından bile tavizler vermek için yapılır, yapılmalıdır.
Maalesef ülkemizde siyaset, aklımın dünyaya erdiği 40 yıldır diğer gelişmiş ülkelere nazaran farklı bir anlayışla yapılmaktadır.
Milletin mecburen katlandığı darbelere rağmen, hiçbir dönemde, siyasiler bu olaylardan ders çıkarmadan, bildiklerini okumaya devam etmektedirler. Her dönem, bir önceki döneme göre daha ağırbaşlı, daha ayakları yere basan, daha milletin gözünde büyüyen siyasiler ararken, maalesef değişen bir tavır görememekteyiz.
“Kardeşim fazla önemsiyorsun bu işleri. Bu politika arenasıdır. Muhalefet, muhalefet etme görevini yapıyor, hükümet de hükümet etme görevini yapıyor. Muhalefetin sözleri; hükümeti daha hızlı ve doğru çalıştırmaya yöneliktir. Hükümetin sözleri de muhalefeti ateşlemeye yöneliktir” diyemezsiniz. Hakaretle siyaset yapamazsınız. Siyaset de olsa unsurları insandır. Bu nedenle ahlaki değerlerin dışında hareket edemezsiniz.
Çocuklarımıza, gençlerimize Atatürk’ü, Cumhuriyeti öğretirken, kendiniz 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde Anıtkabir’de, ya da tören alanlarında kan davası giden aşiret reisleri gibi birbirinize nefret ile bakamazsınız ya da başınızı başka yerlere çeviremezsiniz. Millet her şeyin farkındadır. Sizi oraya seçen millete saygıda kusur edemezsiniz. Çocuklarımıza öğrettiklerinizin hilafına hareket ederek; saygıya, sevgiye, vatan ve millet sevgisine, birlik ve beraberliğimize ters düşecek eylem ve söylemlerde bulunamazsınız. Bulunursanız da milletten kendinize saygı ve sevgi bekleyemezsiniz.
Sizler, yapılan icraatları az bulup, “kendinizin iktidarı devrinde daha güzel şeyler yapacağınızı, milletin refahını daha üst seviyelere çıkarma yarışı içinde bulunabileceğiniz” anlatmalısınız millete…. İktidara gelememenizin ya da oylarınızın azalmasının nedenlerini araştırmalısınız. İktidar olamıyorsanız da iktidardan düşüyorsanız da suçu kendinizde aramalısınız. Milleti suçlayarak, milleti hor görerek varacağınız en son nokta bulunduğunuz noktadır. Güvenilir kurumlar arasında neden en son sıralarda bulunduğunuzun hesabını da kendiniz yapmalısınız. Bu durumu düzeltici davranışlar sergilemeli, tedbirler almalısınız.
“Türkiye, okuma yazma oranı sıralamasında Avrupa Ülkelerinin neden gerisindedir?”
“Türk milletinin kişi başına düşen milli geliri neden hala 10 bin dolar seviyelerindedir? Bunun en az 30 bin dolar olması gerekirdi” şeklindeki meseleleri konuşacağınız yerde bütün mevzuu “vatana ihanet” veya “dinsizlik, imansızlık” konuları üzerinden götürmeye çalışmanız, muhalefetiyle, iktidarıyla bir acizliğin ifadesi değil midir?
Kürsüye çıkan bir politikacıyı izlerken ürperti duyuyorum. Sıradan bir meseleyi bile vatan millet nutkuna çevirip, kaşlarını çatarak, işaret parmağını da ileriye doğru uzatıp milletin gözüne sokacakmışçasına hareketler yaparak, zaman zaman da parmaklarını yumruk yapıp kürsüye vurarak konuşmaları milleti tedirgin ediyor.
Sanırsınız ki sınır komşularımızdan birisi rap rap sesleriyle birlikte ülke topraklarımıza girmiş de eli silah tutan herkesi cepheye çağırır gibi konuşuyorlar. Kendilerinden başka kimseyi memleketin sahibi olarak görmüyorlar. Kaldı ki sınırlarımızdan içeriye girmeye teşebbüs hareketi bile milletimizi bir yumak haline getirmeye yettiğini sizler çok iyi biliyor olmalısınız. O halde “vatan ve millet”, “din ve iman” konuları üzerinden bir birinizi suçlamanızın kendinize nefretle bakılmasını sağlamaktan öte bir anlam taşımadığını bilmeniz gerekmektedir.
Konuşmacının yaşına bakıyorsunuz, konumuna bakıyorsunuz, kocaman bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Eğitimin her safhasında, yaşamımızın her merhalesinde bize öğretilenler geliyor aklımıza, sonra yapılanlara bakıyorsunuz, üzüntü duymamak imkânsız.
