- 775 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İzmir Bursa Arası (Küçük bir roman. Bölüm 2)
II
Çayımı yudumlarken, doktorlarla başımdan geçen ilginç olaylar geldi aklıma. İçimden talihime gülüyordum. Ne maceralar yaşamıştım doktorlarla ilgili olarak. Dediğim gibi bende bir iletişim problemi var doktorlarla iletişimimde kesin. Başka izah bulamıyorum.
Diyarbakır’da on yıl çalıştım öğretmen ve idareci olarak. Ticaret Lisesi’nde iken okulda futbol takımı kurmuştuk. Rahmetli koruma derneği başkanı Ramazan Karagöz, oğlu Yaşar aynı zamanda öğrencimdi, çok efendi, babası gibi dürüst ve saygılı bir çocuktu. Aklıma babası ile ilgili soruşturma geldi yazmazsam olmaz.
Okullar, kayıt dönemlerinde velilerden bağış adı altında maddi destek almazlarsa elleri kolları bağlanır. Çünkü bakanlık gönderdiği parayı şuraya harcayacaksın diyerek gönderir. Onun dışındaki yerlere harcayamazsınız. Bu sebeple biz de kayıtlarda velileri ikna ederek bağış alıyoruz. Bu işle de okul aile ya da koruma birliği başkanı olan Ramazan Karagöz ilgileniyor. Allah rahmet etsin, mekanını Cennet etsin çok güzel de çiğ köfte yapardı ve beni de severdi. Neyse velilerden birini öğretmenlerden biri dolduruşa getirerek şikayet etmiş. İlden müfettiş gelmişti. Beni de müdür yardımcısı olarak çağırmışlardı. Müfettişin ilk sorusu: “ Ramazan Karagöz nasıl biridir, dürüst müdür?” Ramazan Bey’in dürüstlüğünden hiç şüphe etmemiştim ki, edemezdim de çünkü dürüst bir insandı. Müfettişe:” Size bir olay anlatayım. Siz karar verin.” diyerek olayı anlatmıştım. “Ramazan Karagöz’ün küçük oğlu da bizde öğrencidir. Bir gün eve giderken okulun bahçesinde uzunca bir altın kordon buluyor. Bulduğu sırada etrafta kimse yok. Okul dağılmış. Götürüp babasına veriyor. Ertesi sabah erkenden Ramazan Karagöz okula geldi ve kordonu bize verdi. Bütün öğrencilere duyurmuştuk fakat sahibini bulamamıştık. Bir hafta sonra kızın biri gelip onun olduğunu söylemişti. Kız da kaybettiğinin farkında değilmiş. Şimdi o günden beri kendime soruyorum. O kordonu ben bulsaydım acaba okul idaresine verir miydim? Öyle bir olay yaşamadığım için şöyle yapardım diyemiyorum ama Ramazan Karagöz getirmişti. Siz bulsaydınız okul idaresine teslim eder miydiniz?”
Müfettiş :”Bilemem.” Dedikten sonra söylediklerimi yazdığı kâğıdı daktilodan çıkarmış ve bana imzalatmıştı. Sonuçta bir şey olmamıştı. Aklanmıştı Ramazan Karagöz. Öylesine dürüst bir insandı. Müfettişe söylediğimi öğrenmiş sonra nasıl öğrenmişse, “ Böyle mi ifade verdin?” diyerek bana sormuştu. “Yalan yok, olanı söyledim.” demiştim. Dürüst ve fedakâr insanları hep sevdim ve hiç unutmadım. Ramazan Karagöz de benim unutamadığım insanların olduğu tarafa yazılmıştı dürüstlüğü ile. Allah rahmet etsin.
Bir de öğretmen arkadaşlar vardı futbol takımımızda. Köylere maç yapmaya gidiyorduk. Övünmek gibi olmasın ama güzel goller atardım her maçta. Bir defasında adı Ağaçlık olan bir yere maça gitmiştik. Ramazan Bey: “Sakın yenmeyin, bu köyde yenilin!” demişti. Ama berabere kalmıştık. Yenilmeyi hazmedemiyorduk. Maçtan sonra, çay peynir ve ekmek ikram etmişlerdi. Ramazan Bey gülümsüyordu. Sonradan öğrendik ki yenilseymişiz güzel bir ziyafet çekerlermiş. O da bunu önceden söylememişti.
Köy meydanında bir buçuk iki metrelik, az dallı ince ve yalnız bir ağaç dikkatimi çekmişti. Başka ağaç yoktu etrafta. Muhtara sormuştum. “ Kusura bakmayın ve ne olur yanlış anlamayın. Köyün adı Ağaçlık, ama meydandaki şu cılız ağaçtan başka ağaç göremedim. Sebebini gerçekten merak ediyorum. Niye her taraf yeşillik, ağaçlık değil?” Muhtar, “Bu soruyu ilk soran sen değilsin.” demiş sonra eklemişti: “Biz, çok çabuk düşman sahibi olan, bunu canıyla ödeyen ve ödeten bir toplumuz. Düşmanlarımız ağaçların arkasına saklanıp bize ateş etmesinler diye düşündüğümüzden, ağaç olmasını istemeyiz.” demişti. Oradaki köylülerden biri de söze girmiş, “ Bir de ağaç olursa serçeler olur ve buğdaylarımızı yerler diye ağaç istemiyoruz.” demişti. İlk düşünce mantıklı gelmişti bana. İkincisine katılmamıştım.
