- 692 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AFEDİLMEYEN HATA...(Öykülerim)
Hüseyin, iyi bir aile reisiydi.Sevecen, hoş sohbet, tatlı dilli, insanları inciltmekten sakınan, büyüklerine saygılı, az konuşan, konuşuncada yerinde konuşan, gözlemci, haksızlığa dayanamayan, dürüst olarak tanınan bir insandı.Bu yetenekleri belki sülaleden, soyundan gelen bir özelliğiydi. Çünkü, o sülaleyi tanıyan yakın çevre insanlar, babasının da aynı yapıda bir kişi olduğunu söylüyor, biliyorlardı.
Annesini, çocuk denecek yaşta kaybetmişti Hüseyin.. Babası da, askere gitmezden önce vefat etmişti.Babası ; Osmanlı İmparatorluğu`nun son döneminde yetişmiş, Anadolu düşmanlar tarafından işgal edilince, kendi atı ve silahı ile, Kuvayı Milliye birliklerine, l8 yaşındayken katılıp Kurtuluş Savaşı`nı bizzat yaşamış bir kişiydi. Kurtuluş Savaşı sırasında, Afyon Cephesi, İlkkurşun denilen, ilk çatışmada, sol ayağı diz altından, süngü yarası alan, Kurtuluş Savaşı Gazileri`nden biriydi. İki amcası da, Çanakkale Savaşı`nda şehit düşmüştü.Babası, zaman zaman küçük akerdiyonunu “ Mızıka, derlerdi adına “ eline alıp geceleri, eski ezgileri, “ ki, bunlardan biri, Sivastopol önünde yatar gemiler, Atılır nizam topları, Yerle, gök inler.. şarkısıydı,” şarkıları, türküleri, bazende, eski oyun havalarını çalmaya başlardı.. Bir süre sonra kendinden geçer, efkarlanır, “ Offf, of kavanoz dipli dünya, yalan dünya “ diyerek,anılarına dalar, o an yaşadığı dünyasını unuturdu..Hüseyin, babasının akardiyon çaldığı zamanlar, başını iki elinin arasına alır, hayran hayran, onun akardiyon çalışına, ezgileri candan yürekten söyleyişine, yaşaran gözyaşlarını saklayışına dalar, doyumsuz bir zevkle izler, zaman zaman kendide duygulanıp ağlardı. Ne yanık ezgiydi,ne acılı türkü ve ne doyumsuz şarkıydı, onlar...
Babası; bazen, kendi yaşıtındaki arkadaşları veya kendi yaşına yakın dostlarıyla bir araya gelince, “ Otur, iki beşlik bozalım “ deyip eski yılların, askerlik yıllarının anılarını, anlatmaya başlaması, çok hoşuna giderdi.. Ama, genellikle, öyle anlarda Hüseyin`i yanlarından uzaklaştırırlar, birlikte oturmasına izin vermezlerdi. İşte o anlar, Hüseyin çok üzülür, doyamadığı hatıraları dinlemesine, izin vermiyorlar diye de, deli olur, çok kızardı.. Fakat çaresiz, emre itaat eder, o meclisten uzaklaşır, sohbetten mahrum kalırdı. Bazende ; Hüseyin`in yanlarında kalmasına ses çıkarmazlar, izin verirlerdi.. İşte, o anlar ise, Hüseyin için, bayram günleri gibi gelirdi. Babasının anılarını, yapılan sohbetleri canı kulaktan, ağzını bir karış açarak, heyecanla, büyük bir zevkle dinlerdi.. Çoğu kez, o günlerde yaşamayı çok isterdi.. Babasının bu hoşsohbet kişiliğinden, herkes çok hoşlanırdı. Bir kez, sohbetine tesadüfen katılan bir kişi, bir daha ayrılamaz, ömür boyu da unutamazdı..
O eski insanların ; bu vatanı bize kazandırmak için, kanını akıtan, canını armağan eden, o, vatan gibi saflığını, berraklığını, yüce gönüllüğünü, nerede bulalım diye, düşündü Hüseyin..? Biz insanlar, ne denli duyarsız birer varlığız diye, aklından geçirdi.O değerli insanları, yaşadıkları zaman içinde tanıyamıyoruz. İçinde oldukları kutsal dünyalarına giremiyoruz. Sahiplenip değerlerini bilemiyoruz. Kaybedince arıyor, üzülüyor, pişmanlık duyuyoruz. Bu mudur insanlık ? Bu mudur, geçmişe sahip çıkmak...? Bazen, “ Yuh olsun bize.. yuh olsun, insanlığımıza “ diyesim geliyor, diye aklından geçiriyor, bir rüyadan uyanır gibi içinde olduğu dünyaya, tekrar dönüyordu, Hüseyin.