Bu Ülkede gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin ayak izleri vardır. Emekleri vardır. Bıraktıkları eserler vardır. “Filiz akçeye “ muhtaç olduğumuz günlerden, kişi başına milli gelirin 10 bin doların üzerinde seyrettiği günlere geldik. Sokaklarından bir tane bile motorlu aracın geçmediği yıllardan, her evde birkaç tane son model aracın bulunduğu günlere geldik. Bir evde üç tane, beş tane televizyonun kullanıldığı günlere geldik. Çoluğunda çocuğunda cep telefonlarının bulunduğu günlere geldik.
1927’de okuma yazma oranı % 11 iken, günümüzde bu oran % 93 civarlarındadır. Bunda her dönemde, muhalefet tarafından eleştirilen hükümetlerin değil de kimlerin katkısı vardır?
İnancım odur ki; kendinde, ülkeyi ileriye götürebilecek kapasite bulunmadığı hissedenler, sadece çamur atma politikalarıyla meseleyi götürmeye çalışıyorlar. Elbette bu da milletin gözünden kaçan bir olgu değildir. % 93 oranında okuma yazma bilen bir halkı 60 yıl öncesinin iletişim araçlarından mahrum halk ile bir tutmaya devam eden zihniyetin aslında ülkemize ne kadar zarar verdiklerini tahmin etmek zor değildir.
Milletin önüne konulan sandıktan kendi değil de rakibi çıkınca; “her şey sandık demek değildir. Sandıktan çıkana göre hareket etmek Türkiye’yi ateşe atmaktır” gibi demokrasi dışı sözler edenler, kendilerinin sandıktan çıktığı bölgelerde, halk iradesinden, demokrasiden bahsetmeleri, millete yapılan en büyük saygısızlık değil de nedir?
“Vatan hainleri” bu ülke için niçin çalışsınlar? Bu ülkenin çektiği ızdıraplarda sadece kendi gözyaşlarınızın aktığını mı sanıyorsunuz? Oturacağınız koltuğun yüzü suyu hürmetine, yaşayacağınız rahatlığın, atacağınız havanın hatırına önünüze geleni “vatana ihanetle”, “dinsiz imansız olmakla” suçlamaktan ar duymuyor musunuz?
Bu “vatana ihanet” söylemleri Ülkemiz insanlarının yabancı oldukları konular değildir.
Bakın 1959 yılında Nazım Hikmet de zamanın iktidarı için aynı argümanı kullanmış. Ama kimse bu ülkeyi satmaya, başkaları da almaya cesaret edememişler. Kısaca her iktidarın, muhalefet tarafından “vatana ihanet” ile suçlanması bir alışkanlık haline gelmiş. Bu sözlerin sıradan sözler olmadığını ne zaman öğreneceğiz, merak içindeyim. Şöyle diyor Nazım Hikmet:
BU VATANA NASIL KIYDINIZ?
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
Saçlarından tutup sürüklediler.
Götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
Vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı Çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
Günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Şimdi size soruyorum 50 yıl öncesindeki muhalefet anlayışı ile günümüz muhalefet anlayışı arasında bir fark var mı?
Geçtiğimiz Mart Ayında bir helikopter kazasında yaşamını yitiren ve herkesin gönlünde taht kurmuş olan Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, bu dünyadan göçüp gitmeden birkaç gün önce Karaman’daki bir konuşmasında bakın neler söylemişti… Bütün siyasilerin hatta siyasi olmayanların da kulağına küpe olması gereken sözlerdir bunlar.
“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da… Yani, ruh bir saniyeliktir. Püf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yok. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahrette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın?’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz.”
Yazımın başlığını tekrar okuyup, her şeyin yanında “bir de utanmayı öğrenmeliyiz” diyerek kendimizi sorgulamalıyız. Çünkü utanmak insani bir duygudur. Utanmak insanı büyültür. Utanmak yapacağımız yanlışlardan alıkoyar. Utanmak ona buna kara çalmaktan vazgeçirtir. Utanmak gözümüzde; ülke topraklarının değerini artırdığı gibi, ebedi uykuya dalacağımız toprağın altını da hatırlatır bize.
Şimdi başınız iki elinizin arasına alın da alacağınız birkaç oy için, oturacağınız koltuk için, ona buna söylediğiniz sözlerin bir muhasebesini yapın. Yapmazsanız da yapmayın.
Zorla da yaptıracak değiliz.
" Tüm İslam Alemi`nin kandili mübarek olsun"