- 1688 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MUHTEŞEM TOROSLARDA YİRMİ SEKİZ GÜN
İstanbuldan İzmire, ordan da Konya yolu ile Adanaya uzun bir yolculuk yaptım.Bir sene önce hayalimde Saimbeylini görmek vardı.”Niyetin nereye, menzilin oraya” demişler.Hele hele www.saimbeylim.com sitesinde ana sayfada bana gel-gel diyen kirazları yemeyi çok istemiştim.
Nihayet memleketim dediğim Saimbeyli’ye dört-beş saatlik yol kalmıştı. Buraya kadar Muzaffer abim türküler söyleyerek bana eşlik etmişti. Yol yoğunluğu değil sadece uykusuzluk var.
Bir ara yolu şaşırdığımızı da zannettik etrafta muhteşem dağlar ve kayalardan başka hiç ne görünmüyordu. Yolda Adana yazan tabela da göremeyince bu kadar yolu boşuna mı geldik diye az kala kızıyorduk, hocamın tarif ettiği Pozantı’yı görünce sevindik. Orda arabamızı durdurduk ve yakındaki yol üstü kahvede kahvaltı yaptık. Buradan Ahmet Kaytancıya telefon açtık evet o bizi Adana’ya girişte bekliyordu.
Güleç geçidinden geçtiğimde hayretten ağzım açık kaldı. Buraları ilk görüyorum ama Allahın kudretine bir daha şahit oluyorum. Ne kadar güzellikler yaratmış, ne kadar güzellik varsa hepsi burada bir arada toplanmış. Vallahi şanslısınız Adanalılar, Saimbeyliler. Yol kenarındaki rengârenk çiçekler, ağaçlar, bitkiler buranın zengin flora ve faunasından haber veriyor. Ben de ki doğa hayranı. Abime diyorum ki, ne olur arabanı burada durdur da ben bu çiçeklere yakından bakayım biraz toplayım hocama götüreyim. O da burada araba durdurmak yasak diyor. Üzülsem de başka çarem yok ki...
Kaytancı hocam bizi Adana’ya girişte bekliyordu. Abim onu tanımadığı için yanından ötecekdi ki ben hocamı gördüm. Arabanı yolun kenarına verdik ve durdurduk. İşte bu sahneni görmelisiniz. Ahmet Bey önce Muzaffer abiye, sonra bana sarıldı. Hoş geldiniz dedi. Evet, bu benim Kaytancıyla ikinci görüşüm idi. Yolda bizi sık-sık telefonla arayan hocam hemşerim ne yapıyorsun diye sorduğunda ben köyüme doğru geliyorum demiştim, o da gülmüşdü. Biz onun arabasını takip ediyoruz ve bizi ablasının evine götürüyor. Kapını eşi ve ablası açıyorlar. Bakın size kimi getirdim diyor, bizi takdim ediyor, Bir bardak çaydan sonra biz abimle Özgür Onarın çalıştığı Galereya’ ya gidiyoruz, karakız dediğim ve uzakdan tanıdığım Özgürü ilk bakışdan çok seviyorum. Mustafa Kuruldak kardeşimiz ve Koray Onur da oraya geliyorlar, radyoda yayına giriyoruz. Biraz muhabbetten sonra birlikte yemeğe gidiyoruz. İlk defa şöhretini duyduğum Adana kebabını burada yiyorum. Yalnız acısını sevmiyorum. Burada kısa keselim çünkü ben olup bitenleri anlatsam sohbetin de şekeri kaçar.
Ahmet Kaytancı’nın akrabasına gidiyoruz, Fazlı İlkkılıç ailesinde de beni sıgak karşılıyorlar sağ olsunlar. Hocam beni Yeni Metin gazetesine götürüyor. Gazetenin ekibiyle beni tanıştırıyor. Burada Şener Metini, Adnan Pampalı, İbrahim Şahbazı ve bir kaç kişini yakından tanıyorum. Türk insanının misafirperverliği her yerde aynıdır, Şener bey boş durmuyor bana sorular soruyor ve defterine not düşüyor, bir-kaç resim de çekiliyoruz. Uzun zamandır yazılarıma da ara vermişim yeni yazı yazacağıma söz veriyorum. Buradan da memnun ve mutlu ayrılıyoruz. Uzaklardan dostlar edinmek ne güzelmiş diye düşünüyorum.
Adananın ilçesi olan Kozanda arkadaşlarımız olan Mustafa Aydoğmuş’u ve Fadime Kökçünü ziyaret ettik bir arkadaş bana gül demeti bile hazırlamıştı. Kozanda da hocamın akrabalarına konuk olduk ve Kozandaki Otag tv-den Abdurahman Kütüğün sunduğu Tarihin içinden isimli programına davet aldık. Ben buraya gelende kendimle Azeri bayrağını getirmiştim. Geriye ise Türk bayrağı ile döneceğim.