Gözlerinin ağırlaştığını hissetti. Sabah saat : 03.00`ne geliyordu. İşin kötüsü, saat : 05.00`de de göreve gidecekti. Biraz uyması gerekiyordu. Çalışabilmesi için bu gerekliydi. Bütün gece boyunca, bir buçuk yaşlarındaki oğlu yaramazlık, huysuzluk yapmış, uyutmamıştı. İki saat, iki saattir deyip olduğu divanın üzerinde, yan dönüverdi.. Kıvrıldı yattı. Hanımına da saat : 04.30`da , kendisini kaldırmasını söylemiş, ayrıca da saati : 04.30`a kurmuştu. Göz kapakları, ağır ağır kapanıyordu. Az sonra zaman durdu.Sokakta ise, gecenin soğuğu, karanlıkla sarmaş dolaş olmuş, dans ediyordu....
GEÇ GELEN ÇOCUK...
Hüseyin, zor yıllardan sonra bir yuva kurabilmişti. Askere gitmezden önce babasını kaybedince, asker dönüşü, evleninceye kadar ki zaman içinde, çok acı ve zorluklar görmüştü. Evde ana yok, diyenler hesabı, Hüseyin`de yaşamında yalnız kalmıştı.Kardeşlerinin hepside büyük, evli ve kendi dünyalarını yaşıyorlardı. Hüseyin ise akşamları iş dönüşü, bekar odasına girip kapanınca, yalnızlığın acı ve ağırlığını daha çok yaşıyordu. Bizim eski şarkılarımızdan birinde, şöyle bir söz vardır, “ Evliye gönül verme, eve gider unutur.” Hüseyin`in kardeşleri de kendi evlerine, çoluk çocuğunun yanına gidince, o da yalnızlığıyla terk ediliyor, unutuluyordu. Gün oluyor, bekar odasının yatak, yorgan ve yastık yüzleri, çarşafları, örtüleri, kılıfları haftalarca yıkanmıyor, tozdan, terden kapkara oluyor, değiştiren, temizleyen olmuyor, halin nedir diye, sormuyorlardı ? Hüseyin`e bu ilgisizlik, sahipsizlik, sevgisizlik acı veriyor, çok üzüyordu. Ama, kimseyede şikayet etmiyor,derdini anlatmıyordu. Öyle an geliyor, “ Bekarlık sultanlıktır “ diyenlere, içinden isyan edip küfredesi geliyordu. Bazen de, “ Kader “ deyip sineye çekerek, tevekkülle, kabulleniyordu.. Fakat, kadere boyun eğmek,onun yaşamını düzene sokamazdı. Bir çözüm bulmalıydı..
Kardeşleri, Hüseyin`i başgöz etmekten, evlendirip bu bohem hayatından kurtarmaktan, hiç söz etmiyordu. Hepsinin bir yuvası, evi, eşi, çoluk çocuğu, akşama başını sokacağı, bir sıcak yuvası, içini döküp dertlerini anlatacağı bir eşi vardı. Dünya umurlarında değildi. Tuzları kuru, sırtları pek, yalnızlıktan haberleri yoktu.. Kimse, beş kuruş masraf yapıp elbirliği ile, ona bir yuva açmayı, akıllarına bile getirmiyordu. O yıllarda, çanta radyolar, yeni yeni piyasaya çıkmıştı. Bazı ailelerde tek tük radyo bulunsada, bazılarına da lüks eşya gibiydi. Bazı zamanlar, bekar odasında, yalnız başına oturup geleceğini düşünürken, “ Ya Rabbi, benimde bir yuvam olacak mı ? İşimden evime gelince, şöyle bir divana uzanıp radyomu dinlediğim günleri, görecek miyim ? “ diye, içinden geçirirdi. Yaşı, yirmidörde dayanmıştı.. Hala bir yuva kuramamıştı. “ Artık, tohuma karılıyoruz “ diye, umutsuzlandığı anlarda oluyordu..
