- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KENDİM OLMAK --2--
Yaşam boyu elbet, şartların zorlaması ve bizden istenilen, yapmamız, yerine getirmemiz gereken sorumluluklar gereği taviz vereceğimiz zamanlar ve kişiler olacaktır. Ailemiz, eşimiz, çocuklarımız ve faydalı olacağımızı sandığımız kişilere veya işimiz adına, zorunlu olarak ayakta, sapasağlam durabilmek adına taviz vereceğiz, uyacağız onlara çoğu zaman. Ama bunların hiç biri yapı taşlarımızdan hiç birini sökmemizi gerektirmeyecek tavizlerdir. Öyle olmalıdır en azından. Çünkü bu tavizler aynı zamanda karşılıklı da olabilir. Bize de taviz verenler olacaktır. Kaçınılmazdır.
İşte bu durumda geriye kalan, bizi kendimiz olmaktan çıkaran, gözümüzü, gönlümüzü, aklımızı, inancımızı örten, onurumuzu, değerimizi yok eden, yanlışı, doğru ve güzel gösteren ve bütün yapı taşlarımızı söküp attıran tavizlerin en kötüsü, en acısı, tutku adına, duygularımız adına başkalarına verdiğimiz tavizlerdir.
Ya kendimizde eksikliğini hissettiğimiz veya başkalarından beklentimiz adına yanıldığımız duygularımız için verdiğimiz tavizler.
Farkında olmadan, mutlu olduğumuzu sandığımız zaman dilimlerine aldanıyoruz elbette, bu o an için normalmiş gibi düşünülebilir. Zaten bu değil mi bizi dışarıda veya başkalarında arayışa iten nedenler. Hiçbirimiz etrafımızda olup biteni görmüyor, ilgilenmiyoruz. En iyi bildiğimiz kişiler yanımızdaki kişilerdir.
Belki kaç defa yanıldığımızı veya yanlış yaptığımızı da görmemize rağmen kendimiz olmak gerektiğinin farkına varamıyoruz, etrafımızı, çevremizi göremiyoruz.
Bizim beklentimizi mutlaka yanlış anlayacaklardır. Kendimizde ve en yakınımızdaki kişilerden bulamadığımızı düşündüğümüz paylaşımı, anlaşılmayı ve sevgiyi kimse karşılıksız vermeyecektir.
Nihayet öyle bir an geliyor ki, tamamen kendimiz olmaktan çıktığımızı anladığımızda, çaresizlik içinde, artık yapacak bir şeyimizin kalmadığını görüyor, anlıyoruz. Kendimiz olmamız ise asla mümkün olmayacaktır.
Yaşamın kalan kısmı, acı ve vicdan azabıyla geçmeye mahkum oluyor. Yaşamak istemiyor, ama artık her şeye rağmen yaşamak zorunda kalan bir birey olarak kala kalıyoruz. Mutsuzluk, inançsızlık yaşam biçimi oluyor. Onursuzluk, değersizlik yaşam biçimi oluyor. Yalnızlık ve herkesten uzaklaşmak kaçınılmaz oluyor. Geçmişine, hatalarına ve tutkularına saplanıp kalıyor. Yaşamının kalan kısmında; şimdi ve sonrası, şimdi ve ilerisi yok artık. Geçmişine saplanıp kalması, kalan yaşamının da nasıl olacağını belirliyor. Onurunu, değerini ve sonu acı bitecek olan mutluluğunu ise tutkularının ölçüsü belirliyor. Yine sevilmeyen, anlaşılamayan biri olarak ve verecek bir şeyi kalmamış biri olarak.
Acıyla, yıkımla biten en güzel zamandaki bir yaşam ve geriye yaşanacak, daha çok kalan yıllar. Mutluluğu ise asla hak etmediğini sürekli düşünen biri olarak, sadece bedenen var olan bir birey.
Düşünsenize; deseler ki, hiç kimseyle konuşmayacaksın, dışarı çıkmayacaksın, gülmeyeceksin, huzurlu olmayacaksın, eşini, yavrularını doyasıya sevemeyeceksin ve daha birçok kısıtlama, hangimiz kabul edebiliriz, mümkün mü? Bunların olmaması adına ne büyük mücadeleler veririz, fedakarlıklar yaparız ve nelerden vazgeçebiliriz. Yeter ki hapis gibi bir hayat yaşamayalım, duygusuz, duyarsız yaşamayalım diye. Peki, kendi elimizle ve başkaları adına bunlardan vazgeçmek çok korkunç bir yanlışlık olmuyor mu?
Gittikçe daha üzücü olan ise; son yıllarda doğru ile yanlışın hızla yer değiştiriyor olması. İnsan olmanın ve insanca yaşamanın olmazsa olmaz doğrularının, yanlış olduğu düşünülerek, yanlışlarında doğru olduğu düşünülerek yaşanmaya çalışılması.
Acaba sorusu hep sorulacak, acaba doğru bilinen bilgi, duygu, düşünce ve davranışlarım yanlış mıydı? Acaba yanlış olanları gerçekten yanlış mıydı?
Yürek, inanç, akıl ve ruh sevgisinin yerini, şartlanmış zihin ve nefis sevgisi alacak. Bir merdiven gibi düşünün. Yüreğiyle, inancıyla, ruhuyla ve aklıyla sevgiyi bilen ve ona göre hareket eden kişi yukarıya doğru çıkan bir yaşam merdiveninin. Nefsine, tutkusuna kapılan, düşünen, hareket eden kişi ise aşağıya doğru inen bir yaşam merdivenin basamaklarında ilerliyor. İkisi de merdivendir.
Asla tek başımıza onaramayacağımız, tek başımıza geri yerine koyamayacağımız yapı taşlarımızın yok olması, bir yaşamın yok olması, bu tavizlerimizden başka bir şey değildir. Kendimiz olamamanın nedenidir. Kendini anlamamanın ve kendi değerini fark edememenin nedenidir.
Böyle bir birey ancak; kendisini anlayan, sorgulayıp suçlamayan, paylaşan, beklentisi olmayan, her an ve her şekilde yanında olan, bir başkasıyla ancak yaşama dönebilir, kendi olabilir. Tek başına asla. En iyi tanıdığı, en iyi bildiği, kendini en iyi tanıyan, kendini en iyi bilen biri olmalı ancak. Başta en yakınındaki annesi, babasıdır. Yoksa, kardeşi, eşi veya kendisini sevendir. Yanındaki veya etrafındakilerdir.
Her şartta ve her zorlukta yapı taşlarımızı söküp atmadan yaşayabilmek ve ayakta kalabilmektir, insan olmanın zorluğu, ama bir o kadar da insan olmanın sınırsız hazzıdır.
Koruduğumuz yapımız ve söküp atmadığımız yapı taşlarımız bizi kendimiz yapacaktır. Her vermediğimiz taviz bize zafer kazandıracaktır. Her zaferimiz ise bize kalıcı bir güç ve kalıcı bir mutluluk verecektir. Gerekirse tek kalmak bile sağlam yapımızın verdiği gücü yok edemeyecektir. Hayallerimiz, tutkularımız yaşanmamış olsa da, eksik olsa bile onları yaşamak adına taviz vermeyecektir, ‘’kendimiz olmak’’ adına.
Her durumda, en kötüsü ne olabilir diye düşünüp, hazırlıklı olabilmeliyiz hep.
Haluk KALKAY
Sevgiyle kalın.
Saygılarımla
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.