- 543 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sustukça Sana Kanar Yüreğim
Kendi ırmaklarını arayan aşk akışlarımızın yorgun coğrafyasında
Dünler ektim kıraç topraklarıma, mağrur mevsimler seni getirmedi
Tükendi yangınlarım, soldu ruhum, nasırlaştı ellerim ah yokluğunda
Sensizliğin dağlarına çevirdim gözlerimi, kendi yankım ses vermedi
Söküldükçe birbirimizin ilmeklerinden en kalın düğümlerle yenilenir sevdamızın portresi. Sen, aklımın tamamını istila eden düş sandalım, sen küreksiz denizlerdeki yaşanası rotam, sen ömrümün en şaşmaz saati, çarpılarla kendime sokulan tanrıçam, ölümlere gidip geldiğim, emsalsiz yaşamlar ektiğim mutluluk tarlam. Sen bağrımda yıllardır kanayan aşk yaramsın.
Senin gölgeni ararken bir kentin çıplak kaldırımlarında, duvarlara yasladım aşka muhtaç sırtımı. Dalda tohum, kökte soylu sorgumla seni düşledim, mayısın rüzgârına sırrımı vererek. Emsalsiz yüreğine ve doyumsuz sesine özlemim vardı, kısalan anlara kıymetli vedalar, zorunlu elvedalar takındığımızda. Arayıp beni bulurdun ve ansız kopuşlarımızın kollarını yine aşkla sen doldururdun. Çünkü sen sevdamın eşsiz nuru, sen ruhumu besleyen eşsiz yaşam suyumdun.
Durdurulamayan temasların derinliklerinde cevaplar ararız, sorgular canımızı yakınca. Dağların en yücesine çıkarak aşk sürmek isteriz oysa hep suçsuz alınlarımıza. Yorgun geceler dolanınca bedenimizde, özlenen sevişmelerin kürelerini ıslak savruluşlarla ve titrek ellerimizle örteriz. Günaydınlar yutkunur ardından penceremizde, ıslanmış doğrularımızı yalanlarla örter, uzun bir sessizliğin ipini ellerimizle çekeriz. Aşk ağlar yatakta, ağladıkça isyanlı sözlerimizle sakinleştirmek isteriz.
Gücendikçe yazgımıza, geri dönüşümü olmayan yaşanmışlıkların kanatlarını kapatırız yarınlara. Öfkeli başkaldırılarla, sövgülü haykırışlarla ve kapanıp bir odaya sızlanışlarla geçer coşkularla tamlanacak onca gün. Kaçtıkça yakalandığımız ve her hesaplaşmadan sonra yakarılı gözlerle aşka sokulduğumuz bir anın kekremsi yaşlarıdır avucumuza damlayan. Özümüz kendini reddeden bir damla olarak büyür ve aşkın derinlikleri yüzeyden özlemle zirvelere bakılan hırçın bir deniz olur.
Yüreğimizin kırbaç vuran yağmurlarıyla, göğsümüzün köpüklü çağlayanlarıyla tropik bir çağın ıssızlığında kendi resmimizi çizeriz yalnızlığın kumlarına. Bütün slüetlerin kristal dökülüşleriyle bir sevdanın resmidir göğsümüzde ışıldayan, hayata kadeh kaldırıp kendimizi aradığımız gecelerde sessizce kayboluruz, dönüşümsüz yolculukların duraklarında adımızı unuturuz. Yüreğimizi ağrıtan o karantinadaki bekleyişlerin sarmal yokuşlarında çiçekli gülüşlerle ıslak yüreğimizi soğuturuz.
Oysa bütün göçmen kuşlar birlikteliğin rotasına kanat açarken, mevsim göç’e vurur kanamasını. Maviyle yeşil kesişir, ufukta bir yerlerde ve biz oralarda denizlere bırakırız kendimizi, doygun hüzünlerin çatal gülüşlerine yüreğimizi vererek. Bir kül serpilir üzerimize birden, avuçlarımız şiir kokar, sevda korkulu bakışlarla aşka bakar. En bildik sancıdır sorgular, yaşamın zindanlarında bir müzikle yüreğe kıymık olup batar.
Sana akan tüm ırmakların hüzünlü serinliğine daldırdım ellerimi, kuşların çığlıkları kesildi. Yanıt tenli çocuklar sokuldu deniz gözlerine, ormanlar renk değiştirdi. En doyumsuz şarkılar doldu kulaklarıma, en aşina sözlerle şiir olup sokulurken ben gölgene. Erteli sevişmelerin saatleriyle savruldum, gün kısalırken ben seni bekleyen bir koydum. Dalgaların dansı vardı özlemli yüreğimde, anlarımda sana sarılarak yeniden uyudum. Sarıldım tenine, masal olup savruldum.
Hesaplardan artan yaşanmışlıkların özlemlerle sallanan aşk perdelerine kokun sinmiş yar, devrilen saatlerin köprülerini sallama öldüren gülüşlerinle. Sana sustuğum anlarda kanar en çok bu yürek, sana susuzluğunu haykırır kürek kürek. Yangınlar başlar yüreğimde, yaralarım kanar öbek öbek. Almazsan ellerimi, sarmazsan bedenimi ve okşamazsan sana muhtaç bu teni, bil ki bu can, bu yürek bu ruhta daha fazla eğleşmeyecek.
Birbirimizin rüzgârından kokumuzu dilerken en mağrur adımlarımızla geçerdik özlemin tozlu yollarını. Kendine kesişen uzaklıklar sürerdik yaralı avuçlarımıza. Adımlarımız toprak kokardı nedensiz istikametlerde. Gözlerinle sen hayatı süzer, gülümsemelerle sevdayı izlerdin. Öyle hızlı akardı yokluğunda zaman, yapışkan sarılışlarımızın vakti uzardı. Yalnızlığın bulutları kalkardı dağlarımızdan ve işte o an düşünüşlerin aynasında an aşk olur, zaman isimsiz bir anın ismine usulca sokulurdu.
Şimdi, çılgınca akan bir suyun tam ortasında ışıltılı gülüşlerinle serinlemek vardı. Oralarda akşam olurken, ben senli düşünüşlerin kıymıklarını topluyorum bu kentte. Kırık dallar gibi içim gülüm ve bir bakışına bilsen neler verirdim. Aşılmamış kalabalıklardan, kokulu savruluşlarından ve senli dağılmışlıklardan uzaktayım. Anlayacağın, ben senli var oluşların ve senli yakarışların rahlesinden sana, tek sana kavuşmanın anlarına avuçlarımı açıyorum.
...........................
Bu şiirin hikâyesi: Bin satıra, binlerce imgeye ve yaşanası her sevgiye bedeldir yazılanlar. Gül yaprakları serpilmiş bir yaşam ovasında hüzün, mutluluk pastilleriyle toprağa karışır. Her sevda kendi sularına yüzen sarı yapraklarca geçer en bitimsiz okyanusları ve o bildik mevsimlerde yeniden yeşerir. Bir şarkıdan damlayan sözcüklerde, bir şiirden yüreğe işleyen dizelerde hep aşk vardır. Gönül yıkılmaz bir viranedir yine de, ancak hep kendine dar bir odadır.
Selahattin Yetgin