Evlilik...Kolay bir iş miydi ? Ana yok, baba yoktu.. Kim, ön ayak olacaktı..? Öne bir büyük düşmeden, “ Evleneceğim..” diye, nasıl ortaya çıkacaktı ? Evlenmek, yuva kurmak, o kadar kolay bir iş miydi ? Hele kıyıda, köşede, üç-beş kuruş birikinti olmayınca, nasıl olur, neyle gerçekleşirdi ? Askerden yeni gelmişti. Piyasada kimseleri tanımıyordu. Düzenli bir geliri de yoktu. Kolay mıydı evlenmek? Kim yardım eder, kim beş kuruş verirdi? Parasız düğün mü olurdu? Hayal diyordu. “Benim için evlenmek hayal. Ama, Allah Kerim. Gün doğmadan neler doğar.Hele bir vakti, saati gelsin. Güzel Mevlam, nelere kaadirdir,” diyerekte teselli buluyordu. “ Yok..” taştan katıdır, derler.Ama, umut da insana, dağları aşırtır..
Birgün, yanında çalıştığı patronu, çağırdı Hüseyin`i.. Patronu :
----- Bizim oğlan, artık seni, başgöz etme zamanı geldi. Yok mu, düşündüğün birileri diye, sordu? Hüseyin`in kalbi duracak gibi oldu, o an.. Kulak memelerine kadar kızardı. Utancından ezildi, büzüldü.. Sanki, nutku tutuldu. Patronu, ısrarcı tavırla, daha çok üzerine gitti. Patronu :
----- Söyle canım. Bunda gizleyecek, saklayacak, utanacak bir şey yok. Çekinme... Bu, Allah`ın emri. Vakti geldi mi, her genç evlenmek, yuva kurmakla mükellef. Eeee, seninde vaktin, geldi. Geçiyor bile..Ne, dersin ?
Hüseyin :
----- Hüseyin, sessiz kalınca, patronu, biraz sertçe konuştu :
----- Söylesene be adam. Dilini mi yuttun..? Yok mu, öyle birileri..? Hüseyin ezile, büzüle :
----- Nasıl olacak o iş ağbi ? Başta ana yok, baba yok.. Büyükler de, kendi aleminde. Cepte para yok. Kolay mı, başarmak ?Patron :
----- Sen, orasını düşünme... Allah kerim. Arkanda, ben varım. Niyetin olursa, haberim olsun. Allah`ın izniyle, elimizden geleni yapar, seni ortada bırakmayız.. Yalnızca, Allah razı olsun desen, yeter dedi. Patrondan cesaret alan Hüseyin`in dili çözüldü. Gözleri parıldadı. Sanki, büyük bir yükün, omuzlarından kalktığını, hisseder gibi oldu. Titrek bir sesle konuştu :
----- Öyle bir durum var gibi ağbi ama, cesretim yok. Ne yapacağıma karar veremiyorum. Sen büyüksün.. Bir akıl verip yol gösterirsen... Ama, bilemiyorum.
Patron heyecanla, dikkat kesilerek :
----- Söyle gayri, hadi.. Çıkar şu baklayı ağızından. Fazla ıslandı. Anlat artık, anlat..Durum, nedir ? dedi.
Hüseyin :
----- Benim sevip saydığım. Bir evlat gibi evlerine takıldığım, çocuklarıyla, kardeş gibi olduğum, bir aile var.. Beni, evlatlarından ayrı tutmazlar. O ailnin hanımı, kadın terziliği yapıyor. Aileler arası, elbiseler dikip evine katkıda bulunuyor.Patron :
----- Eee, anlat, anlat....
Hüseyin :
----- Geçenlerde, oraya bir aile, giysi diktirmeye gelmiş.. Oturdukları odanın rafında, benim bir fotoğrafımı görmüşler. O kartpostal fotoğrafta beni, çok beğenmişler. Bu çocuk kimin nesi, diye sorup araştırarak, teyzeden bilgi almışlar. Teyzede, beni onlara anlatıp çok metetmiş.. Onlar da :
----- Bu çocuğu, bizim kıza yapsak diye, birde teklifte bulunmuşlar. Bana söylediler. Ne dersin, dediler ? dedi.Patron daha heyecanlı bir sesle :
----- Sen ne dedin, diye sordu ? Hüseyin :
----- Ne diyebilirim ağbi ? Bir şey diyemedim. Yalnızca, boynumu büktüm, dedi.Patron :
----- Kızı, gördün mü, dedi ?
