- 757 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KARANLIKLARDAN ARTIK UZAKLAŞALIM
Not; Bu konuyla iletişim. 0555 585 64 42
Yıllar önce, sanırım kış aylarından birinde, kütüphane açılışı için Bergama’nın bir köyüne, eski Anayasa Mahkemesi başkanı sayın Yekta Güngör Özden’le davet edilmiştim. Elbette, Ege’mizin tüm yörelerinin güzelliği biline olduğundan, bu köyde çok güzeldi. Konuş-maların arka arkaya sıralanmasından sonra, sıra, bir masa çevresinde oturup, sohbet etmeye geldi. Usumda kaldığı kadarıyla Yekta bey, “söyleyin bakalım, çok gezen mi bilir...yoksa çok okuyan mı?...”. Bu soruyu ben yanıtlamak istedim. “Elbette, çok okuyan bilir. Ama biraz ol-sun gezmekte de yarar var...”. Bunun akabinde “Nasıl?...” diye bir sorunun geleceği belliydi, bu nedenle cevabım hazırdı. “İlkokul dönemindeyken Paris’e gittim...”. Bu sözüme tabi ki şa-şırdı. Benden açıklama bekliyordu. “Paris, öykü kitaplarında ve o dönemlerde okumaya çalış-tığım romanlarda, bana pek yakın geliyordu. Bu yüzden sıkça gidip, geliyordum. Hem vize ve pasaporta ihtiyaç duymadan...”.
Özetle şunu belirtmeye çalışıyorum. Çok okuyan bilir ve elbirliği ile kütüphane kurulması için çabalayan insanlara yardımcı olalım...
Daha sonra, o köyde, masa çevresinde ki sohbet, Yekta Bey’in, olmazsa olmaz şeklindeki katılımıyla siyasete yöneldi. Haliyle, konuşmaların teması siyaset olunca, Yekta bey, sözü kimselere kaptırmadı. Yekta bey, bildik haliyle, sözlerini hiç esirgemeden, hiç çarpıtmadan söyledi. Sohbetin koyulaşmasına, tabi ki orada bulunan köylü vatandaşların katılması oldu...
Evet, sohbet güzel. Oysa zaman bir su misali akıp, gidiyordu. Her davetlinin, hatta orada bulunan her vatandaşın, kendilerine göre yarım bıraktıkları veya yapacakları bir işleri vardı. Bu nedenle artık oradan, ayrılma zamanı gelmişti. Vedalaştık, orada bulunanlarla...
Konvoyun içinde bulunan bir araçta, köşede, düşünceli bir şekilde oturuyor, çevreye bakıp, o güzelliği dinliyordum. Ancak, benim bulunduğum aracın önünde, bir başka araçla seyahat eden Yekta Bey’in, otomobilinin tekerleri, önlerinde bulunan küçük bir çukura, çuku-run içindeki çamurlu su birikintisine girip, çıktı. O anda usumda yoğunlaşan düşlerim, o yöne akarak, yeni ve taptaze bir düşün oluşumunu sağladı. Yıl 2004’dü, köyümün yolları ise hâlâ çamurluydu... Hemen bir şiir imgesi olarak tasarladım ve...
MEMLEKETİM, AH...MEMLEKETİM!...
Gözümün yağıydın, çapağı oldun/Bana değil ama/Ocaksız, dumanı tütmeyen köylerine koşaydın/Ve çıkınında bir parça tayın, zulamda peynir olaydın///Bulmasam da olur ama/Tencerelerinde taş kaynatan/Ana sütüne helâl diye yüklenen/Nice bebelerin solmuş tenini acıtan///Fırtına öncesinde hakim, sessizlik/Ölü bir afet gibi dirilmişliğin boranı/Bir dolu rüzgâr ve kıtlık, kıran/Yıl 2004, köy yolundaki aracımızın çamurlukları hâlâ çamurlu...///
Orada bir köy var denmesi, artık gücüme gidiyor. Yani bu düşünce salt, bir şiirsel bir temenni olmasın... Bu tür mısralarla, orada, ama uzakta ol-duğunu düşlediğimiz o köyün, artık, biz gitmesek de var olabileceğini yadsımamalıyız...” kütüphaneler, elbette ki okuyan bir nesle her zaman kucak açan sevgili Atatürk’ü daha da mutlu edeceğine, tüm kalbimle inanıyorum.