Kafkaz Sıra dağlarından beni Toros dağlarına getiren taleyime minnettarım. Muhteşem dağların ardında mükemmel insanlar yaşayırmış sen deme. Dağ insanının Yiğit olduğunu biliyordum. Ve bir de iki dağ arasındaki yemyeşil Saimbeyli var ya, onun güzelliğini insanlarının cömertliğini anlatmağa ormanlar kalem olsa deryalar mürekkep yine de yetmez diyorum.
Yol bizi Saimbeyli’ye götürüyor. Yol kenarında biten kır çiçeklerinin sarı, pembe, kırmızı, mor rengleri ressamın tablosunu hatırlatıyor. Bir sarıçiçek ilgimi çekiyor, bu çiçeye bizim ellerde bülbül gülü derler ve o gül bizim Karabağ topraklarında biter. Sanki bülbül gülün yüzerıne konmuş gibi bir şekli bir de güzel kokusu var. Onun yanında resim çekiliyorum. Çok virajlı yollarla Saimbeyli’ye doğru gidiyoruz. Bu yol aynen Baküden Şekiye götüren Agsu virajlarına benziyor. Kozan su barajının yanında da duruyor doğayı seyr ediyoruz. Yine hatıra resimler çekiliyoruz. Irmak kenarıyla devam eden yol nihayet bizi Saimbeyli’ye kavuşdurur. Hocam ilçeye girer-girmez bana gösteriyor. Bak bura Orman İşletme Müdürlüğü. Bura Saimbeyli Öğretmen Evi, burası Pazaryeri burası da benim evim. Bir evin karşısında duruyoruz Eve dâhil olmamışdan bir-kaç Saimbeyli ile tanışdırıyor hocam. Valizimi götürerek eve giriyoruz. Ve ben bu evde ne az ne çok on beş gün misafir oldum.
Çok eve konuk oldum, Hocamın kiraz bahçesinde hayal ettiğim kirazları dallarından kendi ellerimle koparıp yedim. Obruğa gittim. Onun karpız çatlatan soğukluğuna hayran kaldım. Mamırlı taşlarıyla ta yukarılara tırmandım. Hem de dostlarla birlikte. Kalesekize gittim. Eski kaledeki Türk bayrağını gördüm. Kale duvarlarına yaslanarak resim de çekildim.
Bir de Kiraz ninenin sütlü kahvesini, Halime’nin pilavını çok beğendim. Kendim de üç Azeri yemeyi yaptım. Hocamın okulunda çocuklarla ipden atladım. Salıncakda, tahtaravellide sallandım, Yaşayamadığım çocukluğumu burda yaşadım. Nefis yemekleri yiyerek kilo aldığımın da farkındaydım. Dağ havası, pınar suyu ve bir de sofralarda bol-bol yiyecekler olunca böyle olmam normaldı.
Saimbeyli’ye Gençlik festifali için gelmiştim. Saimbeyli kaymakamı Sayın Musa Sarını iki kez ziyaret ettik. Kendisine gösterdiği ilgiden dolayı çok teşekkür ediyorum.
Adana’ya dönüşte hocamla "Yeni Metin "gazetesinin Sürmeli otelinde düzenlediği beşinci yıldönümüne katıldım. Güzel bir akşam çekirdik. Oradan da İstanbul’a uçtum. Dört gün İstanbul’da kaldık dan sonra Azerbaycan’a döndüm. Türkiye’de dop-dolu bir ay yaşadım. Unutulması mümkün olmayan bu 28 günü şimdi aileme anlata anlata bitiremiyorum. Marmara denizi, Ege denizi sahillerini, Adana’nın sıcak insanlarını, Kozan’ı, İmamoğlu’nu, Feke’ni, Saimbeyli’ni, Obruk şelalesini ve sevgili gönül dostları sizi unutmak mümkün mü? Asla...
Bana gösterdiği misafirperverliği için Zafer Akıncı ailesine, Hava ve Ergün Köseoğlu ailesine, Fazlı İlkkılıç ailesine, Arif Ocakçı Ocakbey ailesine, Ahmet Kaytancı ailesine ve akrabalarına çok teşekkür ediyorum. Ve sizleri de Azerbaycan’ıma bekliyorum. İnanın bana eğer bir gün sizlerin de yolu Odlar Yurdu Azerbaycan’a düşerse aynı sıgaklıkla karşılanacak ve vatanımı seveceksiniz. İstanbul’dan Baküye uçan uçakla iki saat otuz dk. Sonra Azerbaycan’dasınız. Ha bir de unutmadan bunu da deyim: eğer beledçi kız birazdan uçağımız Bakü Haydar Aliyev adına havaalanına düşecektir deyerse sakın korkmayın, telaş etmeyin çünkü Azerice düşmek, Türkçe inmek demektirJ).