Hüseyin :
----- Birkaç gün sonra kızı getirip gösterdiler. Ama ...diyerek susunca, patron :
----- Aması ne oğlum ? Beğenmedin mi diye, sordu ?
Hüseyin :
----- Beğensem ne olacak ağbi ? O çıplak, ben çıplak.. O yetim, ben yetim. Bu iş, nasıl olur ? İki çıplak, bir hamamda yakışır mı? Yakıştırsak da, nasıl olur ? Aklım kesmiyor...Patron :
----- Boşver sen o ağızları. Buldunda mı, yemedin ? Senin gönlün var mı, istiyor musun, onu söyle ? Hüseyin :
----- Şey.. Ama....diye, kekeledi. Patron :
----- Bırak ötesini.. İstiyorsan, gerisini bana bırak.Ne dersin ? Hüseyin ;
----- İsterim, istemesine de, bir problem var. Kızın yaşı küçük.. l6 yaşında.. dedi.Patron :
----- O sorun değil. Vermeye niyetleri varsa, annesinin bir imzası yeter. Hallederiz.. Hele sen, derinlemesine araştır, soruştur. Bana bilgi ver. Onlarda razıysa, gerisi kolay, üzülme, dedi.
O an, Hüseyin`in yüreğine su serpildi. Sonra.. Sonra olaylar, çorap söküğü gibi ardı sıra gelişti.Bir bir çözülerek, yoluna girdi. Görücüler, kız istemeler, nişan derken bizim Hüseyin, birgün kendisini, nikah masasının başında gördü. Annesinin imzası ile Gülfidan`ı ona verdiler.. Evlendiler. Üç seneye yakın çocukları olmadı. Önceleri, aldırış etmediler bu duruma.. Ama, insanların ağızı, laf yapmaya başladı.. Ağızlar, kese değilya büzesin... “ kısır “ diyorlardı.Üç senedir neden çocukları olmuyor, diye soruşturuyor, kimileri de, alay ediyordu. Hatta bazıları, daha da ileri gidiyor, kendilerine sorarak, “ suç sende mi, eşinde mi ? “ diye, avukatlık yapmaya bile başlamışlardı. Genç ve güzel eşiyle, dirlikleri, huzurları bozulmaya başlamıştı.. Olaya, ciddi olarak eğildiler..Onlarda, araştırmaya başladılar... Önceleri, hayatlarından memnundular. Gençliklerini yaşıyor, yaşamın tadını çıkarıyor, çocuk konusuna önem vermiyorlardı.Nasılsa genciz, günün birinde olur, olmasada şuan, pek o kadar önemli değil diyorlardı.Sonunda, çereleri, çevrelerindeki meraklı insanlar, boş laftan başka yaptıkları bir işleri olmayan, dedikoducu insanlar, onları, zorla araştırmaya yönlendirdi.Aradan kısa bir süre geçti.. Üçüncü yılın içinde, bir oğlan çocukları oldu. Rahatlamışlardı.. Kafaları, dedikodulardan dinç olmuş, ağızlarının tadı yerine gelmişti.
İşte, bir yılı geçmişti, çocukları olalı.. İki yaşını doldurmak üzereydi çocukları.. Ona, Ahmet adını vermişlerdi... Zehmeri çocuğuydu Ahmet. Ocak ayının ilk haftasında doğmuştu. Kış çocuğunu büyütmenin, ne kadar zor olduğunu öğrendiler. Ama, bir çocukları vardı.. Mutluydular. İki yetim, iki çıplak bir yuva kurmuşlar, bir hamamda yakışmışlardı.. Paraları yoktu. Yoksuldular... Yaşamları zordu. Fakat, sıcak bir yuvaları vardı. Kim ne derse, desin. Bu dünya, onlarındı... Ve geleceğe, umutla bakıyorlardı.
Suat TUTAK
Yaşam Tünelleri adlı Öykü Kitabından-Öykü,4
AFEDİLMEYEN HATA...(Öykülerim) Yazısına Yorum Yap
" AFEDİLMEYEN HATA...(Öykülerim)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.