O zamanlar doksan dakika top oynardım. Ama arada evde ya da okulda iken bir sıkıntı gelir, nefes alamazdım. Bayağı rahatsız etmeye başlayınca bu durum, sevk alıp devlet hastanesine, dahiliye bölümüne gitmiştim. Atletik bir vücudum vardı. Göbek de yoktu. Gençtim ya. Doktora anlatmıştım. O da steteskopu getirip, sol göğsümün üzerine koyup kaldırmıştı. Kalbimden bir küt sesi duymadığına emindim. “Bir şeyin yok ama ben bir ilaç yazayım onu kullan.” demişti. Hasta psikolojisi midir nedir bilmem ama bu beni tatmin etmemişti. Dicle Üniversitesinde görev yapan Nihat’a durumu söylemiştim daha sonra. “Bir gün gel, iyi doktorlar var onlara gösterelim.” sözü üzerine, bir müddet sonra yine sevk alarak yanına gitmiştim.
Sağ olsun işini bırakmış, telefon ederek bir kardiyolog profesöre geleceğimizi söylemişti. Adam iyice muayene etmişti. Eforlu ve eforsuz ekg nin yanında, bir sürü de kan tahlili istemişti. O gün hepsini halletmiştik. Ertesi güne kalan kan tahlili sonuçları sebebiyle, bir gün sonra okuldan çıkmış, tekrar üniversiteye gitmiştim. Nihat’ın yanına gitmeden sonuçları almış,sonra Nihat’la birlikte profesörün yanına gitmiştik. Adını şimdi hatırlayamadığım bu doktor, yaşlı biriydi. Kalın gözlükleriyle testlere bakmış, tahlilleri gözden geçirmiş ve ciddi bir yüz ifadesiyle, “ Her an kalp krizi geçirebilirsin, sana dilaltı hapı yazıyorum. Sıkıntı hissettiğin an bir tane dilinin altına koyacaksın.” demişti. Şüpheci bir yapıya mı sahiptim, mantığım mı farklı şeyler söylemişti bilemiyorum ama doktorun yanından ayrıldıktan sonra Nihat’a: “Doksan dakika yorulmadan top oynuyorum. Dediği gibi olsa, ilk beş dakikada yığılıp kalmam gerekmez mi? Ben inanmadım.” deyince, Nihat, “Başka bir doktora daha gösterelim.” demişti. Tahlil ve ekg leri başka bir doktora gösterip, durumu anlatmış ve profesörün teşhisini de söylemiştik. Bu doktor da kalbimi dinlemiş, karaciğerime elini bastırmıştı. O kadar çok bastırmıştı ki, sırtıma değeceğini sanmıştım. Sonunda teşhisi koymuştu. “İçki içmeyeceksin. Kalbinde bir şey yok. Karaciğerin ve dalağın büyümüş.” Yeni bir reçete ile yanından ayrılmıştık. Zaten içki kullanmıyordum. Elimde iki reçete vardı. Gülümsüyordum. “İnanılmaz bir şey bu!”diyordum içimden. Aynı tahliller, aynı ekg ve farklı iki teşhis. Nihat’a “Hangi ilacı alsam acaba?” diye sorduğumda: “Bir üçüncü doktora da gösterelim, hangisini tutarsa onu alırsın.” demiş ve üçüncü bir dâhiliyeciye gitmiştik. O da, kalbimi dinlemiş, dalak ve karaciğerimi muayene etmiş ve yeni bir teşhisle kafamı iyice karıştırmıştı. Kalbim, karaciğerim ve dalağım normalmiş, psikolojikmiş rahatsızlığım. Üçüncü bir reçeteyle üniversiteden ayrılmıştım. Tabi ilaçların hiç birini almamıştım.
Birkaç gün sonra, yine nefes almakta zorlandım. Evdeydim. Lavaboya gidip yüzümü yıkarken göğsümde küçük kırmızı lekeler görmüş, “Alerjik bir şey olabilir belki.” diyerek en yakın eczaneye gitmiş, şimdi piyasadan kaldırılmış olan İncidal adlı alerji hapından almıştım. Eczaneden çıkar çıkmaz da bir tanesini yutmuştum. Eve gelinceye kadar sıkıntım hafiflemiş, evde de birkaç dakika sonra sıkıntımdan ve kırmızı lekelerden eser kalmamıştı.
Sebebi bulmuştum da neye karşı alerjim vardı onu bilmiyordum. Sebebi bulmak için yediğim ve içtiğim şeylerden her gün bir tanesini yemeyecektim. Su ve çay içiyordum zaten. Yiyeceklerden başlamış ve sonuç alamamıştım. Arada yine oluyordu. Hemen yanımda taşıdığım ilaçtan bir tane yutuyordum ve geçiyordu. Sonunda dikkatimi, içtiğim çay çekmişti. Klor kokusu derler pas kokusu gibi bir koku olur bazen çeşme sularında. Öyle bir su ya da aynı kokuya sahip çay içtiğimde rahatsızlanıyordum. Bunu bulunca bir arıtma cihazı alıp, o kokuya sahip çayları ve suları içmemeye başladım. İlaca gerek kalmamıştı. Tedavimi bulmuştum. Yine de ilaç hep yanımda oluyordu.
Ben bunları düşünüp yazarken, Manisa yoluna tırmanıyorduk. Hostes çocuk, boşalan bardakları ve poşetleri eldivenli eliyle alıp, mavi bir naylon torbaya koymuştu. Türkiye’de aynı anda kaç tane naylon torbanın çöpe atıldığını ve çürümelerinin çok uzun yıllar aldığı için çevreyi nasıl kirlettiğimizi düşünmüştüm, bütün poşetleri doldurduğum bardağı alırken. O an düşündüğüm şey “Keşke her torba kâğıttan olacak diye bir kanun çıksaydı.” düşüncesiydi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.