Yılan Hikayesi "Kuyruk Acısı"
Masallar, hikayeler, efsaneler, destanlar, yaşanmışlar, yaşanmamış uydurulmuşlar, anlatır yada dinleriz hayatımız boyunca, kimilerine güler, kimilerine ağlar, kimilerine üzülür, kimilerinde düşünürüz. İnsanız tabiki kayıtsız kalamayız ki, taşırız akıl ve duygu. Allah’ın bir hediyesidir ,diğer canlılardan ayıran en büyük özelliktir akıl… Birde akıl başta kalırsa ne mutlu bizlere değmeyin keyfimize, hele birde şans yolun açıksa tadından doyum olmaz dostlar.
Yaşanmışlardan ders almak, anlatılardan pay çıkarmak, hani derler ya “Kıssadan hisse” işte öyle bir duygu ile güzel bir hikaye paylaşmak istedim. Yoktur kimse ile bir derdim, mesajım geneldir sakın ola kimseler üzerine alınmaya Hep kullanırız, yada duyarız “Yılan hikayesi” veya "Kuyruk acısı" sözcüğünü bende bildiğim bu hikayeyi aktarmak yazmak istedim. Bu zeynolu, memolili, Yılan hikayesi değil… En iyisi biz hikayemizi aktaralım 40 dakikalık dizileri 120 dakika da bize seyrettiriyorlar dizi keyfini çile’ye dönüştüruyorlar. Bizim hikayede çileye kurban gitmeden…
Zamanın birinde fakir gariban yaşlı bir zurnacımız varmış, orglar falan çıkmış yeni yeni müzik aletleri... Bizim zurnacı iş bulamaz, ekmek parasını çıkaramaz, ailesine bakamaz duruma gelmiş, acizlik içinde şaşkın şaşkın haline acırmış, “ ben ne yapacam ne olacam diye”
İşte bu karmaşıklar acizlikler içerisinde kendini dağa vermiş, varmış gövdesi kalın, dalları çok, gölgesi geniş, kendi gibi yaşlı bir ağacın görkemli duruşunda, oturmuş; kara kara düşünmeye başlamış ve derken düşünmekten yorulmuş, hep başkaları için zurnamı konuştururdum bu kezde kendim için çalayım demiş, başlamış zurnasını öttürmeye hüzünlü acıklı melodilerden sonra kıvrak oynak bir hava üflemeye başlamış ağacın dalları rüzgarların eşliğinde melodilerin sihirinde ritim tutmuş, birde ne görsün bizim garip zurnacı ağacın kök dibinde melodilerin eşliğinde bir misafiri daha varmış, bir yılan, ritim ile kıvrak kıvrak oynarmış tıpkı bizim Nesrin TOPKAPI misali (onuda unutmadık ya ne yılbaşı gecesi idi seneler öncesi tv de seyrettiğimiz gün). Zurnacı üflemekten yorulmuş, Yılan oynamaktan…Yılan gözden kaybolmuş girmiş ağacın kovuğuna süzülmüş deliğine ama birazdan geri gelmiş muhteşem derisinin pırıltısına eşlik eden ağzındaki sarı sarı ışıldıyan altun ile. Bırakırvermiş zurnacımızın önüne çekilmiş yine kovuğuna. Alan menmun veren menmun, çalan menmun oynayan menmun, Şu keyife bak, yılanın raksında para kazanmak. Ya peki yılan`ın keyfine ne demeli...Ohhh vur patlasın çal oynasın ALLAH koğuna hazinede vermiş... Şaşkınlıkla sevinçle kapmış çil altunu bizim zurnacı, bir solukta koşturmuş çarşı pazara altunun değerince yapmış alışverişini başı dik tutmuş evin yolunu garibim, çocuklarına ailesine götüremediği aş-ekmeği kavuşturmak gururu ile.
Günlerce bu böyle devam etmiş, zurnacımız her gün usanmadan dağ yolunda görkemli ağacın dibinde yılan için çalar meşk ederlermiş ve karşılığında hep bir çil altını hakedermiş.
Şeytan dururmu! Durmaz, seslenmiş zurnacının yüreğine zayıf ihtirasına “ne her gün bu yolu çekersin bir sürüngeni eğlendirirsin yakışırmı sana,yaşına başına bakıp utanmazmısın? vur başını yılanın, kes gövdesini ağacın, kavuş çil çil altunlarına sende bu zahmetten kurtul”. Hoşuna gitmiş bu fikir zurnacımızın ve plan yapmış bile şeytanın yardımı ile. Yetişmekte olan delikanlı oğluna söylemiş bu kez birlikte gideceğiz o dağa o ağaca o yılana. Sen gizleneceksin ağacın arkasında, ben zurnama üfleyipte yılanı rask ederken kendinden geçirdiğim anda elindeki balta ile ezeceksin kafasını, sonrasında keseceğiz ağacın gövdesini kavuşacağız altınların hazinesine zenginliğimize. Ve uygulamaya koyulmuşlar şeytansı planlarını. Varmışlar görkemli ağacın sığınağına...Gizemli melodilerin büyülü sesinden yılanın ritmik raksının zirvesinde oğlu baltayı sallamış Yılan’a... Ne varki başı ezilmemiş kuyruğuna isabet etmiş, acı ile kıvranan yılan, hemen hızlı bir şekilde ulaşmış delikanlıyı sokmuş zehirlemiş oracıkta teslim etmiş canını delikanlımız, zurnacı fırlamış ama yılan çoktan kovuğuna süzülüvermiş. Zurnacı kalmış geride bir kuyruk ve evladının cansız bedeniyle, ahlar vahlar içerisinde ağıtlar yakmış, ama nafile çare yok artık, acılı ölüm nail olmuş bir kere. Defnetmiş yavrucağızını…
Aradan gel zaman git zamandan sonra önceden elde ettiği Altunlarda bitivermiş, çaresiz yine koyulmuş görkemli ağacın gölgesine yılanın kovuğuna…Üflemeye başlamış, en neşeli havaları ile ama nafile yılan sadece başını çıkarmış öfke ve acı ile seyrediyormuş ve bir an olmuş zurnacınında üflemekten vazgeçip yılana özür gözleri ile baktığında, yılan dile gelmiş; “Boşuna nefesini tüketme, Sendeki bu evlat acısı var oldukça, bendeki bu kuyruk acısı var oldukça asla artık dost olamayız, meşk edemeyiz, rask edemeyiz var git yoluna kısmetini başka kapıdan ara” Az`a kanaat getirmiyen, çoğu bulabilirmi? Emeği ile kazanılanı hayasızca kazanmak hırsına kurban edersen eldekinide yitiriverirsin.
İşte o gün bu gündür kullanırız "Kuyruk acısı`nı"...
Duymuştum, dinlemiştim, etkilenmiştim seneler öncesinde, sizlerle paylaşmak bu güne kısmetmiş. 18 nisan 1991 benim nişan günüm. Günün anlam ve önemine binaen yazdım :)) Şimdi ben hem evlat acısı içindeyim hem kuyruk acısı içerisindeyim iyide ben ne zurnacıydım ne onun delikanlısı ne de yılandım. Neylerse Mevlam güzel eyler diyelim dersimizi çıkarıp yarınlara bakalım. Neşeli müzik eşliğinde :))
Allah hiç kimselere ne evlat acısı versin nede kuyruk acısı, ve nede ayrılık sancısı versin…
Saygılarımla...
18.04.2009
Refik ER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.